I.BÖLÜM
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA MARJİNAL SUFİLİK: KALENDERİLER
AHMET YAŞAR OCAK
Kitabın Künyesi
Kitap Adı: OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA MARJİNAL SUFİLİK: KALENDERİLER
YAZAR: AHMET YAŞAR OCAK
YAYINEVİ: TÜRK TARİH KURUMU
SAYFA SAYISI: 308
Yazar kitabının başlangıcında; “Tasavvufun İslam’ın daha ilk yüzyılı içinde belirmeye başlayan siyasi, sosyo-ekenomik ve kültürel değişmelerin sosyal yapıda hâsıl ettiği karmaşa sonucunda şekillenmeye başladığını” belirtiyor.
İlk halifeler devrinin son zamanlarında Müslümanların içine düştüğü siyasi ve içtimai buhranlar, Emevi iktidarında gelişen Arap milliyetçiliği ve Arap olmayan Mevali denilen Müslümanlara uygulanan baskı, Abbasi dönemi iç buhranları, saltanata dönüşen hilafet rejiminin yarattığı iç buhranlar tasavvufun bu olumsuzluklara karşı mistik bir tepki olarak ortaya çıktığı belirtilmektedir.
Yazar, tasavvuf akımın etkilendiği çevrelerden bahsederken; ” Eski Mısır, Helen, Mezopotamya, İran ve Hint kültür sahalarının İslam öncesi mistik eğilimleri ve yaşantısı, mahalli din ve itikatları, tasavvufun teorik cephesinin çeşitli mektepler halinde şekillenmesine önemli ölçüde katkıda bulundular.” Demektedir.
Yazar şu ilginç tespiti yapmaktadır: “İslam kültür ve düşünce tarihini derinden etkileyen hiç bir tasavvuf cereyanının, İslamiyet’in beşiği olan Arabistan’da doğmamış, gelişmemiş ve yerleşmemiş olması -ki bugün de öyledir- tasavvufun yapı itibariyle, İslamiyet’i kendi eski kültürleri dahilinde algılayan Mevali orta tabakasının, kitabi ve nasçı İslam anlayışını temsil eden hâkim Arap Müslüman sınıfına karşı geliştirdiği mistik bir tepki hareketi olmasının bizce en reddedilemez delilidir” diyor.
Melametilik adıyla bilinen bu akım, belirtilen bu buhran ortamında doğdu ve özellikle eski İran mistik kültürünün kalıntılarını oldukça canlı bir şekilde hala yaşatmaya devam eden Horasan ve Maveraünnehir mıntıkalarında gelişti.
Kalenderlik, tasavvuf zihniyetinden yaşayış tarzına, kılık kıyafetinden İslami inanç ve kaidelere bakış açısına kadar her şeyiyle içinde yaşadığı siyasi ve içtimai nizamı dışlayan bu zümreler içerisinde doğdu ve gelişip yayıldı.
Yaşadığı toplumun nizamına karşı çıkarak dünyayı kaale almaya değer görmeyen ve bu düşünce tarzını günlük hayat ve davranışlarıyla da açığa vuran tasavvuf akımına Kalanderiyye denir.
Kalenderi babaları arasında farklı tezahürler, telakkiler olsa da Kalenderliğin ortak zihniyeti, dünyevi olan her şeyi arkaya atmak, yalnız ilahi aşkı önemseyip İslam kaidelerini buna göre değerlendiren, toplum nizamını protesto eden mistik bir anlayış olduğu belirtilmektedir.
