Nihat kardeşim Doğunun kuş uçar kervan geçer dağları-ovaları arasında sessizce, kendi aleminde yaşayan insanlardan birisin. Venharhaber sitesi olarak sana bazı sorular yöneltmek istiyoruz. Öncelikle kendini biraz tanıtır mısın?
Bana bu fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. 1965 Van ili çatak ilçesinde dünyaya geldim. Aslen Siirt Tillo ilçesindeniz. Evli, üç çocuk babasıyım. İş gereği Van, İstanbul, Şanlıurfa, Siirt, Diyarbakır, Muş illerinde yaşadım. Dedem 1930’lu yıllarda Ticaret ve daha başka sebeplerden dolayı Van’ın köy ve ilçelerinde sürdürmüş yaşamını. Van’ın Çatak ilçesinde yirmi beş yıl yaşadık. İlk, orta, lise eğitimimi orada tamamladım.
Ailemizin kökeni Tillo’dur. Malumunuz olduğu üzere Tillo kadim zamandan beri medrese kültürünün hakim olduğu bir yerdir. Tillo’da üç kabile mevcuttur. Abbasiler, Halidiler ve farklı yerlerden gelen insanlar. Biz Arap kökenliyiz. Halit Bin Velid’in oğlu Süleyman Diyarbakır’ı fethettikten sonra Tillo’ya yerleşmiş. Bizlerin de o kabileden olduğumuz rivayet ediliyor. Ama Van’da doğduğumuz için, Arapçayı evde, Kürtçeyi, ticaret ile uğraşmamız ve müşterilerimiz de Kürt kökenli olmaları hasebiyle dükkânda öğrendik. Türkçe konuşmayı ise okulda öğrendik. Ben 25 yıl Çatak’ta, sekiz yıl İstanbul’da, sekiz yıl Şanlıurfa’da, beş yıl Siirt’te, bir yıl Diyarbakır’da yaşadım. On bir yıldır da Muş’ta ikamet ediyorum. Çok badireler atlattık. Hayat bizi çekip çeviriyor. Hayat çok acımasız. Allah sonumuzu hayır eylesin.
Maşallah, hayatınızın büyük bölümünü ‘Doğu’ deyince akla gelebilecek en önemli yerlerde geçirmişsin. Peki, tamamen senin tecrübe ve hislerine istinaden sorayım, sence ‘Doğu’ nedir?
Doğu kadim medeniyetlere mihmandarlık yapmış, onlarla beraber yaşamış, birlikte yoğrulmuş, farklı inançlara mensup insanların birlikte yaşadığı bir bölge. İnsanı samimi, içten, doğal, cesur ve cevval. Son kırk yıldır özellikle Doğunun adı terör ile anılır oldu. Bölge büyük bir çıkmazın içine sokulmuştur. Kürt sorunu adı altında bölge terör ile anılan bir hale getirildi. Resmi ideolojinin de ciddi yanlışlarından kaynaklı bölge adeta ateş çemberine çevrildi. İnsanımız iki ara bir derede bırakılmış durumda. Doğu basın ve yayında algılatılmak istendiği gibi değil. Doğuyu anlamak için Doğuda yaşamak lazım diyelim. Mesele derin ve ciddi diyelim ve bu konuyu kapatalım.
Nihat kardeşim, takdir edersiniz ki hayat Allah’ın elindedir. Dolayısıyla hayatın böyle ‘acımasız’ bir yüzü varsa da, Allah’ın merhamet sıfatını da hayatta bir şekilde müşahede etmiyor muyuz?
Tesellimiz bu zaten. Elhamdulillah, Allah’a sığınmak ve teslim olmak gerekiyor.
Bir de, atlattığınız o badirelerden bir-iki örnek verir misin?
Malûmunuz biz ticaret ile uğraşan insanlarız. Biz de kendi alanımızda faaliyet gösterirken aynı zamanda inancımızın bize yüklediği sorumluluklar çerçevesinde daha iyi işler yapma teşebbüsünde bulunduk. Biz üç arkadaş İstanbul’da 1995 yılında Tillovî tekstili kurduk. Kurucu üyemiz ve yönetim kurulu başkanımız aynı zamanda MUSİAD tekstil komitesi başkanıydı. 250 çalışanı olan firmamız, iki yıl yurt dışına ihracat yaptı. Daha sonra Refahyol iktidarda iken Musiad üyeleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine vefa borcumuzu ödeyelim, dernek olarak bölgeye bir katkımız olsun, istihdamı çok olan tekstil sektörüne yatırım yapalım diye karar aldılar. Tillovî firmamızdan Müsiad üyelerine hisse verdik. Firmamız üç ortak iken 33 ortaklı bir şirket oldu. Yatırımımızı İstanbul’dan Şanlıurfa’ya taşıdık. Merkez ofis İstanbul’da, fabrika Şanlıurfa’da, 8.500 metrekare kapalı alan Harranî tekstili kurduk. 570 Çalışanımızla ayda 350.000 adet tişört ihracat yapar hale geldik. Kazancımızın yüzde on kısmını da infak etmek için karar aldık.
