Dul Kadının Oğulları

 Cevat Rıfat Atilhan “Masonluk Nedir?” isimli kitabında şöyle der: “Masonluk, Yahudi şeriatının bir maskesidir. Masonların dinleri Kabbala, adetleri, rumuzları, ananeleri, ibadetleri ve her şeyleri İbrani’dir. Muharref Tevrat ve Yahudiliğe bağlıdırlar. Siyonizm’e hizmet ederler.”

İlhami Soysal ise “Masonluk ve Masonlar” isimli kitabında, masonların Akasya adıyla yayınlanan dergiden alıntılayarak şöyle der: “Yahudisiz hiçbir mason locası yoktur. Yahudi havralarında hiçbir mezhep mevcut değildir. Orada farmasonlarda olduğu gibi yalnız semboller vardır. Bundan dolayıdır ki İsrail mabedi bizim doğal müttefikimizdir.”

Mustafa Yılmaz tarafından kaleme alınan ve MGV yayınlarından çıkan kitap 197 sayfadan ibarettir Kitabın ana teması masonların gizli işaret ve sembollerin anlamlarının izlerini sürüyor olması. Masonların güçleri, etki alanları, birbirleri olan ilişkilerinde kullandıkları sembol ve işaretlerin ne olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Yazar kitabının başında kendisinin “Münzevi “olarak adlandırdığı gizemli aynı zamanda hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığına inanan ve yazarın düşüncelerine yön veren şahsiyetle tanışıklığını anlatıyor.
Yazar kitabını Süleyman Tapınağı’nın yapılışını anlatarak devam ediyor. Zira Tapınağın baş ustası “Hiram Usta” kitaba adını veren ”Dul Kadının Oğullarının” piridir. Masonların ilk Üstadat-ı Azamıdır. Masonların örgütlenmeleri, sembolleri ve idealleri Hiram Usta ile özdeşleşmektedir.
Masonluk tarihi, Hiram Usta efsanesi ile başlıyor. Hiram Usta Süleyman Mabedi’nin mimarıydı. Tevrat’a göre; Sur ülkesinden “Dul kadının Oğlu”ydu. Mısır’daki adı Horemheb’ti. Mısır’daki “Yaşamevi” denen tapınakta yetişmişti. Piramitler bu tapınağa bağlı taş ustaları tarafından yapılmıştı.
Kral Süleyman (Süleyman Peygamber) tek tanrı inancını simgeleyen görkemli bir tapınak yaptırmak isteyince, mimarlarıyla ünlü Mısır’dan genç ve hırslı Hiram Usta’yı uygun bulmuştu. Hiram tunç ve mimarlıkta yetenekliydi. Tapınağın yapımında 20 bin işçi çalışıyordu. Hiram bu işçileri üç dereceye ayırmıştı: Çırak, kalfa, usta. Her bir dereceye mimarlığın sırlarıyla birlikte, gizli kelimeler öğretmişti. Bu sayede çırakları, kalfaları, ustaları ayırabiliyordu. Hiram Usta’nın kurduğu bu ağ sayesinde gücü daha da artmıştı. Bir el işaretiyle, 20 bin işçi aynı anda çalışmaya başlıyor ya da durabiliyorlardı. Masonluğun tarihine göre Hiram Usta mabedin bitimine doğru, bir gece tapınağı gezerken üç kalfa tarafından öldürüldü. Kalfalar Hiram Usta’dan gizli kelamları öğrenmek istiyorlardı. Üç kalfa gizli sırları Hiram Usta’dan öğrenemeyince ellerindeki çekül, tesviye, çekiç ile öldürüp cesedi gizli bir yere gömdüler, mezarın başına da akasya diktiler. Hiram’ın mabette çalışan 9 ustası vardı. Ustalar Hiram’ın öldürüldüğünü anladılar. Cesedini akasya ağacının altında buldular. Hiram’ın mezarının başında ant içip adını sonsuza kadar yaşatmak ve yaptıkları her esere onun sembollerini yerleştirmek üzere 9 ayrı yöne dağıldılar. O günden bu yana masonlar, yaptıkları her esere bazen açık bazen gizli “Masonik Sembolleri” yerleştirdiler. Bu bir imzaydı.
