Heykel kırmak yahut öpmek!

Karar Gazetesi yazarı D. Mehmet Doğan: Heykele canlı muamelesi yapmak, ona muhabbet izhar etmek akılla, mantıkla izah edilecek bir şey değildir. Bu noktadan bakınca heykele saldırmakla ona sevgi göstererek öpmek nitelik olarak farklı bir davranış olarak görülemez. Çocukların neden böyle davrandığını, davranmaya itildiğini iyi tahlil etmek gerekir. Bu öğretim sistemimizin ciddi bir sakatlığının tezahürüdür. Fakat öğretmenlerin bu yanılsama karşısındaki tutumları daha sakattır ve bu yanılsamayı çoğaltmaktan başka işe yaramamaktadır.'

Son günlerde heykellere, büstlere saldırı haberleri geliyor. Böyle vak’alar/haberler 1950’lerin başında da yaygınlaşmıştı. Ticanî olduğu söylenen kişiler heykellere saldırıyor, böyle olaylar bugünkünden daha geniş şekilde gazetelerde haber oluyordu.

Demokrat Parti iktidarının başlangıcında, kendilerini “ticanî” olarak adlandıran “tarikat” mensuplarının heykellere yönelik bazı fiilleri Atatürk’ü Koruma Kanunu’na gerekçe yapılmıştır. Oysa daha önceki yıllarda da böyle olaylar cereyan ediyordu.  CHP’nin iktidarı kaybettikten sonra DP’yi güçten düşürmek için “irtica” kozunu oynadığı o günlerde, Ticanilerin şeyhinin amcasının oğlu Rifat Pilavoğlu, 1950 seçimlerinde CHP listesinden milletvekili adayı yapılmış, Ankara ilçelerinde seçim toplantılarına Kemal Pilavoğlu’nun müritleri de katılmışlar. İşin ilgi çekici tarafı, Koruma Kanunu’na DP içinden muhalefet olduğu gibi, CHP de karşı çıkmıştı.

Son yıllarda Ticani-micani kalmadı ama heykel-büst üzerinden tahrikler devam ediyor. Böyle zamanlarda alternatif haberler de basına yansır. Bunun sonuncusuna tesadüf etmek beni hiç şaşırtmadı. İlkokula giden bir çocukcağız, okula gelir gelmez Atatürk büstünü öpüyor, öyle sınıfa giriyormuş!

Birinci sınıf öğrencisi Z.’nin her sabah derse başlamadan önce Atatürk’le ‘hasret giderdiği’ öğretmenlerinin dikkatini çekmiş. Güvenlik kameralarının kayıtlarını inceleyen okul müdürü Z.’nin okula girmeden önce her gün Atatürk büstüne gelerek, büstü öpüp sarıldığını, daha sonra da defalarca Atatürk büstüne el salladıktan sonra okula girdiğini fark etmiş. İlkokulu Müdürü karşılaştığı manzara karşısında duygulanmış ve “bir eğitimci olarak böyle güzel çocuklar yetiştirmenin mutluluğunu yaşıyoruz” demiş!

Böyle bir hadisenin mürettep olma ihtimalinin yüksekliğini bir tarafa bırakalım, okul müdürünün yaklaşımı, Türkiye’de öğretim sisteminin temel sakatlıklarından birini ifşa ediyor. Eşyayı insanın yerine koymak! Nesne ile özneyi karıştırmak. Heykel, büst veya herhangi bir anıt bir hatırlatma aracıdır. İnsanların zihnine bir büyük şahsiyeti veya olayı yerleştirmek için heykeli, büstü, anıtı yapılır. Aslında kabirler, türbeler de böyle bir işlev görürler.

Heykele saldırmakla büst öpmenin farklı şeyler olmadığını anlayamıyorsak, zihnimiz iyiden iyiye karışık demektir.

Heykele canlı muamelesi yapmak, ona muhabbet izhar etmek akılla, mantıkla izah edilecek bir şey değildir. Bu noktadan bakınca heykele saldırmakla ona sevgi göstererek öpmek nitelik olarak farklı bir davranış olarak görülemez. Çocukların neden böyle davrandığını, davranmaya itildiğini iyi tahlil etmek gerekir. Bu öğretim sistemimizin ciddi bir sakatlığının tezahürüdür. Fakat öğretmenlerin bu yanılsama karşısındaki tutumları daha sakattır ve bu yanılsamayı çoğaltmaktan başka işe yaramamaktadır.

Okul müdürü şunu yapmalıydı: “Kızım, o bir büsttür, Atatürk değildir. Onu öpmen, canlı muamelesi yapman doğru değildir!”

Böyle tavırların heykellere, büstlere saldıranların görüşlerine güç kazandırdığı da dikkatten kaçırılmamalıdır.

Heykel heykeldir, büst büsttür! Bir sebeple, temsil mahiyetinde dikilmiştir. Ona düşmanlık etmek gibi muhabbet beslemek de mantıksızlıktır. Ancak şu olabilir: Bu heykel bir sanat eseridir güzel yapılmıştır veya bu büst estetikten yoksundur denilebilir.

Eğer saldıranı şiddetle tecziye ediyor, öpeni alkışlıyorsak zihni karışıklığımız sona ermez.

Karar / D. Mehmet Doğan