Firmamız Şanlıurfa’nın en büyük firması idi. Yatırımımız büyüktü. Ortaklarımızdan biri de Kombassan idi. Kombassan Amerika’da Hitormis mağazalar zincirini satın aldı. Yönetim Kombassan’a geçti ama tüm işler eskisi gibi yürüyordu. Yani bizler ve eski kadromuz. 28 Şubat post modern darbesi olunca bizler potansiyel suçlu gibi yeşil sermaye ile suçlandık. Çalışanlar sigortalı, resmî prosedürler yerine getirildiği halde sürekli ilgili kurumlardan olur olmaz bahanelerle denetlenerek bizi yıldırmaya çalışıyorlardı. Ama asıl zararı Kombassan gördü. Yurt dışında çalışanların sermayeleriyle kurulduğu için o süreçte oluşturulan olumsuz ve menfi propagandadan ortaklar ürktü. Herkes parasını kurtarmanın peşine düşünce kuruluş aşamasında ve verimli hale gelecek olan firmalar işletme sermayesi sıkıntısı çekmeye başladılar. Bundan biz de nasibimizi aldık. Amerika’daki Hitormis mağazalar zinciri firmasında üç buçuk milyon paramız takıldı. Aylık bir milyon ihracat yaparken, firma kapanmasın, insanlar mağdur olmasın diye bir firma ile anlaşarak fason iş yapmaya başladık. Kombassan’ın başına gelen durumları az çok biliyorsunuz. En son firma kapanmak zorunda kaldı.
Anlatacak çok şey var. Şimdilik bu kadar yeter. 28 Şubat mağduruyuz onlara hakkımı helal etmiyorum. Biz gerçekten bölgede Şanlıurfa, Diyarbakır, Erzurum, Van il ve ilçelerinde iplik, örme, boya, konfeksiyon ve onun tüm aşamalarını yaparak çok ciddi projeler hazırladık. Entegre tesisler illerde olacak, konfeksiyon üretimi de ilçelerde olacak şekilde projelendirdik. Kısmen Diyarbakır ve Şanlıurfa’da aktif hale getirdik. Ama bize büyük bir darbe vurdular. Sonuç Diyarbakır’da 150 kişinin, Şanlıurfa 570 kişinin çalıştığı fabrikalar malum sebeplerden dolayı kapandı.
Birçok insan hayatını ‘Müslüman olmamdan önce ve sonra’ diye ikiye ayırıyor. Sen de böyle bir ayrım yapma gereği duyuyor musun? Her iki halde de, fikirle ilgili gelişme seyrinden bahseder misin? İslam’la bilinçli olarak tanışman nasıl oldu?
Bu sorunuza şöyle cevap vereyim. “Müslüman olmamdan önce ve sonra” diye bir tanıma ihtiyaç duymadım. Ama meselenin (gerçek anlamda Müslüman olmanın) farkına varmak veya farkında olmamak diyebiliriz. 1983 yılında üniversite imtihanına hazırlanmak için İzmir’de dershaneye gittim. Orada Med-Zehra cemaat evinde 6 ay kaldım. İslamî bilinçlenmemiz orada başladı. Ben cemaat taassubu içine girmedim kendime has bir kriterim vardı. O kriterler çerçevesinde insanlarla diyaloğa giriyordum. Hali hazırda eğitimimiz devam ediyor. Geçmiş dönemde bizler önceliği filanın kitabı, ilmihali vesaire kitaplara öncelik veriyorduk. Kur’an’ı hep sözlerimizle yüceltiyor, mükemmel olduğunu dile getiriyorduk. Tüm bu konuşmalar lafta kalıyordu. 2011 yılında bir program izledim. Programda konuşan zat önceliğin Kur’an’a verilmesi gerektiğinin önemini vurguluyordu. Cemaatlerde genel olarak öncelikle filanın kitabı, filanın ilmihali, fıkıh, kelam ve diğer kitaplar derken Kur’an’a sıra bir türlü gelmiyor. Oysa öncelikle Kur’an’ı anlayarak ve sindirerek okuduktan sonra ihtiyaç durumunda farklı kitaplar okunması lazım. Biz o zamana kadar hep öyle yaptık. Çok yanlış yaptığımı anladım. 2011 yılından beri Her gün bir veya iki sayfa anlayarak Kur’an okuyorum çok istifade ettim. Aradığım her şeyi Kur’an’da buldum. Kur’an Üniversitesinde talebeliğimiz devam ediyor.
