Gökhan Özcan – 06.09.2021 – Yeni Şafak
“Zekasından kıvanç duyan insan, hücresinin büyüklüğüyle övünen mahkumdan farksızdır” diyor Simone Weil, ‘Kişi ve Kutsal’ isimli kitabında. Bu çağın özeti gibi bu cümle… Böyle bir yanlışı tereddütsüzce benimseyerek, insanlığın uzun zihinsel serüveninde içine düştüğü en büyük kara deliğin içine bırakıyoruz adeta kendimizi.
Durup birkaç dakika insafla, basiretle, berrak bir dikkatle dünyanın haline bakabilsek; zekasının peşine takılan insanın dünyayı, hayatı, insanı ne hale getirdiğini görebileceğiz. Bugünün dünyasında iyi giden, doğru giden, insanın lehine seyreden herhangi bir şey bulup söyleyebilmek gerçekten çok güç.
Zeka önemli elbet… Ama hangi zeka? Aklıselimin emrinde, kontrolünde, iradesinde yükselen zeka mı? Yoksa, nefsaniyetin, egonun, sebepsiz kibrin elinde kötülüğü koyultan, çoğaltan, yaygınlaştıran zeka mı? Zeka bir nimet, kabiliyetlerimiz arasında belki de en özel olanı, evet! Ama özünde yön tayin edici bir kabiliyet değil, doğru yolda, istikamette, güzergâhta ilerlememizi sağlayacak, kolaylaştıracak, geliştirecek, zenginleştirecek bir kabiliyet… Aklıselimi devre dışı bırakarak, kadim kaideden uzaklaşarak, herhangi bir kayıtla bağlı tutmadan önünü açtığımız, yön tayin etme işini sonsuz bir serbestlikle yüklediğimiz zeka, bizi kaçınılmaz olarak insanın zayıflıklarına esir edecektir. Çünkü insan, direksiyonu elinden bırakılınca sağa sola çeken bir araba gibi yoldan çıkmaya meyyaldir. İçinden geçtiği imtihanın bir cilvesi, bir badiresi olarak böyle bir maluliyetle yaşar dünya hayatında. Bundandır bugün; kaideden uzaklaşan, kendi başına buyruk bırakılan ve kapasitesinin kaldıramayacağı misyonların altına sokulan ‘zeka’nın hiç durmadan başımızı belaya sokması, hayatı her gün biraz daha büyüyen bir karmaşaya, bir kargaşaya çevirmesi, insanın kendine, hayata, anlam yüklü diğer her şeye her an biraz daha fazla yabancı ve uzak hale gelmesi…
“Tabiatı ne hale getirdik, her yer çer çöp dolu” diye yakınacak oldu gözlüklü olan. “İnsanın tabiatında durum farklı mı?” diye sordu gözlüğü olmayan.
Kirlilik, çürüme, bozulma, kuruma, tükenme dünyanın her yerini, tabiatın her köşesini sarıyor ve tamamı insan kaynaklı… Aynı şey insanın zihni, düşünceleri, duyguları, davranışları, ilişkileri ve yol açtığı etkiler için de geçerli… Tabiatı tahrip ve tahrif eden insan, bu kötülükleri aslında önce dolaysız olarak kendine, sonra dolaylı olarak tabiata, dünyaya, hayata yapıyor. Her şeyi bozan aslında bozulan insan!
Daniel Keyes’in ‘Algernon’a Çiçekler’ kitabından ilgili birkaç satır: “Zeka bir insanın sahip olabileceği en büyük lütuflardan biri… Ama yazık ki, bilgi arayışı sevgi arayışını kapı dışarı ediyor. Sevgi alma ve sevgi verme yeteneğinden yoksun olan zeka, zihinsel ve ahlakî çöküşe, nevroza, muhtemelen psikoza bile yol açar. Ve ben -merkezci bir amaca odaklanan ve insan ilişkilerini dışlayan bir beynin, sadece şiddete ve acıya neden olacağını de eklemek istiyorum”
Kötülük, hırs, hoyratlık, kibir, hükmetme arzusu, sefahat ve daha başka yanlışlar, kendimizi ‘insan’da tutmakta hassasiyet göstermezsek rahatlıkla içlerine sürükleneceğimiz kara deliklerdir. Ayarlarımızı ‘insan’da tutmakta ısrarlı ve dirençli olmazsak, iplerini ellerine bıraktığımız zekamız bütün bu yanlışları allayıp pullayacak bahaneleri büyük bir ustalıkla bulup önümüze koyar. Bu noktadan sonra insanın kendine mukayyet olması hiç olmadığı kadar zor bir hale gelir. Bu tehlikeli aldanışı, yaptığımız her yanlışın içinde arayıp bulmak ve teşhis etmek zor olmasa gerek!
“Sıkı tutunursan salıncak eğlencelidir” dedi beyaz saçlı adam, “Tutunmazsan, çare yok, yaralanırsın!”