Kitap Tanıtımı: İmparatorluk: Britanya’nın Modern Dünya’yı Biçimlendirişi

Ferguson, kapsamlı incelemesinde Britanya’nın nasıl bir imparatorluğa dönüştüğünü ve modern dünyayı hangi yollarla değiştirdiğini anlatıyor.

İmparatorluk: Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi kitabından bahsetmek istiyorum.

Niall Ferguson, (Çeviren: Nurettin Elhüseyni) İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 3.baskı, 2015, 391 Sayfa.

Kitabın yazarı, Niall Ferguson 1964 yılında İngiltere’de doğmuş. Döneminin en önemli yüz tarihçisi içinde sayılıyor. 1987 yılında Susan Douglas ile evlenmiş 2011 yılında boşanmıştır. Şu anda Ayaan Hirsi Ali ile evlidir. Ferguson’un ikinci eşi Ayaan Hirsi hakkında birkaç bilgi vermek istiyorum. Hirsi 1964 Mogadişu, Somali doğumlu. Hollanda vatandaşıdır. Hırsi, Hollandalı yönetmen Theo van Gogh’un İslam’da kadına şiddeti anlattığı filmin senaristidir. 2 Kasım 2004’te Theo van Gogh, Mohammed Bouyeri adlı Faslı tarafından uğradığı silahlı saldırı sonucu 47 yaşında yaşamını yitiriyor. Yönetmenin vücudunda, Ayaan Hirsi Ali’yi tehdit eden, bıçakla saplanmış bir not bulunuyormuş.

Ferguson, kapsamlı incelemesinde Britanya’nın nasıl bir imparatorluğa dönüştüğünü ve modern dünyayı hangi yollarla değiştirdiğini anlatıyor. Kitap altı bölümden oluşuyor. Yazar kitabında dönemin ilk kaynaklarına başvurarak,  yazarlardan ve şairlerinden alıntılar yaparak anlatım zenginliği oluşturuluyor. Charles Dickens, Daniel Defoe, David Livingstone gibi İngiliz Edebiyatı’nın ünlü isimlerinin eserlerinden alıntılarla eserini kaynak bakımından zenginleştirdiği görülüyor.

Niall Ferguson, Britanya’nın dört tarafı denizlerle çevrili,  yılın büyük bölümü yağışlı geçen, Avrupa’ya kıyısı olmayan ada devletinin,  modern dünyayı nasıl değiştirdiğini sorarak başlıyor kitabına. Yazar Britanya’nın dünyayı biçimlendirirken mazlum halklara zülüm yaptığını, altın ve gümüşünü çaldığını, insanları köle yaptığını örneklerle anlatmaktadır. Britanya’nın, diğer devletlerin altınlarını çalarak işe başladığını söylüyor. Daha sonra şeker kamışı, kakao, tütün, pamuk vb. ürünleri işleyip pazarlayarak yıldızının parlamaya başladığını anlatıyor.

Niall Ferguson, İmparatorluğu sermaye ve ticaret ekseninde inceliyor. Britanya’nın önceliğinin ticaret ve ekonomik olduğunu, gelişimine ticaretin ve tüketiciliğin güç verdiğini vurguluyor. Ferguson, imparatorluğun yükselişini Protestan ahlakında da görmüyor. Esas itici güç İngiliz bireyselciliğidir diyor. Kraliçeden berat alan her paralı İngiliz, köle ticareti yapabilir. Kraliçeden berat alan her İngiliz dünyanın her yerinde kumpanyalar kurabilir. Bunları yapabilmek için Britanya’nın temel kriterleri olmazsa olmazdır. Dokuz maddeden olan bu kriterler Britanya’yı diğer devletlerden ayıran ve başarıya götüren, modern dünyayı biçimlendiren kriterlerdir. Bunlar diğer uluslardan ayırt edici özelliklerdir.

1-İngiliz dili,

2- İngiliz toprak işleme biçimleri

3-İskoç ve İngiliz bankacılığı

4-Görenek hukuku

5-Protestanlık

6-Takım sporları

7- Sınırlı ya da ‘gece bekçisi’ devlet

8-Temsili meclisler

9- Serbestlik ülküsü

İngilizlerin tatlıya düşkünlüğü, çay, kahve, kakao, tütün gibi keyif verici ürünleri işleyerek, İngiliz toplumunda sağlanan yeni yaşam biçimi ortaya çıkarıyor. Tüketim toplumunun temeli böylece atılmış oldu. Bu ürünleri sömürgelerinden elde eden Britanyalılar, Batı Avrupa’ya ihraç ederek kârlı bir tekel oluşturdu. Bu ürünlerin uyuşturucu etkisiyle İngilizlerin tüketim mamullerine doğrudan ulaşma arzusunu tetikledi. Ürünlere doğrudan ulaşma, işleme ve ihraç etmek için kölelere ihtiyaç duyuldu. Bu defa köle  ticaretine başladılar. Hollanda’dan devraldığı ticaret sistemini geliştiren Britanya, oyunun aktörlerinden Hollandalıları devre dışı bırakarak Hindistan’a yöneldi. Yedi Yıl savaşları ile Fransızları da yenilgiye uğratan İngilizler, Hindistan’ın Fransızların ve Hollandalıların değil İngilizlerin olduğunu kesin bir şekilde belirlediler. Bu Britanya’ya iki yüz yıl boyunca hem İngiliz ticareti için devasa bir pazar,  askeri gücü için tükenmez bir kaynak sağladı. Hindistan “taçtaki mücevher ”den çok daha fazla bir şeydi. Tam bir elmas madeniydi. İngilizler, Hindistan’da diğer sömürgecilerden farklı olarak yerli işbirlikçilerle, aralarındaki anlaşmazlıkları kullanarak büyük bir başarı sağladı.

