II.Bölüm Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sufilik:Kalenderiler

Yazar çekingen bir tavır ile “Bu vesileyle şunu da söyleyelim ki, ilk bakışta herhangi bir tarikat mensubu değil gibi duran Yunus Emre’nin de, o dönem Anadolu'sundaki popüler sufilik üzerinde bugün sanıldığından çok daha hâkim bulunan Kalenderi-Melameti akımı içinde ele alınıp incelenmesi zarureti kendiliğinden beliriyor.” Demektedir. Kalenderiliği incelemekte olan yazar, Barak Baba’nın Moğol ajanı olduğunu, müridi Tapduk Emre’nin (popüler Kalenderiler gibi) şeriata pek uymadığını belirtmesine rağmen, Yunus Emre için fazla malumat vermemesi ve ketum davranması ilginç olsa gerektir.

Amasya’da faaliyetlerini sürdüren Kalenderi Şeyhi Aybek Baba,  şeriata aykırı yaşantısı ve “Allah’ın insan vücuduna girip onunla birleştiği” gibi sapkın fikirleri dolayısıyla ulema tarafından eleştirilen, Moğollara ajanlık yapan bir Kalenderi şeyhiydi. Kendi faaliyetlerine engel olduğunu düşündüğü Selçuklu vezirini Moğollara hizmetinin karşılığında öldürtmüştür.
Yine Tokat yakınındaki bir köyde faaliyetlerini yürüten Kalenderi Şeyhi Barak Babadır. Barak(köpek) lakabını kendisine şeyhi Sarı Saltuk vermiştir. Barak baba da Moğol asker ve yöneticileri arasına girmeyi başarmıştır. Şöhreti Moğol-İlhanlı sarayına kadar ulaşmış. Gazan Han yanına giderek, Moğol şamanlarına çok benzeyen Barak Baba, burada bazı tecrübelere tabi tutulmuş ve sonunda hükümdarın gözüne girmeyi başarmıştır. Moğollar Barak Baba’ya o kadar muhabbet beslemişlerdir ki, ölünce kendisine türbe yaptırmışlardır. Barak Baba Moğollara hizmet etmiş önemli şahsiyet olduğu anlaşılıyor. Barak Baba’nın müritlerine ‘Baraklılar’ deniliyormuş. Yazar ‘Baraklılar’ hakkında bizlere şu mühim bilgiyi aktarıyor: “Baraklılar’ın kılık ve kıyafetlerini, ayinlerini Arap kaynakları sayesinde oldukça iyi tanıyoruz. Onların anlattığına göre, Barak Baba Dımaşk’a gittiğinde, yanında yüz kadar müridi bulunuyordu. Bunlar başlarına iki yanında boynuzlar bulunan keçeden birer başlık giymişlerdi. Daha önce de belirtildiği gibi, saç, sakal ve kaşları kazınmış olmakla beraber, gür bıyıkları vardı. Boyunlarında küçük ziller ve aşık kemikleri asılıydı. Korkunç bir gürültüyle çaldıkları davulların temposuna uyarak raksediyorlar, bu arada korkunç naralar atıyorlardı. Onların bu kılıklarının ve yaptıkları raksların, zındıklıkla itham edilerek “Şeytan’ın arkadaşları” diye nitelendirilmelerine ve gittikleri her yerde (Mısır ve Şam mıntakaları) şiddetli tepkilerle karşılanmalarına sebep olduğu görülüyor. “ Baraklıların Mısır ve Şam taraflarında tepki ile karşılanırken Moğollar nezdinde makbul tutuldukları görülüyor. Yunus Emre’nin şeyhi Tapduk Emre’nin Barak Baba’nın şeyhi olduğu bilgisini öğreniyoruz kitaptan.  Tapduk Emre’nin şeyhi Barak Baba’nın ‘Baraklılar’ zümresi varsa, Tabduk Emre’nin de‘Tabduklular’ zümresi bulunduğunu ve tıpkı öteki Kalenderi zümreler gibi, şeriata pek uymadıkları bilgisini okuyoruz. Yazar çekingen bir tavır ile  “Bu vesileyle şunu da söyleyelim ki, ilk bakışta herhangi bir tarikat mensubu değil gibi duran Yunus Emre’nin de, o dönem Anadolu’sundaki popüler sufilik üzerinde bugün sanıldığından çok daha hâkim bulunan Kalenderi-Melameti akımı içinde ele alınıp incelenmesi zarureti kendiliğinden beliriyor.” Demektedir. Kalenderiliği incelemekte olan yazar, Barak Baba’nın Moğol ajanı olduğunu, müridi Tapduk Emre’nin (popüler Kalenderiler gibi) şeriata pek uymadığını belirtmesine rağmen, Yunus Emre için fazla malumat vermemesi ve ketum davranması ilginç olsa gerektir.
