MÜSLÜMAN KADININ DÖNÜŞÜMÜ
-ABBBASİ ÖRNEĞİ-
Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Lütfü Şeyban tarafından kaleme alınan kitap Yazgen Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.
Abbasi saltanatının ilk dönemlerinde gelişen olaylar sonraki dönemlerde İslam ümmetini etkileyerek, İslam geleneğinin şekillendiği bir devir olmuştur. Aynı zamanda bu değişim Müslüman kadının dini, sosyo-kültürel haklarını da şekillendirmiştir. Bu değişim günümüz Müslüman toplumlarda süregelen anlayışın oluşmasına da katkıda bulunmuştur. Yazar kaynaklarda hür avamdan kadınların yaşam biçimleri hususunda çok az bilgi olduğunu belirtiyor. Buna karşın Abbasi hanedan mensupları ve cariyelerle ilgili mühim bilgilerin bol olduğunu söylüyor.
Yazar, Abbasi devrini Türk toplumu ile ilişkilendirerek Türkiye’deki din anlayışının, Abbasi döneminde oluşan İslami geleneğin derin izlerinin görüldüğünü belirtiyor.
Yazar, Türklerin İslam’ı Araplardan ziyade İranlılardan öğrendiklerini ve zamanla kendine özgü bir Türk Müslümanlığı geleneği oluşturduğunu söylüyor.
Yazar devamla, halis İslam dinine erişme hareketi Selefiliğin, siyasi-sosyal sebeplerden dolayı Türkler arasında pek taraftar bulmadığı tespitini yapıyor.
Hazreti peygamberin vefatından kısa bir süre sonra iktidarı zorla ele geçiren Emevi ve Abbasi iktidarları Bizans ve Sasani medeniyetlerini taklit etmişlerdir. Bu dönemlerde gerçekleşen siyasi-idari değişim bu iktidarların varlığı ve devamı uğrunda araç olarak kullanılmıştır. Dine ihtiyaç hissedilmediği hatta devlet hayatından tamamen dışlandığı bir gelenek başlatıldı. Hazreti Ömer’den 112 yıl sonra İranlıların özellikle de İran kökenli Bermekiler sayesinde oluşan sosyo-kültürel İslami gelenekle oluşturuldu.
Abbasilerin iktidara gelmesi İranlıların yardımı ile gerçekleşmiştir. Ancak bu yardım zamanla devletin siyasetinde ve Abbasî toplumunda tehlikeli neticelere sebebiyet vermiştir. Abbasiler saltanat ve dinin karışımı olan bir siyasi yapı sergilediler. Devletin sınırları o kadar genişledi ki her yerden Bağdat’a vergi ve ganimet akıyordu. Sınırların genişlemesi sayesinde çeşitli ırkların imparatorluğa katılmasıyla özelikle cariyeler-köleler çoğaldı. Onlarla eğlence âlemine dalan toplumun elit tabakası arasında ahlaksızlık, arsızlık, zındıklık artmıştır. Buna tepki olarak zahitlik, yani zühd hayatı yayılmaya başladı.
Mal ve servetle beraber Arapların sosyal hayatı da değişti. Kaba ve sade elbiselerden çıkıp süslü elbiseleri giymeye başladılar. Hazreti Ömer, mescitte milyonlarca altın değerinde ganimet yığıldığı zamanlarda dahi iftiharla yamalı elbiseler giyerken, Emevilerin sonlarına doğru hükümdarlar bir cariye satın almak için 1 milyon dirhem gibi büyük paralar harcayabiliyorlardı. Kendilerine mermer ve altın yaldızlarla süslü çok güzel bahçeleri olan saraylar yaptırıyorlardı. Bu bahçelerde çeşitli meyveler ve cins cins kuşlar mevcuttu. Bunlar içinde meşhur sarayları vardı. II.Velid, Emevi sarayını sazende ve hanendelerle doldurmuş ve saraya harem hayatını getirmişti.
Yazar, cahiliye döneminde erkeklerin kadınlara karşı saygılı olduklarını söylüyor. Onları korumada gösterdikleri kahramanlıkların güçlü olduğunu belirttikten sonra, cahiliye toplumu içerisinde elit bir kadın sınıfının mevcut olduğunu anlatıyor. ‘Buna rağmen cahiliye toplumu içerisinde kadını aşağılayıcı nitelikte durumlar yok değildi.’ demektedir.