Ferguson,  Britanya’nın köle ticareti, soykırım, hırsızlık vb. kötülükleri yaptığını açık yüreklilikle belirtiyor. Eğer denkleme Britanya girmeseydi bu günkü Dünya’yı diğer sömürgeciler asla şekillendiremezdi. İngiliz başarısının altında bireysel girişimcilik olduğunu ama dini fanatizmin olmadığı bir yapıdan söz ediyor. Bunu Amerika Birleşik Devletleri ile Britanya’yı kıyaslayarak şöyle dillendiriyor:

“Ancak günümüzde dünyaya hükmeden imparatorluğun Britanyalı atasına göre hem fazlaları, hem de eksiklikleri vardır. Çok daha büyük bir ekonomiye, daha büyük bir nüfusa, çok daha büyük bir silah donanımına sahiptir. Ama en acil ihtiyaç duyulan, ihmal edildiğinde kendi güvenliğine yönelik en büyük tehditleri besleyen geri bölgelere sermaye, insan ve kültür ihraç etme dürtüsünden yoksun bir imparatorluktur. Kısacası, adını söylemeye cesaret edemeyen bir imparatorluktur. Kendini inkâr eden bir imparatorluktur.” Hırsıza yol gösterme babından Ferguson, Batı Emperyalizminin bayraktarlığını yapan ABD’nin Britanya’nın ulaştığı başarıyı sürdüremeyeceğini örneklerle anlatıyor.

Ferguson, açık yüreklilikle Britanya’nın Dünya’yı biçimlendirirken yaptığı kötülükleri, dönemin kaynaklarından örnekler vererek anlatmaktadır.

Yazar kitabının sayfalarında ilerlerken alttan alta, “İmparatorluğun olmadığı bir dünyayı hayal etmek öğreticidir” diyerek, “biz olmasak ne olurdu, bir düşünün” demeye getirmektedir. Bu düşüncesini pekiştirmek için çeşitli örnekler vermektedir.

“İngiliz egemenliği dünyanın dört bir yanına yayılmamış olsaydı, liberal kapitalizm dünyadaki farklı ekonomilerde başarılı olamazdı.”

Britanya’nın emperyal egemenliğinin etkisi olmasaydı parlamenter demokrasiye özgü kurumların dünyadaki devletlerin çoğunluğunca benimsenmezdi.”

Yine Ferguson, dünyanın günümüzde Britanyalıların etkisiyle oluşan seçkin okulları, üniversiteleri, mülki idaresi, ordusu, basını, parlamenter sistemi olmazdı diyor.

Yazar, Britanya’nın İngiliz diline katkısını şöyle anlatıyor: “Geride kalan 300 yılın açık arayla en önemli ihraç ürünü İngilizcenin olduğunu dile getiriyor. Bu gün dünyada 350 milyon insan birinci dil, 450 milyon insanda ikinci dil olarak İngilizce konuşuyor. Bu her yedi kişiden biri demektir.”

Ferguson, Britanya’nın lekesiz bir sicile sahip olmadığını söylerken, dünya barışına katkıda bulunması, serbest ticaret hareketlerine, serbest işgücüne de öncülük ettiğinin yadsınamaz olduğunu vurguluyor.

Yazar, Britanya sayesinde modern bir küresel iletişim şebekesinin geliştirilmesine muazzam bir katkı sağladığını söylüyor. Ayrıca Britanya sayesinde çok geniş alanlara hukukun üstünlüğü anlayışı yayıldığını, emsali görülmemiş küresel bir barış ortamı sağlanmıştır diyor.

 Niall Ferguson, kitabında imparatorluğun tarihsel sürecini hiç gocunmadan akıcı bir dil ile anlatmaktadır. Bu zulümleri yapan Britanya yaptıklarını unutturacak derecede dünyaya insanların mutlu yaşayacağı bir dünya bıraktı demeye getirmektedir.

Kitap yararlandığı kaynaklar, verdiği örnekler bakımından zengin, ortalama bir tarih okuyucunun okuyabileceği bir kitaptır. Yine sömürülenler ve sömürgecilerin toplumları yönetirken nerede ve nasıl davrandıklarını anlamak için okunması gereken bir kitap olduğu kanaatindeyim.

                                                           Alaaddin Aydın