Yazar kitabında Anadolu’da yüksek zümre Kalenderliğinden söz etmektedir. Bu zümreye dâhil Kalenderlerin öbürleri gibi, ömürleri seyahat ile geçmesine rağmen,  yarı çıplak, acayip kılıklarla dolaşan, esrar çekip köy köy dolaşıp dilenen kimseler olmadıklarını belirtmektedir. Bu zümreye örnek olarak Anadolu Selçuklular döneminde Mevlana’nın şeyhi Şems-i Tebrizi’den bahis etmektedir. Yazar Tebrizi bahsinde; “ Biz burada onun Mevlana ile ilişkilerini bahis konusu yapmayacağız; yalnız Kalenderlikle alakası meselesini ele alıp tartışmaya çalışacağız.” Demektedir.
Yazar, Şems-i Tebrizi için “İlgi çekici bir karakter, muhatabını ikna etmede üstün, nev-i şahsına münhasır sufi, Mevlana gibi yüksek seviyede bir insanı etkisi altına alıp,  onu ilim ve kitaplardan vazgeçirip yaşamakta olduğu zuhd ve takva hayatından alıkoyarak aşk cezbe sahibi bir şair sufi yaptığı meselesi hala sırrını korumaktadır.”Demektedir. Devamında: “Kanaatimizce Şems-i Tebrizi’nin Mevlana’yı bu kadar derinden etkileyen bir yanı, onun dünya, insanlar, toplum ve nihayet o güne kadar hâkim olmuş bulunan klasik tasavvuf karşısındaki kendinden son derece emin, yukarıdan bakan, dış görünüşe aldırış etmeyen gerçek kalenderane tavrı olmalıdır. O kadar ki, o bu tavrını, Eflaki’deki bir kayda göre, açık açık şarap içecek derecede şer’i emirlere kayıtsız davranmaya kadar vardırıyor ve çevresindekilerce zındık ve mülhid telakki edilmekten asla rahatsız olmuyordu.” Demektedir.
Osmanlı devletinin kuruluşu sırasında Kalenderi dervişlerin Osmanlı beyliğine sonradan gelip yerleşmiş, zamanla ‘Horasan Erenler’i diye adlandırılan bu zümrelerin Horasan doğumlu olmayıp, Horasan çevresinde gelişen cezbe ve ilahi aşk esasına dayalı Kalenderi akımına mensup oldukları görülmektedir. Bu Kalenderîlerin bekâr ve genç olduklarını öğreniyoruz. Orhan Bey ve I.Murat dönemlerinde bekâr ve genç kuvvetler fetihlerde yararlıklar gösteriyorlardı. Abdalan-ı Rum olarak adlandırılan Abdal Babaları müridleri ile fetihlerde gaza ediyorlardı.  Bu hizmetleri sebebiyle Osmanlı beyleri bir kısım yerleri maiyetindeki dervişlerle birlikte yerleşip zaviyeler açsın, oralarda iskâna yardımcı olsunlar diye bağışlıyorlardı. Orhan Bey zamanında fetihlere katılan Geyikli Baba, tipik Kalenderi şeyhi olarak Sünnilik dışı bir hayat tarzını benimsediğini görülmektedir. O döneme ait bir belgeye göre Geyikli baba şarap ve araki içmektedir. Bu sebeple Orhan Gazi, kendisine “iki yük araki ve şarap” yollamıştır; zira “Baba mey-hordur” (mey-hor: içkici, şarapçı, serhoş)
Osmanlı’nın ilk devirlerinde yaşamış Kaygusuz Abdal; belden yukarısı çıplak, saçı, sakalı, kaşı, kirpiği kırkık, esrar çeken bir Kalenderi şeyhiymiş.
