Küçük Ağaç’ın Eğitimi

Beş yaşındayken anne ve babasını kaybetmişti Küçük Ağaç. Kabile üyeleri, kimin yanında kalacağına karar vermeye çalışırken, kargaşa yaratmışlardı. Derme çatma kulübenin küçük avlusun da çıkan tartışmayı, büyükbaba geriden izlerken, büyükannede onun arkasından olan biteni izliyordu. Küçük Ağaç sessizce adım adım büyükanneye doğru yaklaştı ve bacağını sıkı sıkıya tuttu. Onu çekmeye çalışsalar da asla bırakmayacaktı. Tutunmakta direndiğini gören büyükbaba uzandı ve kocaman ellerini Küçük Ağac’ın başına koydu. Büyükbaba yarı Çeroki olmasına karşın, Büyükanne safkan Çerokiydi.

Hazırlayan: Alâeddin Aydın
Beş yaşındayken anne ve babasını kaybetmişti Küçük Ağaç. Kabile üyeleri, kimin yanında kalacağına karar vermeye çalışırken, kargaşa yaratmışlardı. Derme çatma kulübenin küçük avlusunda  çıkan tartışmayı, büyükbaba geriden izlerken, büyükannede  onun arkasından olan biteni izliyordu. Küçük Ağaç sessizce adım adım büyükanneye doğru yaklaştı ve bacağını sıkı sıkıya tuttu. Onu çekmeye çalışsalarda  asla bırakmayacaktı. Tutunmakta direndiğini gören büyükbaba uzandı ve kocaman ellerini Küçük Ağac’ın başına koydu. Büyükbaba yarı Çeroki olmasına karşın, Büyükanne safkan Çerokiydi.
Forrest Carter, “Küçük Ağaç’ın Eğitimi” kitabına böyle bir sahneyi anlatarak başlıyor. Bir bakıma kendi çocukluğunu anlattığı kitap 280 sayfa olarak  SAY yayınlarından çıkmıştır.
Küçük Ağaç’ın Eğitimi okunmaya değer bir kitap. Çeroki’lerin yani Kızılderililerin düşüncesiyle iyiliği, sevgiyi, dostluğu; barışı ve insan kalmayı öğretiyor; tabiatı, çevreyi ve insanı tahrip ederek insanlıktan çıkanın kim olduğunu anlıyorsunuz. Bir çocuğun en güzel şekilde saf ve duru olarak anladığı hayatı bir yıkım haline getirmenin acı gerçeklerini görüyorsunuz. Temiz hayatta kirli oyunları görüyorsunuz. Kimi zaman ağladığımız kimi zaman tebessüm ettiğimiz, dostluğu, doğaya saygı duymayı görüyorsunuz kitapta. Büyükbaba ve büyükannede bilgeliğin izlerini görüyorsunuz.
Büyükanne ;  ”İnsanları ve Tanrı’yı anlamazsan ne insanları ne Tanrı’yı sevebilirdin.” Diyordu.
Büyük annesi ile büyük babasının yanında ve tabiatın ortasında yeni hayatına başlayan küçük Çeroki, aynı zamanda yeni eğitimine de başlıyordu. Doğanın dilinden anlama eğitimi. Tabiatı sevme eğitimi…

Küçük Ağaç, kısa sürede yeni hayatına alışıyor ve her şeyi çok çabuk kavrıyor; vaktinin çoğunu büyükbabası ile birlikte geçiriyor birçok şeyi de ondan öğreniyordu. Büyükbaba politikacıları, insanları tanımasını, isimlerin, unvanların ve gülüşlerin ardındaki sahte yüzleri görmesini öğretiyor, ona hata yapması için izin veriyor, kimi zaman gerçekleri görmenin en iyi yolunun bu olduğunu söylüyordu. Küçük Ağaç, geçmişini, ailesini ve “yasa” olarak tabir ettikleri diğer insanların onlara bakış açılarını daha iyi kavrıyordu. Büyükbabasının yardımıyla kendini gelecek tehlikelere karşı hazırlıyor ve korumayı öğreniyor.
Büyükbaba bir keresinde: ”Geçmişini bilmezsen, bir geleceğin olmaz. Çünkü halkının bir zamanlar nerede olduğunu bilmezsen, nereye gittiğini de bilmezsin.” demişti.

