İmmoralizm ve Ekranlardaki Fahşa

Şimdi sayıları elliyi aşkın ekranlarımızın hemen tümünde sergilenerek seyrettirilen dizilere gelelim… Bila istisna bütün ekranlarda şu metalar sergilenerek paraya tahvil ediliyor… Tabancayla, bıçak ve kadının beyaz eti’nin dekatıldığı skandallara dönüşen dizilerde, beşeri varlıklarıyla birlikte hayat, din ve imanı da dahil tüm fizik ötesi alem, teferruattır… Bu tarz ahlak dışı sanat anlayışının kızlı oğlanlı çocuklarıyla birlikte seyrederek bağımlılaşan aile fertlerinin, toplum bünyesinde meydana getireceği ve örneği de halen ortadaki canlı moda eserinin yaptığı tahribatı bir düşününüz…

İmmoralizm.. 

 

Prof. Hilmi Ziya Ülken’in 1966’da Konya Selçuk yayınları arasında çıkan “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi” isimli kitaplarında bu konuda yer veren kısacık bölümüne, önemine binaen, bir atf-ı nazar eyleyelim…

“İkinci Meşrutiyeti takiben anarşik hürriyet başlar. Hiçbir ölçü tanımayan bu hürriyet ortamında cinsi ahlak değerlerine karşı yıpratıcı bir moda akımı,çevrede, içtimai disiplinin ipini koparır…” 

“Bu dönemde yazar ve çizerler iki grupta toplanırlar. Hürriyetin getirdiği sınırsız serbestlik havasında birbirleriyle çelişkiye düşen felsefi akımların kaba şüpheciliği ve diğerinde de, gelenekçi cinsi baskıların kalktığı çevrelerde ahlak dışına doğru yönelişler ki, bu grupta Fransız çıplakçılarının dahi yapmaktan ve yazmaktan hicab duydukları, ahlakı, bütünüyle yok eden immoralizm…”

“Bir anlamda, ‘Sanat için sanatçılık’…” 

Bu arada; söz konusu iki tipin yazarçizerleri arasında bir tartışma başlıyor. Moralizm’le immoralizm felsefeleri tartışmaya açılıyor…

Moralistler ki, “Ahlak için sanat” kesimidir…

Sorguluyorlar…

Sanat için sanat” yanlıştır. Bu fikir “Ahlak için ahlak” gibi son gaye anlamını taşır. Sanat da birtakım şartlara tabidir. Burada “mutlak hürriyet” olmaz. Mutlak hürriyet insanın vehmidir…

Sanatçı, ahlakı ne dereceye kadar göz önüne almayacak, alamayacaktır?. Bunun bir hududu ve sınırı var mıdır?

Bir hudut varsa, az da olsa demek ki, bir kayıt vardır. Eğer hudut yoksa o zaman sanat da olmaz, olamaz. Bu durumda ise iki alternatif karşısında kalırız…

Birincisi, “sanatı, belirli bir derecede yine ahlakla bağlıdır” diye kabullenmek; 

Ya da ikincisi olarak, “her türlü ahlaki kaydın dışına çıkmak” ki, o zaman da sanat, bir skandala dönüşüyor…

Şimdi sayıları elliyi aşkın ekranlarımızın hemen tümünde sergilenerek seyrettirilen dizilere gelelim…

Bila istisna bütün ekranlarda şu metalar sergilenerek paraya tahvil ediliyor…

Tabancayla, bıçak ve kadının beyaz eti’nin dekatıldığı skandallara dönüşen dizilerde, beşeri varlıklarıyla birlikte hayat, din ve imanı da dahil tüm fizik ötesi alem, teferruattır…

Bu tarz ahlak dışı sanat anlayışının kızlı oğlanlı çocuklarıyla birlikte seyrederek bağımlılaşan aile fertlerinin, toplum bünyesinde meydana getireceği ve örneği de halen ortadaki canlı moda eserinin yaptığı tahribatı bir düşününüz…

“İstanbul Sözleşmesi”…

Mesela, KADEM…

Bu çöküntü ve tahribatın, kamu sağlığının tek güvencesi olarak kabul edegeldiğimiz devlet organlarını harekete geçiremediğine ve geçiremeyeceğine göre;

Demek ki bu belalı fahşanın, samimiyetimiz gereği “sanat için sanat” amaçlı olmadığını düşüneceğini tahmin edemeyeceğimiz yönetim tarafından da maalesef sanırız, “ahlak ve sağlık için sanat” eseri olarak kabul edilmektedir

Biyolojik ve moral sağlığımıza hizmet amacıyla demokrasi güvencesinde sergilenen kamu hizmetleri kümesinde yer aldırılmasıdır, bu kabullenişin gerekçesi…

Aksi halde şehir hastanelerimize ne gerek?

Devlet adına işlem koyan organların mesela Meclis’in sessizliği, ya da hükümetin etkisizliği veyahut kanunların yetersizliğinden bu anlam çıkar…

 Bu hal ve keyfiyette bizlere düşen milli, ahlaki ve dini görev ne olmalı?…

Seyreden ve etmeyen insanımızı, bunlardan şikayet yerine bilhassa, erkan-ı devletimiz ile Siyonizm’in topraklarımızdaki ileri sürülmüş karakollarına toz kondurmaktan kaçınmaya davet etmek!…

Hazır İstanbul Sözleşmesiyle mutabakat altyapısı da hazırlanmış iken…

Öyle değil mi?…

Şu bizim milletin işine akıl erdirmek de pek zor. Hem fukaralıktan ve parasızlıktan şikâyet ederler, hem de “Amasya’nın bardağı” fehvasınca önlerine konan b’i ton, hem de bedava dizi ve sinema filmlerine nankörlük…

Neymiş efendim, çok çirkin ve ayıpmış bu diziler!…

Yok canım!…

Sokaklara çıkın bakalım, hem de, ne canlı kanlı fıstık-ı makam, hepsi de birden, “Mutlak hürriyetin”hazzını yaşıyorlar…

Başlarındaki paçavralar da pek şık…

Yakışıyor da, haspalara…

NOT:  Kimi kadın başlarındaki bez parçalarına ‘paçavra’ tabirini kullanmakta, biline ki, çok çirkin…

Akit / Atilla Özdür