Her yirmi dört saatte bir aynı anda koyun gibi melediği için  ‘Koyun Baba’ diye anılan, Fatih Sultan Mehmet zamanında yaşamış Kalenderi şeyhi, Fatih’in Uzun Hasan üzerine giderken ziyaret ederek etrafındaki köyleri vererek takdir ettiği başka bir Kalenderi şeyhidir. Yazarın belirttiğine göre Osmanlı devletinde Kalenderîlere Fatih Sultan Mehmet döneminde tekke ve zaviyeler tahsis edildiğini, İstanbul’un fethine katılan Kalenderîlerin manastırları zaviye dönüştürdükleri öğreniyoruz.
Avrupa kaynaklarının Dervişler dediği Kalenderiler şöyle tasvir ediliyormuş; “Kalenderiler, mahrem yerleri hariç hemen tamimiyle çıplak gezmekte olup, sırtlarında güneşte kurutulmuş bir koyun veya keçi postu taşırlar. Bu onların yaz-kış kıyafetleridir. Ellerinde ucu topuzu bir asa, bellerinde, çeşitli işlerde kullanmak üzere bir nacak taşırlar ki bu çeşitli işler arasında fırsat buldukça tenha arazide yolcuları soymakta vardır. Yiyeceklerini genellikle “Şah-ı Merdan aşkına!” diyerek dilenirler. Hemen her tarafta tekkeleri olmasına rağmen, pirleri olduğuna inandıkları Battal Gazi’nin türbesinin bulunduğu Seyyid Gazi Zaviyesini çok üstün tutarlar ve her cuma günü burada toplanarak ayin yaparlar. Bu ayinlerin tafsilatını anlatan Antonio Menavino, Kalenderiler ‘in ayin sırasında esrar içerek kendilerini yaraladıklarını yazar.”
Bu dervişler, İslamiyet’i yayma bahanesiyle İran’dan Moğolistan’a, hatta Çin’e kadar seyahat ederek aslında casusluk yapmaktadırlar. Onlar Doğu dünyasının en mükemmel casuslarıdırlar. Bu hizmetlerine rağmen devletin onlara pek de iyi gözle bakmadığını, bazı zaviyelerin gayri ahlaki olaylara sahne olmaları sebebiyle Köprülü Mehmet Paşa tarafından yıktırıldığını da söylenmektedir.
Osmanlıların, Kalenderîlerle ilişkileri hep dostane geçmemiştir. Çelebi Mehmet zamanında Şeyh Bedrettin, Torlak Kemal, Börklüce Mustafa isyanları, II.Beyazıd döneminde Şahkulu İsyanı, Bozoklu Celal İsyanı vb. isyanları örnek verilebilir.
Kalenderi kitaplarında : “ Kalenderilik âlem halkının hayrında şerrinde olmamak, cennet ve cehennem korkusu taşımamak, halk arasına karışmamak, mücerred olarak cihanı dolaşmaktır. İnsan terk ü tecrid gibi değerli bir nakde ve teslim, rıza, tevhid ve sabır servetine malik olduktan sonra, parayı, altın ve gümüşü, malı ve mülkü hiç bir zaman özlemeyecektir. İnsanın gerçek dostu fakr’ dır. Bundan utanmadıktan sonra insanın başka şeylerle işi ne olabilir.” Fakirlik övülmekte “Fakirler Allah’ın has kullarıdırlar; felekler onlar sayesinde durur. Peygamber Mahşer Günü onlarla iftihar edecektir; çünkü onlar Allah’tan başka hiç bir şeye meyletmemişlerdir. “ denilmektedir.
Kalenderlere göre “Kanaat, yani, insanın hayatını sürdürebileceği kadar dünyalıkla yetinme kendini başka şeylerden alıkoyabilmesi, gerçek zenginliğin ta kendisidir.”
Yine Kalenderlere göre “Nedamet, yani, kişinin bütün hatalarından, günahlarından ve yersiz işlerinden pişmanlık duyması, Kalenderlik yolunun saliklerinin her zaman yapmaları gereken bir şeydir. Nedamet salikleri diri tutar. Bunun için insanın sık sık yaptıklarından nedamet duyması gerekir.”
