Küresel Terörle Mücadele Politikasının Arka Planı

Günümüzde çağdaş uygarlık adına kurgulanan modern-ulus devlet projeleri ile Firavun’un siyâset anlayışı arasında önemli bir farkın olmadığını söylemek mümkündür.

İslâm topraklarında İslâmofobi, İslâm’ın bir nefret ve korku objesi olarak pazarlanmasını beraberinde getiren psikolojik bir sapıklıktır. Bununla İslâm ve Müslümanların ortadan kaldırılması düşüncesi sinsi bir şekilde kolektif bilinçaltına kazınmaktadır. İslamofobi günümüzde profesyonel bir şekilde üretilmektedir. Modern İslamofobi, narsist ve ırkçı bir ideoloji olarak karşımıza çıkmaktadır. Batı’da değişik zamanlarda İslam ve Müslümanlarla alay etmek ve küçük düşürmek için yapılan filmler, çizilen karikatürler, basılan kitaplar sağlıklı bir entelektüel tartışma yapmak için değildir. İslâm ve Batı arasında katı duvarlar örmek, pozitif nitelikleri Batı’ya, negatif özellikleri İslâm’a ve Müslümanlara yükleyen satanist yorumların arka plânında narsizm hastalığı vardır. Son tahlilde İslâmofobi, kökleri tarihin derinliklerinde olan kültürel bir patolojidir. 

Cari uluslararası sistemi kontrol etme gücüne sahip olan ABD ve müttefiklerinin İslâm dinini “radikal İslâm” ve “ılımlı İslâm” şeklinde tasnif ettikleri ve işleyecekleri cinayetlere kılıf hazırladıkları malûmdur. Harbi kâfirlerin daimi karakterleri budur. Rabbimiz uyarıyor:

“Hani kâfirler seni tutuklamak veya öldürmek, ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”  (Enfal Sûresi/30)

Tarih boyunca hakkı inkâr eden, adâleti hafife alan ve peygamberlerin tebliğ ettiği hakikatleri reddeden kavimlerin itikadî ve ameli zulmün yayılmasına vesile olduklarını gizlemek mümkün değildir. Sahip olduğu mülkü bahane eden ve insanlara karşı ‘ilahlık’ davasında bulunan Firavun’un dünya görüşü ile günümüzdeki modern-ulus devletlerin uyguladıkları siyâset arasında, herhangi bir keyfiyet farkı yoktur. Kendisine “Ra ilâhının oğlu” unvanı verilen Fir’avun’un “İsrailoğulları’nı köleleştirdiği, onları fırkalara böldüğü, fırkalardan bir kısmını zaafa uğrattığı, erkek çocuklarını öldürttüğü, kızlarını ise diri bıraktığı ve sürekli fesad çıkardığı” muhkem âyetlerle ifâde edilmîştir. Kadı Beyzâvî ‘Envarû’t Tenzil’ isimli tefsirinde; Firavûn’un uyguladığı siyâsetle ilgili olarak, şu tesbitte bulunmuştur: “Memleket ahalisini sınıflara ayırmak, her sınıfı kendi hizmetinde kullanmak yahut bazısını ümera, bazısını reaya kılmak, ümera vasıtası ile reayanın kerhen de olsa itaatini sağlamak, sınıflar arasında nifak ve şikak koymak, husûmetten faydalanmak ve kendisine karşı çıkabilecek güçleri dağıtmak, Firavûn’un siyâsetidir.” (bk. Yusuf Kerimoğlu-Fıkhi Meseleler, C: 2 Sh:420-421, Ankara/2013)

Günümüzde çağdaş uygarlık adına kurgulanan modern-ulus devlet projeleri ile Firavun’un siyâset anlayışı arasında önemli bir farkın olmadığını söylemek mümkündür. 

Son çeyrek asırdır ABD ve müttefikleri; İslâm dinini “radikal İslâm’’ ve “ılımlı İslâm’’ şeklinde tasnif ederek, İslâm düşmanlığına zemin hazırlamaktadırlar.  ‘İslâm Şeriatını’ mahkûm etmek için keyfi yorumlarını piyasaya sürenler, firavun olma sürecini yaşayanlardır.

Günümüzde slogan olarak kullanılan ‘küresel terörle mücadele’ politikasının arka plânında İslâmofobi hastalığının bulunduğunu söylemek mümkündür. Batılı insanın veya Batıya özenen çağdaş (!) insanın; vatansıza, düşküne, yaralıya, garibana, fakir-fukaraya, mülteciye karşı aldırışsız, umarsız, hatta acımasız davranması, bize Muhacir ve Ensar misyonlarımızı asla ve kat’a unutturmamalıdır.

Küresel çapta günümüzde gerçekleşen terörist saldırılar, uluslararası politikada uygulanan birçok ekonomik yaptırımın, savaş kararlarının, gerekçesini oluşturabilmektedirler. Bu nedenle emperyalist devletler için küresel terörle mücadele politikası bir ekmek kapısı haline gelmiştir. Terörle tehdit ettikleri ülkeleri rahatlıkla sömürebilmektedirler. Günümüz dünyasında terörizmin popüler olmak istediği alan herhangi bir ulusal sınırla sınırlanmamakta, baskı altına almak istediği otorite ise, uluslararası sistemin çok aktörlü ve karşılıklı bağımlılığa dayanan ilişki ağı göz önüne alındığında, tek bir siyasal hükümetle sınırlı kalmamaktadır. Terörist devletlerle terörist örgütler birbirlerini kullanma gayretindedirler. Tarihsel arka plana sahip olup günümüzde varlığını sürdüren terörist örgütler, varlıklarını devam ettirebilmek anlamında günümüz uluslararası sisteminin çok aktörlü yapısını dikkate alarak, taleplerini uluslararası siyaseti yönlendirmek suretiyle yerine getirmeye çalışmaktadırlar. Emperyalist devletler yetiştirdikleri terör örgütleri vasıtasıyla dünya siyasetini yönlendirmeye ve yönetmeyi başarmışlar ve bu başarılarını devam etme gayretindedirler. Şunu bilelim ki; Amerikan siyasetini İslâm coğrafyasındaki  siyasi/toplumsal olaylarda taraf olması için yönlendiren Protestan Evanjeliklerdir. ABD’nin İslâm coğrafyasında yaşanan olaylardaki tutumunu ve uyguladığı politikaları incelediğimizde, Evanjeliklerin eskatolojik (nihai) hedefleri ile birebir örtüştüğünü görürüz. Kendi ülkelerindeki hainleri idam edip, başka ülkelerdeki hainleri bulup iktidar yapmak, emperyalist devletlerin müşterek stratejileridir!

Hilafetin ilgasından bu yana İslâm coğrafyasında yaşanan işgaller, savaşlar ve terör eylemleri nedeniyle İslâm coğrafyası yüz yılı aşkın bir zamandan beri istikrardan uzak bir coğrafya haline gelmiş durumdadır. Terör ve savaşın mağduru olan bu coğrafya, kaosun esas müsebbibi olan küresel hegemonyaya ait kitle iletişim araçlarının da yoğun propagandasıyla bataklık şeklinde tarif edilmeye başlanmıştır. 

Mustafa Çelik/Yeni Akit