Tarihin birçok dönemlerinde zenginlik beraberinde lüks hayatı, konforu ve inandığı değerlerden uzaklaşmayı beraberinde getirdiği görülmüştür. Bu durumdan Abbasilerin de etkilendiği görülmektedir. Hz Peygamberin akrabaları olduklarını bu yüzden hilafete en çok kendilerinin layık olduklarını ileri sürerek iktidara gelmişlerdi. Dünyanın her tarafından Bağdat’a akan hadsiz zenginlik onlara, akrabaları Allah’ın elçisi Hz. Muhammed’in getirdiği dinin emir ve yasaklarını uygulamamakta sakınca görmemişlerdi. Zenginliğin artması cariyelerin haddinden fazla artmasına neden olmuştur. Yönetici ve elit tabakanın İslam dininin emir ve yasaklarına riayet etmedikleri görülmektedir. Abbasi eliti, dinin emir ve yasaklarını kendi nikâhlı eşleri ile avamdan insanlara uygulayarak iki yüzlü bir anlayış sergilediklerini görüyoruz.
Kitabı okumaya devam ettikçe hayret verici gayri İslami birçok olaylara şahit oluyoruz. Yazar kitabında Bin Bir Gece Masalları’nı aratmayacak örneklikler sunuyor okuyucusuna.
Abbasilerin kadının güzelliği, ideal vücut özellikleri gibi anlayışlarını şiirlerinde, İslami edep gözetilmeden fütursuzca ifade ettikleri anlaşılıyor. Abbasilerin kadına bakışını daha da ileri götürerek değişik milletlerin kadınlarının fiziki özelliklerini ayrıntılı biçimde ele alıp ‘seç-beğen-al’ mantığı ile idealize edildiği görülüyor. Cariye hediye etme furyası o kadar ayyuka çıkmışken yönetici kesimden makam elde etmek için cariye hediye etmek gelenek haline gelmiştir. Günümüz kapitalist sistemin kadına bakışı ile Abbasîlerin cariyeler üzerinden servet elde etme anlayışı benzerlik arz ediyor olması aşırı bir yorum olmasa gerektir. Zira yazarın kitabında verdiği örnekler günümüz kapitalist sistemin kadının bedeni üzerinden maddi çıkar sağlaması ile Abbasilerin cariyelerin bedeni üzerinden maddi çıkar elde etmesi benzer özellikler arzetmektedir.
Devrin bilinen bölgelerinden her ülkeden çeşit çeşit güzellikte cariyeler Bağdat’a akıyordu. Bu mallar bir şekilde değerlendirilmeli, ziyan edilmemeliydi. Bunun yolu da onları hizmet ve zevk-eğlence aracı olarak kullanmaktan geçiyordu. Günümüzün ahlaksız yerlerini hatırlatan mekanlar Bağdat’ta çoğalmaya başlamıştı. Cariyelerin güzel olmaları yanında şiir, şarkı, müzik aleti kullanmaları önem arz ediyordu. Böyle bir cariyeye sahip olan kişi milyon dirhemlere cariyesini satıyor yeni bir sektör oluşuyordu.
Cariyelerin en çok rağbet gördükleri yerler, halife, vezir, komutan ve tüccar gibi yönetici-seçkin zümrenin saray ve köşkleriydi. Buralarda yapılan işret-eğlence meclisleri eğitimli şarkıcı ve dansöz cariyelerle şenlendirilirdi. Özellikle kış geceleri boyunca sabaha kadar süren bu tür eğlenceler ‘Bin Bir Gece’ hikâyelerine malzeme sağlıyordu.
Yazarımız kitabında bahsettiği, yönetici elitin debdebesine örnek teşkil eden ibretlik bir örneği aktarmak istiyorum: Halife Harun Reşit’in 2000 kadar cariyesi vardı. Harun Reşit’in hanımı Zübeyde, halife kocasını çok sevdiği bir cariyesinden soğutmak için ona 10 adet son derece çekici cariye hediye etmiştir. Bu hediye cariyelerden, müstakbel halifeler Me’mun ve Mu’tasım doğmuştur. Harun Reşit’e getirilen cariyelerin takdim merasimi de gösterişliydi. Sarayın bahçesinde yapılan merasim, cariyelerin geçit resmi esnasında hazineden 1 milyon dirhem kızlar üzerine saçılmasıyla sona ermiştir.