Küçükağaç, büyükbaba ve büyükanne yanında doğanın ortasında güzel bir eğitim alıyor; çevresindeki ağaçların değişimini izleyerek yaşantılarını belirlemeyi öğreniyordu. Ağaçlar sarardığında hayvanlardaki değişimi, topraktaki değişimi küçük yaşta öğrenmişti.
 Kızılderililer doğaya büyük bir saygı duyuyordu. Ondan ihtiyacından fazlasını almıyorlardı. Sadece yaşamaları için gerekli olanları alıyorlardı. Gereksiz bir ağaç kesmiyorlar gereksiz balık avlamıyorlardı.  Büyükanne; “Yalnızca arılar, ihtiyaçlarından fazlasını depolar ve bu yüzden ayılar tarafından soyulur. Paylarından fazlasını depolayan insanlar için de durum böyledir. Bu yüzden savaşlar çıkar ve herkes kendi payını arttırmak için söz oyunlarına başvurur.” Diyordu.
Küçük Çeroki, ağaçların, kuşların, yılanların, böceklerin vb. varlıkların kendileri ile konuştuklarını, kendilerine bu şekilde davrandıkları için teşekkür ettiklerine inanıyordu. O Çeroki Kızılderili’si nasıl yetişirse öyle yetiştiriliyordu. Çevresindeki ”Beyaz Adam’ın” davranış biçimine, giyim- kuşamına, iyilik anlayışına tepki duyuyordu. Bir keresinde kiliseye gitmişlerdi. Kilise çıkışı elinde yeni doğmuş buzağı ile bir beyaz adam ona bakıyordu. Küçük ağaç, buzağıyı sevmek için ona yaklaştı. Beyaz adam, buzağıyı sevebilmesi için, isterse o buzağıyı kendisine satabileceğini söyledi. Küçük Ağaç, bir doları olduğunu söyleyerek buzağıyı almak için bu paranın yetip yetmeyeceğini sorduğunda Beyaz Adam,  o paraya buzağıyı satabileceğini söyledi. Küçük Ağaç kârlı bir alışveriş yaptığını düşünüyordu. Satın aldığı buzağısını heyecanla Büyükbaba’ya gösterdiğinde büyükbaba,  Küçükağaç’a hiçbir şey söylemeden sessizce yollarına koyuldular. Bir süre sonra küçük buzağı yürümekte zorlanmaya başladı. Büyükbaba, buzağının hasta olduğunu ve ölmek üzere olduğunu söylediğinde Küçük Ağaç kandırıldığını anlamıştı. Hasta, çelimsiz ve ölecek olan buzağıyı almıştı. Beyaz Adam tarafından kandırılmıştı. Bu ilk kandırılışıydı. Artık, Beyaz Adam’a karşı hep şüphe ile bakacaktı.  Büyükanne, okuma- yazma bilen safkan bir Çerokiydi. Haftada bir kasabaya indiklerinde kütüphaneden kitaplar getiriyorlardı. Akşamları gaz lambasının ışığında Büyükanne okuyor, Büyükbaba sallanan sandalyesinde oturuyor, Küçük Ağaç, Büyükannenin dizlerine yatarak okunanları dinliyorlardı. Büyükanne gereksiz kelime öğrenmeye ve kullanmaya karşı çıkıyordu. İnsan kısa öz ve yararlı kelimeler kullanmalıydı.