Kalenderiler için önemli bir telakkide,  iyilik ve faziletleri gizleyip halka yalnızca kötü işleri ve kusurları gösterme eğilimidir.
Vahdet-i Vücut telakkisi ve Hurufiliğin Kalenderi zümrelerin içerisine girmesinden sonra, bu Panteist telakki daha da pekişip yaygınlaştığı görülüyor. Panteizmle güçlenen devir, tenasüh ve hulul gibi inançlar, XIII. Yüzyıldan XVII. Yüzyıla kadar Selçuklu ve Osmanlı devri popüler Kalenderliğin doktrinine hâkim telakkiler haline gelmiştir. Kaygusuz Abdal’dan şu sözler aktarılır: “”Halik’in emri beni kuze-ger balçığı gibi devrinin çarhı üzerine koyub doIab gibi döndürdi ( …. ) Gah beni kuze dizdi ( …. ) Gah saraylara kerpiç eyledi ( …. ) Gâh insan eyledi, gâh hayvan eyledi. Gâh nebat, gâh ma’den eyledi. Gâh yaprak, gâh toprak eyledi. Gâh pir, gâh cüvan eyledi (  . . . ) Nice bin kerre isimler ve lakablar urundum. Nice bin kerre dürlü suretlerden göründüm… “
Kalenderiler arasında cemalperestlik akidesi önemli bir yer teşkil etmektedir. “Güzelliğe, yani Allah’ın güzelliğine tapınma” Kalenderler arasında yaygın bir inançtı.  Mahbubperestlik ile cemalperestlik sıkı sıkıya bağlantılı bir telakki olup “Allah’ın güzelliğinin genç delikanlıların yüzünde tecelli ettiği anlayışından yola çıkarak bazı sofilerin kendilerine güzel yüzlü delikanlılardan dost edinmeleri olgusu anlatılır. Kaynaklar özellikle, İran ve daha sonra da Anadolu sahalarında mevcut Kalenderi zümrelerinde genç ve güzel yüzlü, mütenasip endamlı delikanlılardan mahbub veya maşuk edinme konusunda pek çok malzeme ihtiva ederler.
Kitaptan öğrendiğimize göre, Vahdet-i Vücud telakkisinin değişik bir yorumu olarak “Allah’ın güzel yüzlü genç erkeklerin simalarında tecelli ettiği” gerekçesiyle kendine uygun bir de tasavvufi zemin bulan mahbubperestlik hakkında kaynaklarda ilgiye değer malumat vardır. XIII. yüzyılın ünlü Kalender Şeyhlerinden Fahru’d-Din-i Iraki’nin, vaktiyle Kalenderiler arasında gördüğü güzel bir delikanlıya ilgi duyduğu için bu yola intisap ettiğinden bahisle Evhadü’d-Din-i Kirmani’nin de bu yüzden Şems-i Tebrizi’nin tenkidine uğradığı belirtilmektedir.
Mesela XIII. yüzyılda İbnü’l-Hatib Cavlakiler’i anlatırken, onlar arasında “livata (eşcinsellik) illeti”nin çok yaygın bulunduğunu, mecbur kalmadıkça kadınlara ilgi duymadıklarını kaydediyor. Ahmed Eflaki de Mevlana’nın, oğlu Sultan Veled’i Şems-i Tebrizi’ye mürid olarak verirken onun, “çirkin livata hastalığından uzak bulunduğu” konusunda teminat verme gereğini duyduğunu yazmaktadır. Onun bu kaydı da, Mevlana zamanında Anadolu Kalender’inde bu işin iyi bilindiğini anlaşılıyor.
Kalenderîlerin esrar içerek ateş semahı yaptıkları şöyle anlatılmaktadır: “içtikleri esrarın etkisiyle kendilerinden geçerek tam bir vecd içine giren dervişler, yavaş yavaş coşarak, defler, kudümler ve ziller eşliğinde ilahiler söyleyerek ateşin etrafında raksa koyuluyorlardı. Buna semah denmektedir. Raksederek iyice coşan dervişler, arada sırada “falanın aşkına filanın aşkına!” diyerek bıçaklarıyla vücutlarının muhtelif yerlerine yaralar açıyorlardı. Bu yüzden pek çok dervişin vücudu bu yaraların izlerini taşımaktaydı. Yine kitaptan öğrendiğimize göre livata ve şarap içme kadar afyon yemenin de Kalenderîlerin hiç utanmadan yaptıkları işlerden olduğunu belirtilmekte, Ahmet Eflaki’nin de dolaylı olarak bu işin yaygınlığını belgelendirmektedir.