Dul Kadının Oğulları Türkiye’de Nasıl Örgütlendiler
Yirmi Sekiz Mehmet Efendi Fransa’ya elçi olarak gönderildiğinde yanında Oğlu Sait Çelebi’yi de almıştı. Çelebi’nin Fransa dönüşü yazdığı Sefaretnama isimli kitap, Osmanlının çöküşünü getiren Batılılaşma macerasının ilk fitili oldu. Osmanlı aydını, “Batı uygarlığını ve bu uygarlığın üstünlüğünü! İlk kez bu kitaptan öğrenecekti.
Sait Çelebi, masondu. Kayıtlara ilk mason olarak geçti. Sait Çelebi dönerken yanında bir mason daha getirdi. O mason İbrahim Müteferrika’ydı.
Sait Çelebi’nin, İbrahim Müteferrika’nın matbaasında basılan, Seferatname’si, Ali Suavi tarafından 1866-1872 yılları arasında yeniden basıldı. Medrese tahsili görmesine rağmen dinde reformu savunan Ali Suavi İngiliz asıllı Mary adlı kadın ile evliydi. Ali Suavi ve Namık Kemal’e yeni Osmanlı fikrini aşılayan Fransız Jean Pietri’ydi. Ali Suavi, Namık Kemal ve Jean Pietri de masondular. Osmanlı’nın çöküş döneminin en önemli siyasi figürlerinden Mustafa Reşit Paşa, Ziya Paşa, Mithat Paşa, Ahmet Vefik Paşa ve Dr. Besim Ömer Paşa gibi isimlerde masondu. Mustafa Reşit Paşa Osmanlı’nın son dönemdeki masonik şebekeleşmesinin önderlerinden biriydi. Onun Balta Limanı’ndaki yalısı gizli toplantılara ev sahipliği yapıyordu. Ayrıca Mustafa Reşit Paşa dönemi Osmanlı’daki masonik derneklerin ortaya çıktığı dönemdi.
Yazar Osmanlı’daki masonik örgütlenmeyi anlattıktan sonra, Ergenekon’un masonik şifreleri üzerinde duruyor. Ergenekon davasının delilerin içerisinde en ilginç olanı ise bir bayraktı. Bayrakta hâkim renk maviydi. Ayrıca ön yüzünde beyaz zemin üzerinde mavi renkte Davut Yıldızı vardı. Bu bayrak üzerine yemin ediliyordu. Mavi renk ilginçti. Mehmet Ali Ağca Abdi İpekçiyi vurduğunda, papayı vurduğunda, papanın kendisini hapishanede ziyaretinde hep üzerinde mavi kazak vardı. Masonlukta Mavi Loca’lar vardır. İlk Üç Dereci’nin mensupları hep “mavi renkle” sembolize edilir. Da Vinci’nin yaptığı “Müjde” adlı tablosunda Meryem Ana mavi elbiseyle çizilmiştir. Ayrıca mavi Hristiyan dünyasının rengidir. Masonik örgütler sayıları ve renkleri birer mesaj unsuru olarak kullanmışlardır. Türk masonların büyük üstatlarından Can Arpaç verdiği bir röportajda pergel ve gönyenin anlamlarını şöyle açıklıyor: Gönye doğruluğu, pergel ise tepe noktası beyni, pergelin ayakları ise kolları kumanda ediyor. Ergenekon yapılanmasının bayrağının köşesindeki mühür, gönye ve pergelden oluşuyordu. Bedrettin Dalan’ın kurucusu olduğu Yeditepe Üniversitesinin logosu Dünyayı içine almış bir üçgendi. Üçgen sembolü çoğu zaman içinde yer alan bir göz sembolüyle birlikte kullanılır. Mason localarında ve eserlerinde yer alan ışık saçan üçgen içindeki göz simgesi dikkat çekicidir. Bu sembol Masonlara, kendilerine verilen sırları titizlikle saklamaları gerektiğini ve “göz”ün üzerlerinde olduğunu hatırlatır. Işık saçan üçgen içindeki göz sembolüne, görünüşte masonlukla alakası olmayan yerlerde de rastlamak olasıdır. Masonlar bunu, diğer başka sembollerle birlikte, güçlerini ve hâkimiyetlerini vurgulamak amacıyla kullanırlar. Örnek olarak, 1 Amerikan Doları üzerindeki üçgen içindeki ışık saçan göz figürü verilebilir.
Yazar 1851 yılında kurulan Encümen- Daniş hakkında bilgiler verdikten sonra bu kurumu kuranlar ve günümüze kadar bu kurumda üye olanların mason olduklarını belirterek isimler hakkında bilgiler veriyor.