Yazar, “Kalenderi zümreler arasında kılık kıyafet itibariyle farklılıklar bir yana, ortaklaşa sergiledikleri bir takım hususiyetler, klasik sufi zümrelerden ayırsa da, Kalenderlik geniş ölçüde Hint, İran, özelikle de Hint mistizminden ve mistik çevrelerden etkilendiği” belirtiyor. Üç-beş kişilik gruplar halinde dolaşıp gezmek, günlük yiyeceklerini dilenerek sağlamak, vücut ve başlarındaki bütün tüyleri (saç, sakal, kaş ve bıyık) kazıtmak ve acayip kılıklarda dolaşmak gibi, hemen her devir ve memlekette Kalenderi zümrelerinin ortak vasıfları olan hususlar da İran ve Hint mistik çevrelerinden etkilendiğini göstermektedir. Yazar kaynaklarda,” İran ve Mezopotamya havalisinde Budist ve Maniheist rahiplerin dolaştıklarını bazı sufi çevrelerle ilişki içerisinde olduğunu” belirtikten sonra “ünlü Mutezile alimlerinden Cahız’ın, Kitabü ‘l-Hayavan adlı eserinde, erken Abbasi döneminde Irak ve Suriye’de halkın kendilerine Saihun (gezginler) dediği bir takım rahiplere rastlandığını, bunların küçük gruplar halinde şehir şehir, kasaba, kasaba dolaştıklarını “ belirtiyor.
Yazar ilerleyen sayfalarda değişik coğrafyalarda Kalenderi zümrelerin özelliklerine örnekler veriyor. Bunlardan ilki Brahmanizm’e karşı tavır koyan Kalenderilerin,” Ahlaki mefhumları da hiçe sayan bu gezgin ve dilenci rahipler, yarı çıplak dolaşıyor ve rast geldikleri herhangi bir yerde yatıp kalkıyorlardı. Sırtlarında postlarını taşıdıkları hayvanları taklit ediyor ve vücutlarına yaralar açıyorlardı.” Demektedir.
Bu rahipler, kesinlikle bir iş tutmazlardı. Bu kendilerine şiddetle yasaklanmıştı. Bu yüzden hayatlarını sürdürebilmek ancak dilenmekle mümkündü. Sabahleyin yanlarına keşküllerini alarak bazen tek tek, bazen de gruplar halinde şehir, kasaba ve köylere gidip yiyecek teminine çalışırlardı. Para, altın ve gümüş dışında, kendilerine verilen her şeyi reddetmeden almak zorundaydılar. İşlerini tamamladıktan sonra da, meskûn bölgeler dışındaki bağlık ve bahçelik yerlerde bir araya gelirler ve topladıkları yiyecekleri paylaşırlardı. İçlerinde en yaşlı, dolayısıyla kıdemli olanı, grubun tabii başkanı oluyordu.
Melamet ve Melametilik cereyanı
Yazar kitabının bu bölümünde, Kalenderlik ve Melametilik arasındaki akrabalığa vurgu yaparak aralarındaki farklılıklardan ve benzerliklerden bahsetmektedir.
Melamitilik, Abbasi İmparatorluğu’ndaki Mevali tabakasına mensup esnaf kesiminin mistik hareketidir. Melamilik, Maveraünnehir ve Horasan gibi Türk unsurunun yaşadığı bölgeler olması, tasavvufa giriş menkıbesi Buda’nınki ile büyük benzerlik arz eden meşhur İbrahim Ethem’in etkisi etkili olmuştur.
Melamilik, “Hak Teâla ile beraber olmak için sırrını gizlemek, yakınlık ve kulluk adına kendini kınamak, halka yalnız kusur ve kabahatlerini gösterip iyiliklerini gizlemek suretiyle kınanmasını celbetmek” demektir.
Melametiler ve Kalenderiler arasındaki fark esas olarak toplum karşıtı tavırlarda ve nafile ibadetleri yapıp yapmamakta belirmektedir. Melameti anlayışı daha ileri götüren Kalenderler, topluma muhalefet konusunda daha aktif ve isteklidirler. Onlar için kalp temizliği esas olduğundan, Melametiler gibi gizli gizli ibadet etmek yerine, hiç nafile ibadet etmezler; zira bunun gereğine inanmazlar; ancak farzları yerine getirirler. Kalenderliğin doktrin ve mistik hayat tarzı olarak Hint-İran mistik kültür sahası ile çakışan Melametiliğin yayılma alanı içinde ortaya çıktığı görülmektedir.