“Kur’an’ı hep sözlerimizle yüceltiyorduk” tespitin çok önemli. Bunu biraz açman mümkün mü?
Zaman zaman sohbetlerini dinlediğimiz Kişiler veya cemaatlerin ön saflarında bulunan şahıslar veya yıllardır cemaatlerin sohbetlerine katılan insanlarla Hasbihal ederken konuşan veya fikrini beyan eden kişi Kuran’ın çok mükemmel bir kitap olduğunu dile getiren kişiye sorduğunuzda Kur’an’ı yüz defa hatim ettiğini, cemaatin tavsiye ettiği kitapları beş altı sefer baştan sona okuduğunu söylüyor ve bununla övünüyor. Aynı kişiye sorduğunuzda mükemmel, muazzam, mübarek ve saire övgü dolu sözlerle övdüğünüz Kur’an’ı mealini veya tefsirini okudunuz mu diye sorduğunuzda bir yan çizme ve kıvırma seansları başlıyor. Okumaya başladım ama bitiremedim veya ona benzer gayri ciddi ifadelerle olayı geçiştiriyor. Bu ifadeler bilinçli ve şuurlu ve meselenin farkında olduğunu iddia eden insanlar. Bunlar bizim yüzleşmemiz gereken sorunlar. Mutlaka bunların aşılması lazım. Bu anlamda medyada tanınan ve ekranlarda boy gösteren ve din adına konuştuğunu zanneden kişilerin de bunlardan farklı olmadığını müşahede ediyoruz. İşin kabuğu ile ilgileniyoruz. Kur’an tertil ile (sindirerek, anlayarak) okununca anlam kazanır. Kur’an hayat kitabıdır. Okunduğunda hayatımızda bir şeylerin değişmesi gerektiğini bilmemiz lazım. Kur’an’ı hayata taşırsak anlam kazanır. Kur’an’ı hayat kitabı olmaktan çıkardık, yüzünden okunarak sevap kazanma kitabı haline dönüştürdük maalesef.
İçinde yaşadığımız toplumu değerlendirmeni istesek? Senin, içinde doğup büyüdüğün toplumla bugünü kıyaslasan, neler söylersin?
İçinde yaşadığımız toplum genel anlamda bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olan insanlarla dolu. Atalar dini hâkim. Sorgulama çok zayıf. Medyada hep bildik insanlar sahnede. Onun için işimiz çok zor. Ama ümitsiz değilim. İçinde yaşadığımız toplumda atalar dini hâkim; bizim yaşadığımız toplumda (önceki yıllarda) insanlar daha saf, temiz ve samimi idi. Günümüz insanının en büyük sıkıntısı samimiyet ve olduğu gibi görünmeme meselesidir. Ayet-i kerimede (Bakara, 44) “Siz insanlara iyiliği emrediyorsunuz, kendinizi unutuyorsunuz. Siz Kitabı da biliyorsunuz. Ne zaman akıllanacaksınız?” buyruluyor. Ümmetin en büyük sıkıntısı kimliksiz insan tipi yani münafıklardır. Kur’an onlardan çok bahsediyor.
Münafıkların daha ziyade, İslam’ın iktidarda, gücün Müslümanlarda olduğu dönemlerde nüksettiğini biliyoruz fakat dediğin gibi münafıklar şu anda etkinlerse, biraz neler yaptıklarından, nifaklarından bahseder misin?
Bu münafıklar tüm sistemlerde varlar. Örnekleri sayısız. Ellerinde en üst düzey görev ve imkan varken Geleceğe yatırım yapmak isterler ve kişisel menfaatlerini gözeterek iş yaparlar. İsim ve şahıslar üzerinde durmaya gerek yok. Her şey kendini belli edecek netlikte ortada. Makam, mevki ellerinden gitmesin diye olan olaylar karşısında net tavır sergilemiyorlar. Erdemli duruş sergilemiyorlar. Haksızlığa, yanlışlara karşı hasbi değil de hesabî (hesapçı) yaklaşıyorlar. Aynı Kişiler makam, mevki ve maddi güçleri elden gidince sanki o makam mevki güç kendilerinde olmamış gibi tavırlar sergilemeye başlıyorlar. Muktedir ilken düşman gördüğü sistem veya şahıslardan medet ummaya ve çıkış yolu bulma gayretine giriyorlar. Erdemli insan demek varlıkta yoklukta, iyi günde kötü günde, güçlü iken zayıf iken esas duruşunu bozmamaktır. Bunlar siyaset arenasında çok fazla. Çarşı pazarda, iş hayatında resmî kurum ve kuruluşlarda kendilerini göstermektedirler. Bu sistem kimliksiz (münafık ) imal ediyor.