MOLLA SÜLEYMAN
Molla Süleyman gündüz İslam âlimi bir molla, gece ise papa olan gizli inançlılardandı. Tanınmış bir İslam âlimi olarak tam 40 yıl çevresine fıkıh ve hadis dersi verdi. Evinin bir bölümünde gizli küçük bir kilise yaparak orada ibadet ederdi. Kızlarını Müslümanlara vermemek içinde gizli Hristiyan aileler Beşik Kertmesi yapıyorlardı. Beşik Kertmesi uygulaması gizli kriptolar içerinde sıkça yapılan bir uygulamaydı. Bu gün bu Kriptoları tanımak oldukça güçtür. Kendi aralarında bazı semboller ile birbirlerini tanıyabilirler. Kriptolar seçtikleri zeki çocukları devletin içerisine yerleştirmek için Molla Süleyman gibi Müslüman görünümlü gizli Kriptoların yanına evlatlık olarak verirlerdi Bunlarda zaman içerisinde devlette önemli kademelere yükseldiler.
PİYER LOTİ
Yazar ilginç bir şahsiyeti bize şöyle tanıtıyor:
1850’de Fransa’da doğdu. Dünyayı dolaştı. Kim olduğu hiçbir zaman bilinemedi. Dudaklarına ruj süren, yanaklarına pembe pudra süren, kirpiklerini düzelten, gözlerine sürme çeken bir sapkındı. Gittiği ülkenin giysilerini giyer, kimliğini gizler, kılık değiştirerek yaşardı. Türkiye’de Arif Efendi olarak Müslüman kimliği ile yaşadı. Kitaplarında Müslüman ahaliyi nasıl kandırdığını alay ederek anlattı. Kılıktan kılığa giren bir ajandı. Türk dostu diye bir tepeye adı verilmiş.
33 rakamı masonlukta önemli bir sayıdır. Masonik hiyerarşide en üst merci, en tepe noktadır. Masonların aralarında “dul kadın ve çocukları” ifadesini bir şifre olarak kullanırlar. Üzeyir Garih öldürüldüğünde aracında 10 bin dolar çıkmıştı. Ortağı İshak Alaton paranın “dul kadın ve çocuklarına” götürülmek üzere araçta bulunduğunu söylemişti.
TBMM’DEKİ ESRARENGİZ İŞARETLER
Yazar kitabının bu bölümünde TBMM’deki masonik sembollerin peşine düşerek ilginç bilgiler veriyor. Bu günkü TBMM binasının mimari Clemens Holzmeister 1938-1954 yılları arasında Türkiye’de yaşadı Mustafa Kemal’in daveti ile Genç Cumhuriyetin resmi mimarı olmuş, Cumhuriyetin resmi dairelerin mimari projeleri onun eseri olmuştur.1978 yılında Türkiye’ye geri geldi. Abdülhalik Renda onun arkadaşı idi. Renda Holzmeister gibi masondu. Holzmeister TBMM binası koridor ve duvarlarına masonların kullandıkları üçgen sembolü, her şeyi gören göz sembolü, masonik tanrı sembolü olan üçgen içinde üç nokta sembolü, masonların kutsal kâse sembolü, Mecdeli Meyrem’i sembolize eden “M” harfi, piramit ve üzerinde gözü simgeleyen masonik sembol ve daha başka masonik semboller.
MİMAR SİNAN’IN KAFATASI
1940 yılında Mimar Sinan’ın Süleymaniye’deki türbesi yenileme için açılmıştı. Ancak şoke edici bir gerçek ortaya çıkmıştı. Mezarda Sinan’ın bütün kemikleri durmasına rağmen kafatası yoktu. Kısa bir araştırmadan sonra Mimar Sinan’ın mezarı 1935 yılında bir kez daha açıldığı ortaya çıktı. O yıllarda Milliyetçilik ve “üstün ırk” fırtınası Türkiye Cumhuriyeti’ni de sarmıştı.  Güneş Dil Teorisi ile tüm dillerin ve ırkların Türklerden meydana geldiği savunuluyordu. Bu yüzden üstün bir ırka sahip Türklerin kafatasları ölçülüyordu. Brakisefal kafa yapısına ait olanlar Türk ırkından oldukları ispat ediliyordu. Mimar Sinan’ın devşirme değil öz Türk olduğunun anlaşılması için mezarı açılmış, kafatası ölçülmüş Brakisefal olduğu ispat edilmişti. Mimar Sinan’ın kafatası Mustafa Kemal’in emri ile açılmıştı. Yapılan duyuruda Sinan’ın kafatası bundan sonra antropoloji müzesinde saklanacaktı. İşin tuhafı Türkiye’de hiç antropoloji müzesi hiç olmamıştı.