Yazarın anlattığına göre İslamiyet Türkler arasında Melamet cereyanı ile girmeye başlamış. X. yüzyılda Maveraünnehir’de Buhara ve Semerkant gibi şehirlerde Melami mensubu Türk şeyhleriyle dolmaya başlamıştır. Göçebe Türk zümreleri tarafından bu kişiler, Bab, Baba veya Ata isimleriyle anılmışlardır. Bu kişiler tıpkı eski şamanlar gibi ilahiler okuyan ve Budist rahipler gibi menkıbeler anlatan kişilermiş.
Yazar, Kalenderliği belli bir takım doktrin esasları ve erkân dâhilinde toparlayarak bir teşkilata kavuşturan kişinin Cemalü’d-Din-i Savi olduğunu söylüyor. Cemalü’d-Din-i Savi bir gün Dımaşk’ta Bilal-i Habeşi mezarlığında Şirazlı bir genç olan Gerubed’e rastlar; onunla dostluk kurar. Onun gibi saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kazıtır. Cemalü’d-Din, esrar kullanan, cavlak denilen, kıldan dokunmuş bir yelek giyen, hiç bir şer’i kaideye aldırış etmeyen, kısaca ibaha yoluna girmiş bir Cavlaki (Kalender) olur. Yazar, Cemalü’d-Din Savi’nin haleflerinin namaz kılmayan, yarı çıplak dolaşan, şer-i kurallara riayet etmeyen, müritlerine canlarının istediğini yapabileceklerini öğütleyen, ibahi olduklarını kaynaklardan aktarmaktadır.(İbahilik: İslam’ın haram ve yasak kıldığı şeyleri helal ve mubah sayan sapkın bir fırkadır. Kelime anlamı, açıklamak; serbest bırakmak, meşru saymak)
Ahmet Yaşar Ocak, Kalenderîlik tarikatları içerisinde sayılan ‘Haydarilik’ hakkında da bilgiler vermektedir. Tarikatın kurucusu Türk sufi Şeyh Kutbu’d-Din Haydar Hoca Ahmet Yesevi’nin talebesiymiş. Haydariliğin Hindistan, Irak, Suriye, Mısır ve Anadolu coğrafyasına yayıldığını, içlerinde pek çok Türk müritlerine rastlanmaktaymış. Bunların en meşhurları; Baba Hoşgeldi, Baba Dilenci, Baba Hasan-ı Türk Baba, Sarı Pulad, Baba Sürgün örnek verilebilir.
Şeyh Haydar, “ne din ne dünya, ne küfür ne de iman umurunda olan; ne hakka ne hakikate, ne de tarikat ve yakine zerrece aldırış eden bir meczup imiş. Şeyh Haydar, tarikatının sembolü olarak müritlilerinin boynuna demirden yapılmış bir halka (Tavk-ı Haydari) ve kulaklarına demirden bir küpe taktırdığını, gür ve aşağı salınmış bıyıklarla demir halka, onların diğer Kalenderi zümrelerinden ayırt edilmelerini sağlayan en görünürdeki alametleriymiş.
Kalenderlerin Orta Asya ve Hindistan coğrafyasında, Uygurlar ve başka Türk zümreleriyle meskûn Şamanizm, Maniheizm ve Budizm’i çoktan tanımış bu bölgelerde, tıpkı İran’da olduğu üzere, Kalenderîlerin Budist kültürünün varisleri olduğunu, eski Budist mabetlerini zaviye olarak kullanan Kalenderler, XIII. yüzyılda bütün Budist efsane ve mistik sembollerini İslamileştirerek kendilerine maletmişler.
Kalenderliğin, Orta Asya’da yayıldığı, siyasi otoritelerce desteklendiği dönemlerde Budizm henüz sona ermemişken, İslamiyet’i kabul eden yüksek zümreler, eski yaşantılarını İslami kisve altında sürdürmeğe en uygun Kalender olmaktan geçtiğini görüp Kalenderliğe geçmişler.