Büyükanne, Küçük Ağaç’ın her hafta bir kelime öğrenip o kelime ile ilgili bir şeyler düşünmesini istiyordu. Sevgi bu kelimelerden biriydi. Bir keresinde Büyükbaba şöyle demişti:  “İyi bir şeyle karşılaştığın zaman, yapman gereken ilk şey bulabildiğin insanla onu paylaşmaktır. Bu şekilde iyilik öyle bir yayılır ki nereye gittiğini bilemezsin.” demişti.
“Küçük Ağaç”  Kızılderili ismiydi. Bu isim çok hoşuna gidiyordu. Büyükbaba ona büyük bir insan gibi davranıyor;  büyükbabaya işlerinde yardım ediyor; büyükbaba hangi mevsimde bamya ekilir, hangi mevsimde mısır ekilir, hangi günlerde karpuz ekilir,  hayvanları ve doğayı gözlemleyerek karar veriyordu. Küçük Ağaç tüm bunlardan büyük keyif alıyor; büyükbaba ekilen ürünün nasıl olgunlaştığını da Küçük Ağaç’a öğretmekten geri durmuyordu. Bir keresinde karpuzun olgunlaşıp olgunlaşmadığını karpuzdan çıkan seslerden anlayabileceğini öğretmişti. Büyükbaba ve büyükanne sabır abidesi insanlardı. Küçük Ağaç’ın karpuzun olgunlaşıp olgunlaşmadığını öğrenmesi tam yarım gününü almış ve karpuzdan çıkan sese göre olgunlaştığına karar verdiğinde karpuzu kesmişlerdi. Karpuz olgunlaşmıştı. Küçük Ağaç başarmıştı. Ormanda küçük kulübede yaşıyorlardı. Yerleşim yerlerinden uzaktaydılar. İhtiyaçlarını Pazar günü kiliseye gittiklerinde alıyorlardı. Fazla paraları yoktu. Fazla para insanları bencil yapıyordu. İhtiyaçlarının büyük kısmını doğadan kendileri elde ediyorlardı. Geceleri ay ışığı olduğunda lambayı yakmıyorlardı. Ay ışığı altında oturuyorlardı. Gece hangi kuş hangi sesi çıkarıyor, neden bu sesi çıkarıyor biliyorlardı. Gece gökyüzünü seyrediyorlardı. Büyükbaba ve Büyükanne 1850’li yıllarda doğmuşlardı. Kızılderililerin, Beyaz Adam tarafından nasıl sürgüne yollanıp öldürüldükleri, uzun gecelerde  anlatılan bir drama sahneleriydi. Ve beyaz adama karşı verilen savaşlar da anlatılırdı.

Küçük Ağaç’ın en büyük zevki güneşi doğarken izlemekti. Büyükbaba ile erkenden kalkarlar köpekleri ile birlikte tepeye çıkıp gökyüzündeki değişimi seyrederlerdi.
Küçük Ağaç bir akşam yıldızlara bakarak ekim yapılıp yapılamayacağını bildi.. Büyükbaba ona toprağı avucuna alıp koklamasını hatta ağzına alarak tadına bakıp ekim yapılıp yapılmayacağını öğretiyordu. Eğer toprak ekime hazır değilse o gün balık tutmaya gidiyorlardı. Balık ancak ihtiyaç kadar tutuluyordu.  El ile balık avlamak çok kolaydı. Bir keresinde el ile balık avlarken,  zehirli yılan Küçük Ağaç’ı sokacaktı. Büyükbaba, Küçük Ağaç’a kıpırdamamasını söyledi. Küçük Ağaç böyle durumlarda nasıl davranacağını öğrenmişti. Büyükbaba elini, yılan ile Küçük Ağaç’ın yüzü arasına uzatmıştı. Yılan Büyükbabayı soktu. Küçük Ağaç Büyükanne’ye haber verdi. Yılan sokmasına bıldırcın eti iyi gelirdi. Büyükanne hemen bıldırcını yakalayıp etini yılan ısırığının üzerine bastırdı. Bıldırcının eti birden yeşil oldu. Bıldırcın eti Büyükbabanın vücudundaki zehiri almıştı.
Küçük Ağaç’ın unutamadığı kimseler de vardı Çam Bilyy ve Söğüt John. Çam Billy, Büyükbaba ve büyükanne tarafından çok seviliyordu. Küçük Ağaç da kısa zamanda onları sevdi. Çam Bilyy, şehirde yaşayan bir Çeroki’ydi. Şehirde olup bitenleri anlatır, ilginç tatlı pastalar getirirdi.  Söğüt John 80’lik ihtiyardı. Büyük babanın kadim arkadaşıydı. Ondan Çerokilerin yaşadığı dramı dinliyor;  söğüt John ve Büyükbaba beyaz adamın yasasına güvenmiyorlardı. Beyaz adamın yasası hep Çerokileri ezmişti. Kızılderili milletini yok etmek üzerine kuruluydu.
 