Kitaptan Hacı Bektaş-ı Veli hakkında şu ilginç bilgilere rastlıyoruz: “Hacı Bektaş-ı Veli’nin tıpkı Barak Baba gibi, yarı çıplak, saçı sakalı, kaşları kazınmış, ama uzun ve gür bıyıkları olan bir Haydari şeyhi olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Hiç şüphesiz bu portre, klasik Bektaşi ikonografisinde iyice yer etmiş bulunan -bize göre muhtemelen XVIII-XIX. yüzyılda oluşmuş- malum cübbeli, sakallı, bıyıklı, başı taçlı Hacı Bektaş-ı Veli tipinden çok farklıdır. Bu yüzden, günümüz Alevi-Bektaşilerinin hayallerinde iyice yer etmiş bu resmin yerine “yarı çıplak, saçı sakalı, kaşları kazınmış, ama uzun ve gür bıyıkları olan” bir Kalenderi Hacı Bektaş’ı koymaları, muhakkak ki kabulü çok zor bir değişimdir. Ama Alevi-Bektaşi kesiminin çok muteber tuttuğu, hatta yarı mukaddes bir nitelik atfettiği Velayetnamenin tasvir ettiği tarihi Hacı Bektaş-ı Veli budur.” Denilmektedir.
Günümüzde abdal, kalender, torlak ve ışık gibi köy ve mecralara sıkça rastlanıldığı, Anadolu’nun değişik yörelerinde yerleşim yerlerine örnekler verilmektedir.
Halen Türkçede kullanılan bazı atasözleri ve deyimler de Kalender dervişlerinin hatıralarını yansıtırlar. Mesela, günümüzde, zeka bakımından yetersiz kişilere bazı şeylerin ilham edileceği şeklinde yanlış anlaşılan “Abdala malum olur” sözü, bunun tipik bir misalidir. Hâlbuki buradaki abdal kelimesi, Kalender dervişi demektir. Kalenderler ile alakalı bazı deyimler hala Türkçede mevcuttur: Mesela “Aptal aptal bakınmak “, “aptallığına doymamak “, “aptallık parayla pulla değil”, “aptallığına saymak ” (veya aptallığına vermek) , ” hayran abdal, ” “abdal haki” vb. deyimler, belli başlı örnekler olarak sıralanabilir. Bu deyimlerden başka, bir takım atasözleri de mevcuttur. Mesela bugün, şahsi çıkarı için birine yakınlık gösterip çıkarını sağladıktan sonra sırt çeviren kişileri anlatmak için kullanılan, “Abdalın dostluğu köy görününceye kadardır” ve ”Abdalın karnı doyunca gözü yoldadır sözleri iki tipik örnektir. Aslında bu sözlerin her ikisi de Kalenderi abdallarının gezgincilik vasıflarından doğmuştur. Bunu gösteren bir başka atasözü de, ”Abdal yürümezse dağ yürür” sözüdür. Bu tür deyimlere son bir örnek olarak, herkesin şahsiyet ve mesleğine yakışan yerde olması gerektiğini anlatan ”Abdal tekkede, hacı Mekke ‘de” sözünü zikredebiliriz.
Kalenderliğin dünyaya boş veren felsefesi, Kalenderîlerin halk arasında, maddi çıkarlara fazla önem vermeyen, hoş görülü, herkesle kolay geçinen kimseler olarak algılanabilmesine de yol açmıştır. Bu sebeple bu huylara sahip kişiler hakkında “Kalender adam “, “Kalender-meşrep” deyimi hala sıkça kullanılmaktadır. Hatta bu düşünceden hareketle kalender kelimesi, sahiplerinin karakterlerini belirtmek üzere bazı işyerlerine dahi isim olarak verilmektedir.
Alaaddin Aydın