Yazar, Kalenderîlerin XIX. Yüzyıl sonlarına kadar belirli bölgelerde hala varlıklarını sürdürebilmelerini, buralardaki eski Şamanist ve Budist kültürünün çok uzun bir geçmişe dayanan kuvvetli etkisiyle açıklamaktadır. İslamiyet karşısında Kalenderilik sayesinde kendilerini koruyabilecek mükemmel bir kılıfa sahip olduklarını, günümüzde Özbekistan, Türkmenistan, Harezm’de kendilerine “Kalenderi” denilen, yarı meczup, serseri bir hayat süren ve şamanlara benzeyen bir takım özellikler arz eden “divanelere” rastlandığını söylemektedir.
Yazar, Moğol istilasının yol açtığı göçler sebebiyle Kalenderliğin Anadolu coğrafyasına girdiğini belirtmektedir. Anadolu coğrafyasına intikal eden Kalenderi zümreler içerisinde yüksek felsefi tecrübeleri olmayan korkunç bir nihilizme tabi olan cahil kesimin yanı sıra, Şems-i Tebrizi, Evhadü-d Din-i Kirmani ve Fahred-Din-i Iraki gibi sufi fikir ve mistik tecrübeye sahip şahsiyetlerin görülmeye başladığını belirtiyor. Yine yazarın belirttiğine göre Anadolu Kalenderliğinin en popüler çevrelerinin Vefailik ve Haydarilik olduğunu söylüyor. Kalenderliğe karşı tepkilerin Anadolu coğrafyasında da rastlanıldığı görülüyor. Kalenderiler, asla makul kişiler değildir. Onlar çok aşağılık bir topluluk olup, küstah, utanma bilmez, yeryüzünün en aşağılık mahlûklarıdır. İslamiyet dairesinden hariçtirler. Çünkü bunlar mescitlerde köpekleriyle birlikte düşüp kalkmakta, ibadet edecekleri yerde, dinsizlik ve fısku fücur işlemekte, esrar çekip afyon içmekteler, ibadet edenleri aşağılamakta, kendileri ise ibadet etmemekle övünmektedirler.
Kitaptan Kalenderîlerin, Selçuklu otoritesine karşı ayaklanmalarından söz edildikten sonra, dönemin hâkim gücü Moğollara hizmet ettiklerini öğreniyoruz. Yazar bu konuda şöyle bir bilgi aktarıyor; “Kalenderiler’ in siyasal otoriteye karşı bu tür başkaldırmaya yatkın eğilimleri sebebiyle Moğol hükümdarı Hülagu onlara karşı çok müsamahasız davranıyordu. Mesela İbnü’l-Fuveti’nin haber verdiğine göre, Hülagu Suriye seferine giderken Harran’da rastladığı Kalenderiler ‘in tamamının öldürülmesini emretmişti. Bununla beraber Kalenderiler’ in, Moğol hükümdarlarının kendi aleyhlerindeki bu tutumlarını değiştirebilmek maksadıyla onlara yaklaşma çabasına girdiklerini de görmekteyiz. Yine İbnü’l-Fuveti’nin anlattığına bakılırsa, Halil b. Bedru’d-Din el-Kürdi adlı Kalender şeyhi, 1245 yılında maiyyetindeki müridleriyle resmen Moğollar’a hizmet arzetmiştir. Rifaiyye Tarikatı’nın mensup olduğunu iddia etmesine rağmen, Kalenderiler gibi giyinen bu şeyh, rivayete göre şarap içip esrar çekiyor ve namaz kılmıyordu. Kısa zamanda Moğollar arasında da kendine taraftar toplamasını bilen Şeyh Halil, Moğollarla bir olarak Türkmenlere karşı muharebelere katıldı.”
Kalenderi dervişlerinin, Anadolu Selçuklularının Moğolların kontrolüne girdiği dönemlerde, sık sık Moğollarla ittifak içerisine girdiklerini kitaptan öğreniyoruz.
Devam edecek…
Alaaddin Aydın