Türkiye’de ve dünyada Müslümanların gidişatını nasıl buluyorsun?
Türkiye’de Müslümanlar genel anlamda makam ve para sınavında sınıfta kaldı. Söylemde sıkıntı yok. Eylemde çok ciddi sıkıntı var. Onun için sloganımız söylem değil eylem diyoruz. Dünya Müslümanlarının durumu içler acısı. Hepimizin samimiyet testine tabi tutulması gerekiyor. Hepimizin yeni bir formata ihtiyacımız var. O format da Kur’an’dadır.
Müslümanlar makam ve para sınavını veremediler tamam, peki gayri İslamî siyasetlerle ilişkileri İslam’a uygun mudur?
Kesinlikle hayır! Kem alet ile kemâlât olmaz. Bu çok ciddi bir sıkıntı ve İslam aleminde tartışılmıyor. Bu konu ciddi ele alınmalı bu bizi çok üzüyor.
Hayatında seni en çok sevindiren ve en çok üzen bir olayı bizimle paylaşabilir misin?
Askerlik dönüşü Çatak ilçesinden İstanbul’a göç ettik. İslami camiada dergilerini ve yayınlarını takip ettiğimiz şahısların yazdıkları yazılar ile yaşantılarında gördüğüm farklılıklar beni çok üzmüştü. İş hayatında da aynı amaçlarla yola çıktıklarımız bizi hayal kırıklığına uğrattılar. Bu durumlar beni çok üzmüştü. Bu, İslam’ın suçu değil, şahısların suçudur. İkbal’in dediği gibi müslümanlardan kaçın, İslam’a sığının.
Hayatta sevindiğim bazı sıradan olaylar olmuştur. Ben sevinçleri de, sıkıntıları da çok abartmıyorum. İnsan olmak, yaşamımız devam ediyorken her şeye hazırlıklı olmak gerekiyor. İşi oluruna bırakıyorum.
Muhammed İkbal’in sözü Müslümanlarla ilgili değişmez bir kuralı ifade ediyor olmasa gerektir, değil mi? İkbal’in o tespiti gibi bazı açıklamalara tutunurken, hayatı bir bütün olarak düşündüğümüzde, Müslümandan başka güveneceğimiz bir sığınağın olmadığını da unutuyor muyuz acaba? Allah hem kendisini hem Rasulünü ve hem de bizi bize veli tayin etmiyor mu?
Tamamen fikrinize katılıyorum. O zaman sorumluluğun farkında olanlar daha dikkatli, daha temkinli, daha ihlaslı ve hikmetle hareket etmeye dikkat edeceğiz. İnşaAllah.
Malum şu anda bir salgın bütün dünyayı kasıp kavuruyor. Hayatın bütün alanlarını allak-bullak etti. Senin bu virüsle ilgili söyleyeceklerin var mı?
Virüs salgınının organize bir iş olduğu kanaatindeyim. Yasaklayarak çözüm olmaz. Bu şekliyle çok mağduriyetler oluyor. İlin valisi, belediye başkanı, emniyet müdürü koltuklarından talimat vererek iş yapmayı bırakmalılar, sahaya inmeliler. Her ilin sorumlusu o ili yöneten üst düzey sorumlulara hesap sormalı. İnsanlara ceza yazmak marifet değil. İnsanlara sorumluluklarının önemini ve işin ciddiyetini kavratmak, sahada bizzat yaşayarak katkı sağlamakla olur. Devlete sırtını dayayan kişiler işe gitse de gitmese de maaşını alıyorlar. Ya esnafın durumu? İşe gidemeyen insanlar ne olacak? Her ilin sorumluluğunu o ilin yöneticilerine vererek, “sorumlu sensin” dense, bakın o zaman -sırf birilerinin taktirini alabilmek için de olsa- başarmak için her şeyi nasıl yapıyor.
Tanısı konulmamış hastalığın aşısını ürettiler. Çünkü Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), birilerinin menfaatini korumak için kurulmuş. Rockefeller, Richırd aileleri böyle olmasını istiyor. Mesele derin. Şimdilik bu kadar ile iktifa edelim. Rabbim içimizdeki bu beyinsizlerin yüzünden bizi helak eder misin?
Neler okuyorsun?
Her gün bir veya iki sayfa Kur’an okuyorum. Anlayarak okumaya gayret ediyorum. Ayet ezberlemeye çalışıyorum. Venhar sitesini kısmen takip ediyorum. İhtiyaç duyduğum kitapları okuyorum. Vesselamu aleykum ve rehmatullah.
Nihat kardeşim cevapların için teşekkür ediyoruz.