Kitabın sayfaları arasında ilerledikçe yönetici elitin sefih hayatlarına dair örneklerle karşılaşıyoruz. İşte sefihliğe dair başka bir örnek; Halife Me’mun âşık olduğu bir cariyeyi 50 bin dirheme satın almış, âşık olduğu bu cariyesinin ayaklarını öpmüştür. Halifeler beğendikleri cariyeleri satın almak için beytülmalden milyon dirhemler harcamaktan çekinmemişlerdir. Halifeler saraylarındaki cariyeleri ile sapkınlık derecesinde bir hayat sürmektedirler. Halife Hadi lezbiyenlik yapan iki cariyesinin kafasını uçurup işret meclisindeki arkadaşlarına kesik başlarını bir tepsi içerisinde göstermiştir. Halife Harun Reşit’in veziri cariyeleri ile geçirdiği geceyi ballandırarak anlatınca olaydan etkilenen Halife, vezirden cariyelerin kendisine hediye edilmesini istemiş isteği derhal yerine getirilmiştir.
Abbasi iktidarı üzerinde cariyelerin nüfusu o kadar etkilidir ki devletten mevki umanlar cariyelerin torpilini elde etmek için çaba harcıyorlardı. Cariye, halifenin bu ilgisini kullanarak devletin siyasi-idari kadrolarında söz sahibi olabiliyordu. Abbasi halifesi Mehdi bir cariyeye aşık olur ve yüz bin dirheme bu cariyeyi satın alır. Bu cariye kendi gibi köle olan kardeşini Yemen’e vali olarak atanmasını sağlamıştır. Bu cariyeden ileride halife olacak Hadi ile Harun Reşid doğmuştur. Her fani gibi cariyede ölmüştür. Öldüğünde mallarının yıllık geliri 160 milyon dinara ulaşmıştır. Hayzüran adındaki cariye öyle bir zenginliğe sahipti ki, ayağına giydiği mestler bile değerli mücevherlerle süslenmişti. Çağımızın Amerikalı zenginlerinden olan Rockefeler’in servetinin Hayzüran’ın servetinin ancak üçte biri kadar olduğu tahmin ediliyor. (Hayzüran’ın servetinin günümüzdeki karşılığı 160 milyon Dinar= 169.680.000.000 gr altın, 29.376.000.000 dolar. 31 Ocak 2018)
Kitabın ibretlik bölümlerinden biride Halife Harun Reşit’in kız kardeşi Abbese’nin hikâyesidir. Günümüz ahlaksız dizilerine ilham olabilecek, içerisinde yasak aşk, aldatma, kıskançlık, intikam vb. ahlaksızlığın olduğu, Abbasi hilafetinin çürümüşlüğünü gösteren en ilginç örneğini oluşturuyor.
Harun Reşid kız kardeşi Abbase’ye değer verirmiş, devlet işlerinde ona danışırmış. Abbase, Harun Reşit’in veziri, ünlü Bermeki ailesinden Cafer ile gizli aşk yaşarmış. Harun Reşit’in kıskançlığı yüzünden âşıklar evlenemiyorlarmış. Güzelliği ile dillere destan kardeşi Abbase ile yakışıklılığı ile ünlü vezir Cafer’in mecliste bir arada bulunmaları şer’i kurallara uymayacağı için (şer’i kurallar kendi kadınları için uygulanıyor) kardeşi ile vezirini ‘cinsellik olmayan nikâh’ ile evlendirir. Dillere destan bir düğün yaptırır. Dinen batıl şartlara dayanılarak yapılan bu nikâha rağmen evlilik hayatı yaşayamayan âşıklar için hayat çekilmez hal alır. Abbase bir plan hazırlar. Kardeşi Halife Harun Reşit ile Cafer’i sarayına davet eder. Geç saatlere kadar birlikte eğlenilir. Abbase, Harun Reşit’e çok güzel iki cariyesinin olduğunu bu gece onlarla vakit geçirmek için Halife ve veziri ikna eder. Halife kendisine hediye edilen cariye ile odasına çekilir. Fakat vezirin odasındaki cariye Abbase’nin ta kendisidir. Cafer ile Abbase arasında ki bu yasak ilişkiden iki çocuk dünyaya gelir. Abbase bu durumu iyi idare etse de kendini çekemeyen diğer cariyeler sayesinde Harun Reşit bu durumdan haberdar olur. Abbasi tarihinde bir gecede İran asıllı Bermeki ailesinin öldürülmesi hadisesi işte bu olay üzerine gerçekleşir. Harun Reşit, Cafer ve tüm Bermeki ailesini öldürür.
