Başkanlığını Tayyip Erdoğan’ın üstlendiği Türkiye Cumhuriyeti Devletini alalım. Kanunun kendine tanıdığı haklarını idareye karşı ileriye sürüp, hak talep etme hürriyetine sahip vatandaşlar. İnsan olarak da, biz…
Maddi ve manevi olarak haklarımız neler olabilir?..
Devletin görevleri, haklarını tanıyarak vatandaşlarına teslim etmektir. Örnek olarak mesela, fiziken veya zihin yoluyla edindiğimiz değerlerin emniyetinin sağlanması. Sağlığımızın korunması, eğitim dahil kamu hizmetlerinden eşit biçimde faydalanma… Bunun ön şartıysa, hukuk devleti insanının (vatandaşını), devletine karşı yüklendiği görevlerini savsaklamadan harfiyen yerine getirmesi…
Askerlik, vergi ödevi, kamu malını koruma, vs,vs…
Kısacası, vatandaş görevini yapacak, devlet de borcunu ödeyecek. Ödemez ise vatandaş elindeki hukuk silahını kullanacak…
¥
Hukuk devletinde sınıf imtiyazına yer olmamasına karşın, pratikte ırkçılığın kaçılamazlığından, maalesef her alanda yaygın. Bunun sebebi, siyasetin dinli dinsiz, Atatürklü Atatürksüz bütün kanatlarındaki yaygın İTİKAT. “Bizim hırsızımız namusludur” zihniyetinin politik itikata dönüşerek, iktidarları kamu zararlarını takipten sarf-ı nazara zorlaması. Bu da, sınıf imtiyazının derinliğinden…
Gerçek hayatta suçlar ve günahlar ferdi olduğundan, mükafatı da mücazatı da failine kesilir. Hırsız, hırsızlığını kendi hesabına ve kendisi üretmiştir. Yönetim yetkisini kampanyalı sandık yarışmalarından kopara kopara çıkaranların hırsızlıkları, tekil ya da grup faillerinden ziyade, yönetimin denetim mekanizmalarında yer alan muhalefet gruplarının da topyekûn zimmetindedir…
Çünkü usul ya da anlaşmaya göre iktidarla muhalefet, sık aralıklarla ve sıra ile pozisyon değiştirirler…
¥
Yakın geçmişimizde bir düzineyi aşkın banka siyasi görüşleri farklı sahip ve yöneticileri tarafından bilerek batırıldılar. Bu sirkat fırtınalarının haram kaymağını politikacılarla bankaların sermaye ortakları ve yöneticileri yerken, maddi ve manevi tüm zararları ve ahlaki tahribatın ağırlığı milletin sırtına yüklendi…
Kısa ömürlü hükümetler, liberal – muhafazakar Kemalist elitlerce gurur ve iftiharla kutsanan “demokratik laik sosyal hukuk devleti” etiketinin güvencesiyle, birbirlerinin açıklarını kollayıp kendilerini temize çıkarmada ölümüne yarışırlar…
Hiç biririn hasılat payına, hiç birinin oyun bozanlığa kalkışmamacasına…
Bizdeki bu “Benim hırsızım iyidir” zihniyetiyle malül politika esnafı, görünüşte iyi niyetle girişilen her bir araştırma-soruşturma girişimleri de, Meclis kararıyla mahzene gömülür. Sıra ile birbirlerine karşı verdikleri gensorular, yine aynı sıra takibiyle günü geldikçe karşılıklı reddedilmiştir…
Bununla ilgili en son ve en parlak ve de en çirkin örnek, iki başbakan takımının, birbirleri aleyhine verilen itimatsızlık taleplerinden rövanşlarıyla birlikte, Meclis kararıyla vazgeçivermeleri…
¥
Bizde denilir ki “Söyleyene değil, söylenene bak”… Piyangocu da, çarşı pazarda hep şöyle üfürür, “Bana çıkmaz deme, ya çıkarsa”!
Fasıkın lafına pek itibar edilmese de, bilemezsiniz, dönek orospunun dedikleri belki doğru olabilir de…
Bizim millet, gözü tutmadığı, kokusunu beğenmediği ve selamsızın biri gibi gördüklerini genellikle fasık addedip, kırk yılın birinde getirdiği doğru lafa da pek itibar etmez…
“Dur bakalım birader, bir kontrol ediversen ne çıkar. Ya dolu ise” …
Kağıt fabrikalarımızı sattılar, parasını da bir güzel yediler. “Yediler”den muradımız “Çalıp çırpıp götürdüler”den ziyade, fuzuliyata harcadılar. Mesela, raf ömrü henüz tükenmemişken, Yedikocalı Hürmüz benzetmesine çevrilen kaldırımlara harcamak, gibi. Şimdiyse, kağıt kıtlığından başımız belada…
Şeker fabrikalarımız satışa çıkarıldı ve satıldılar da. İşçisiyle köylüsüyle ve az sayıdaki muhafazakarlarıyla bir itiraz sesi yükseldi. Fasıkların sesi fazla çıktığından, sanıldı ki karşı çıkanlar silme fasık! Pancar da köylülün elinde kaldı…
Hükümet bütün gücüyle imara yüklendi, bütün, umudunu inşaata bağladı…
Muhafazakarın pek fazla sesi çıkmasa da, tapu satışının ticari meta satışına benzemediği bir gerçekti. Gözler kapatıldı…
Gayrimenkul meta olmadığı gibi satışı da tek seferliktkir. Yapar satarsın biter. Sadece rant kapısıdır. Sürekli gelir getiren tarım ve imalat sanayii ürünlerine benzemez…
Bidayette Araplar da topraklarını dünya Yahudilerine hem de yüksek yüksek fiyatlarla sattılar, sonra da azınlıkta kalınca, köleleşip oturdular. Filistin faciasının kökeninde Arap kahpeliği yatmaktadır…
¥
Fasıklara bakarsanız, inşaat piyasasında bir durgunluk mevcut. İnşaat malzemeleri sanayicileri, kendilerine malzeme sağladıkları inşaatçılardan tahsilatlarda yavaşlama görülüyor. Yavaşlamanın başta gelen sebebiyse, gayrimenkul piyasasındaki duraganlık…
Bu yavaşlamayı aylar öncesinden sezinleyen hükümet, inşaatçılara destek, KDV indirimlerine gitmişti. Mobilya ve beyaz eşya sanayiini de ferahlatan bu KDV’den feragat sonrasını Maliye Bakanı Albayrak 2018 – 2019’ları şöyle resimliyor:
İşsizlik ilk ağızda biraz artarken ayni zamanda vergi gelirlerindeki büyük ağırlığın da çalışanların üzerine yüklenecek, gibi…
¥
Erken 2000’li yıllar ve daha evvelinde konut, kule, AVM, büyük konut alanlarına ayrılarak ruhsatlandırılan projelerin, sonraki yıllarda inşaat alanları çeşitli araçlarla genişletiliyor. Fasıkların iddiaları böyle. Tam tamına 76 (yetmiş altı) markalı inşaatçıların açıktan elde ettikleri inşaat alanları, üst üste yığılı 12 milyon metrekarelik. Buna derler, devlet kuşu…
Devlet kuşunun kanatları altında inşaat sektörüne sağlanacak açıktan rant mecmuunun da,
200 milyar Türk lirasına baliğ olacağı söyleniyor…
Önümüzdeki günlerde liyakat ve sadakatte ehil kişilerin Allah yardımcıları olsun. İşleri ağır mı ağır olacak gibi…
Bulunabilinirse tabii…
Yeni Akit /Atilla Özdür