O yasa, Küçük Ağaç’ı büyükbaba ve büyükanneden ayıracaktı. Güzel giyimli iki beyaz ormandaki küçük kulübeye geldiler. Küçük Ağaç, büyükbaba ve büyükannenin yasal evladı değildi. Okul çağına gelmiş bu çocuk devlet tarafından alınıp kimsesizler yurdunda eğitilecekti. Yasa bunu gerektiriyordu. Oysa Küçük Ağaç okuyor ve yazıyordu. Hatta Bay Şarap’ın getirdiği kitaplara bakarak rakamları ve Matematiği iyi öğrenmişti. Bunlara gerek yoktu. Hatta daha çok şey biliyordu. Büyükbaba ve büyükanne her şeyin farkındaydı ve Küçük Ağaç gidecekti. Büyükbaba, Küçük Ağaç’ın yüzüne bakamıyor; büyükanne sallanan sandalyede yanan ocaktaki ateşi seyrediyordu. Küçük Ağaç ayrılığın geldiğinin farkındaydı. doğruca geyik derilerinden yapılmış yatağına gitti ve ilk defa ağladı. Ağlamasını Büyükbaba ve büyükanne duymasın diye dişleri ile geyik derisini ısırıyordu. Gözyaşlarına boğulmuştu. Ama Büyükbaba ve büyükanneye üzüldüğünü belli etmemeliydi. Sabah erkenden kalktılar. Büyükbaba çok az giydiği siyah elbisesini giymişti. Büyükanne torba içerisine Küçük Ağaç’ın eşyalarını yerleştirdi. Veda zamanı gelmişti. Büyükbaba küçük torbayı alarak önden yürürken, Küçük Ağaç geriye dönerek büyükanneye bakıyordu. Köpekleri Yaşlı Maud, Ringer, Rippit, Mavi Çocuk acı acı uluyorlardı. Sanki Küçük Ağaç’ın ayrıldığını hissetmişlerdi. Büyükbaba hiç konuşmadan önden yürüyor; çevredeki ağaçlar Küçük Ağaç’ın gittiğini anlamışlar gibi dallarını sallıyor; kuşlar o gün başka bir ses çıkarıyordu. Otobüs durağına geldiklerinde yetim yurdundan gelen bayan bekliyordu. Otobüs geldi, ayrılık kapısı yavaş yavaş açıldığında  Büyükbaba, Küçük Agaç’a, Söğüt John’a sarıldığı gibi sıkı sıkı sarılıp kulaklarına fısıldadı:
  “Küçük Ağaç, gece olunca gökyüzüne bak. Büyükannen ve ben Köpek Yıldızına bakıp seni hatırlayacağız, sen de  Köpek Yıldızına bak bizi hatırla” dedi. Küçük Ağaç, Köpek  Yıldızına her gece bakacaktı. Otobüs hareket ederken, arka cama koştu ve arka camdan baktı. Büyükbaba hala oradaydı. El sallayıp bağırdı:
 “Güle güle büyükbaba. Çok yakında geri döneceğim.”
 Büyükbaba onu görmedi. Biraz daha bağırdı, “mümkünden de öte dosdoğru döneceğim Büyükbaba.” Ama Büyükbaba yalnızca durdu. Akşam güneşi giderek küçüldü, küçüldü. Omuzları çöktü. Büyükbaba artık daha yaşlı görünüyordu
.
Yetimler yurduna gelmişti. Doğruca yurdun müdürü olan efendinin yanına götürüldü. Efendi kısa boylu, şişman, kafasının ortasında saçı olmayan kırmızı yanaklı biriydi. Küçük Ağaç’a hiç bakmadan önündeki kâğıtlara bakıyordu. Bir süre sonra kâğıtlara bakarak:
 “Burada hiç yerli yok. Üstelik anne ve baban da  evli değiller. Şimdiye kadar kabul ettiğimiz ilk ve tek piç sensin” dedi.