Halife Harun Reşit öldüğünde beytülmalde 900 milyon dirhemden fazla para bırakmıştı. Devletin yıllık geliri 70 milyon dinardı. Bu zenginlik halka yansımıyor, bir avuç seçkin-yönetici zümre arasında el değişiyordu. Bu adaletsiz dağılım, Bağdat’ta sınır tanımayan bir zevk ve safahat hayatının yaşanmasına yol açmıştır. Bu yaşam tarzı içerisinde, içkili eğlencenin sabahlara kadar yapıldığı sayısız evler, sayısız şarkıcı, dansöz cariyeler, şairler ve sapık ilişkiler ağı yanında, insanlar tavla, satranç, horoz, güvercin ve köpek döğüştürme gibi gayri meşru eğlence araçlarıyla zamanlarını öldürüyorlardı. Buna karşılık, fakir halk umudunu kumara bağlamıştı. Fuhuş evleri yaygınlaşmıştı. Kadınları pazarlayan erkekler olduğu gibi kadınlarda kadınları pazarlayabiliyordu.
İçki şiddetle yasaklanmışken çok yaygınlaşmıştı. Bunun kılıfını da bulmuşlardı. Iraklı hukukçular hurma, bal, buğday ve incir şıralarını helal sayıyorlardı. Hicaz ekolü haram sayarken Irak ekolü helal sayıyordu. Abbasî halifeleri Hadi, Harun Reşit, Emin, Me’mun, Mu’tasım, Vasık ve Mütevekkil içkiye düşkün olan halifelerdi.
Cariye bolluğundan dolayı artık kadınlardan zevk alamayan Abbasi elitinin başka sapkınlıklara yöneldiği anlaşılıyor. Gulam denilen yakışıklı erkek kölelerle yaşamaya başlıyorlar. Yarışır şekilde gulam haremleri kurulduğunu belirtiyor yazarımız. “İğdiş edilmemiş gulamlar kadınlar gibi giydirilir makyaj yapılır, kadınsı tavırlar sergilerlerdi. İş o raddeye varmıştı ki gulamlarına âşık olan elit seçkinler ortaya çıkmıştı ”diyor.
Lütfü Şeyban “Abbasi toplumunda israf ve lüksün kaynağı yönetici-zengin zümreydi” demektedir. İsraf ve lüks ile ilgili örnekler kitapta fazlaca yer bulmaktadır. Örneğin Halife Emin bir keresinde hanedan mensubu birine bir kayık yükü altın vermiştir. Aynı halife bir şarkıcıyı gece saraydan uğurlarken 40 bin dirhem ile uğurlamıştır. Halife Me’mun’un günlük yemek masrafı 6 bin dinardı. Harun Reşit 40 bin dinar değerinde yakut yüzük yaptırmıştır. Aynı halife özel şarkıcılarına günlük 4 bin dinar ile 40 bin dinar vermiştir.
Yazar kitabının son bölümünde; “Abbasilerin yönetim tarzını meşrulaştıran ulema sınıfı olmasına rağmen bu duruma muhalif kalan bazı ulema da vardı. Bunların sayısı pek azdır” dedikten sonra İmam A’zam Ebu Hanife’nin ismini ön plana çıkarmaktadır.
Yine Abbasi devletinde İslami prensiplerin hâkim kılınmasını isteyen çeşitli kesimlerden insanlar düzene karşı isyan etmişlerdir. Ancak her defasında muhalifler susturulmuş, acımasızca katledilmişlerdir. Buna karşın Abbasi elit zümre arasında dini kurallara riayetsizlik had safhadaydı.
Alaaddin AYDIN