Beyaz Adam’ın yasasına göre Kızılderililer evli sayılmazdı. Çünkü Kızılderililer evlenirken kilisede evlenmediler ve Beyaz Adam’ın evlilik evrakını imzalamadılar. Bu yüzden Küçük Ağaç bir piçti. Oysa Küçük Ağaç’ın anne ve babası Kızılderili yasalarına göre evliydiler. Evlilik çubuklarına çizik atmışlardı. Küçük Ağaç anne ve babasının evlilik çubuklarını odasına asmıştı. Küçük Ağaç yerli ve piç olduğu için ayrı odada tek başına kalacak ve kilise ayinlerine katılamayacaktı. İncil’e göre piçler kurtulamayacağından… sadece derslere katılmasına izin veriliyordu. Beyaz Adam’ın yasaları öğretiliyordu. Dersin birinde öğretmen bir resim gösterdi tüm sınıfa. Resimde bir gurup geyik bir birlerinin üzerine atlıyordu. Öğretmen resmi öğrencilerine yorumlatıyor, kimi öğrenciler geyiklerin kavga ettiğini, kimisi koştuklarını söylüyordu. Bu arada Küçük Ağaç’a da fikri soruldu. Küçük Ağaç, büyükbabadan hayvanların hangi mevsimde hangi ağaçların yapraklarının hangi rengi aldıklarında eşleştiklerini öğrenmişti. Sorulan soruya geyiklerin eşleştiğini çocukça bir saflıkla ve doğru olarak söylemişti. Bayan öğretmenin yüzü kıpkırmızı olmuş halde Küçük Ağaç’ın elinden tutarak doğruca Efendi’nin odasına gittiler. Efendi’ye bir şeyler söyleyen öğretmen odadan çıktı. Efendi ile Küçük Ağaç odada yalnız kalmışlardı. Efendi dolabından ince uzun sopasını çıkardı, kollarını sıvazlayarak Küçük Ağaç’a üzerindeki giysilerini çıkarmasını söyledi. Küçük Ağaç denileni yaptı. Efendi yedi yaşındaki Küçük Ağaç’a şöyle diyordu: “Kötülükten doğmuşsun, bu yüzden tövbe etmeyeceğini biliyorum, kötülüğünü Hristiyanlara yaymaman gerektiğini öğreneceksin. Tövbe edemezsin ancak ağlayacaksın.”
Sopa sırtına indi. Acıdıysa da ağlamadı. Büyükanne Kızılderililerin acıya nasıl katlandığını öğretmişti. Yerliler, beden aklının uyumasına izin verir ve ruh aklı bedeninden çıkar ve acıyı görür. Beden aklı, yalnızca beden acısını hisseder; Ruh aklı, yalnızca ruh acısını hisseder. Küçük Ağaç bu yüzden kendini bıraktı. Sopa bir süre sonra kırıldı. Efendi bir sopa daha aldı. Efendi zorlukla soluk alırken;

“ Şeytan inatçıdır ama ulu tanrım, doğru egemen olacak”  dedi. Küçük Ağaç sallanıyordu. Büyükbaba ona ayakların üstünde durabiliyorsan mümkünden öte daha iyi olur diye öğretmişti. Döşeme biraz lekelense de başardığını anlamıştı. Sırtı kana bulanmış, kanın büyük kısmı ayakkabılarına dolmuştu. Çünkü kanı tutacak iç çamaşırı yoktu.

Efendi yatağa gitmesini bir hafta akşam yemeği yemeyeceğini söylemişti.  Ki zaten akşam yemeği yemiyordu. İki hafta derse gitmeyecek odadan çıkmayacaktı. Odasının penceresinden Köpek Yıldızını seyrediyordu. Küçük Ağaç, yurdun penceresinde Köpek Yıldızına bakarak bazen büyükbaba ve büyükanne ile konuşuyor, bazen bahçedeki ağaçlarla konuşuyordu. Büyükbaba ve Söğüt John’a olanları anlatıyor eve dönmek istediğini yazıyordu.
 Bir akşam vakti Küçük Ağaç, Büyükbabayı gördü. Büyükbaba hiç konuşmuyordu. Küçük Ağaç, Büyükbaba Büyükbabaaaa!!  diye bağırıyor ama o duymuyordu. Küçük Ağaç koşarak Büyükbabanın boynuna sarıldı. Büyükbaba, elinden tutup doğruca otobüs durağına gittiler. Küçük Ağaç bunun bir hayal olduğunu sanıyordu. Büyükbaba çıt çıtlı para kesesinden para çıkardı otobüs şoförüne uzattı. Küçük Ağaç büyükbabanın göğsüne yaslanmış, büyükbaba da kolları ile ona sarılmış vaziyette dağları seyrederek giderken, Küçük Ağaç uyuyakalmıştı. Uyandığında tanıdığı dağları gördü ve bunun bir hayal olmadığını anladı.

Gerçekten eve gelmişti.

Büyükbaba ve Söğüt John, yurtta olanları öğrenmişler gereğini yaparak Küçük Ağaç’ı kurtarmışlardı.
Küçük Ağaç eve dönmüştü. Çam Billy, Söğüt John, Büyükanne, Büyükbaba ile mutlu bir gece geçirdiler.