Kafatası Kemik Tarikatı 1832 yılında William Russell ve Alphonso Taft tarafından kurulmuştu. Bu tarikatın seçkin üyeleri vardı. Amerikan başkanları, ünlü aileler bu tarikata üye olmuşlardı. Hatta CIA’nın ilk temelleri bu tarikatın içinde atıldığı iddia edilmişti. 1928 yılında Amerika’nın Oklohoma şehrindeki mezardan bir kafatası daha çalınmıştı. Bu kafatasını çalan kişi George W. Bush’un büyük dedesi Prescot Bush’tu. Prescout Bush’un çaldığı kafatası Kızılderili Milletinin efsanevi özgürlük savaşçısı Granimo’ydu. Adına filmler çekilmişti. Geranimo’nun torunları dedelerinin kafatasını ‘Kafatası ve Kemik Tarikatı’ üyeleri tarafından kaçırıldığını iddia ederek dava açmışlardı. Kafatası masonlar için neden önemliydi? Tapınak şövalyeleri, Gül-Haç ve masonlar gibi ezotorik örgütler kafatasına özel anlamlar yüklüyorlardı. Aday örgüte kabul edilirken masanın ortasına Kafatası konularak dua ediliyordu.
Masonların, Mimar Sinan sevgisi ise çok ilginçtir. Masonların localarının birinin adı, dergilerinin adı, yayınevlerinin adı Mimar Sinan olmuştur. Çevre ve Kültür Derneği (ÇEKÜL) Mimar Sinan’ın Ağırnas Kasabası’ndaki evini restore ettirdi. Hiram Usta’da çekül ile öldürülmüştü. Kudüs’teki Ağlama Duvarı yıkılmıştı. Kanuni Sultan Süleyman dönemimde ağlama Duvarı temizlenip onarılmıştı. Bu işi yapan kişi Mimar Sinan’dı. Mimar Sinan’ın hayatına detayına inildikçe ilginç bilgiler ortaya çıkıyordu. Sinan’ın yaşadığı dönemde Osmanlı kayıtlarında Ağırnasta 189 vergi mükellefi çıkıyordu. Bunlardan sadece beşi Müslümandı. Sinan’ın Düğenci, Ülise ve Kudnişan isimli akrabaları sürgüne gönderilmekten Sinan sayesinde kurtuluyorlardı. Sinan devşirmeydi.
Mimar Sinan’ın hayatının mihenk taşlarından biride  bir “dul kadının oğlu” olacaktı. Dul kadının oğlu İbrahim Paşa… Sinan onun için “efendim ve mutikim” diye söz edecekti.
PARGALI İBRAHİM PAŞA
Kimdi bu İbrahim Paşa? Yunanistan’ın Parga şehrinden kaçırılarak Manisa’da dul bir kadına evlatlık olarak verilmişti. Küçük İbrahim ergenlik yaşına gelmeden Rumca, İtalyanca, Sırpça, Farsça, Arapça gibi dönemim yaygın dillerini öğrenmişti. Daha 7 yaşında keman çalmaya, şairleri kıskandıracak kadar şiirler yazıyordu. Şehzadeliği sırasında ava meraklı olan Kanuni Manisa’da dağlarda avlanırken, içini ürperten bu keman sesinin sahibini merak ederek ormanda İbrahim’le tanıştı.  Bu çocuk çok iyi eğitim aldığı için mi vezir-i azamlığa yükselmiş, yoksa vezir-i azamlığa yükselmesi planlandığı için mi özel eğitime tutulmuştu? Manisalı dul kadın hakkında hiçbir bilgi bulunamıyor. Pargalı İbrahim Paşa kendisini padişahtan üstün görecek kadar yükselmişti. Fransız Kralı Ferdinand Pargalı’ya “Sevgili Ağabeyim” diye hitap ediyordu. Budin Seferi, Macar Yahudilerin çağrısı üzerine yapılmıştı. Macar Yahudileri Osmanlıya bağlanmak istiyorlardı. Budin Savaşı başarılı geçmişti. İbrahim Paşa Budin Savaşı ganimetleri içinden sadece iki şey almıştı. İki tunç şamdan ve 3 heykel. İbrahim Paşa şamdanları Ayasofya mihrabının yanlarına, heykelleri ise At Meydanı’na diktirmişti. Heykeller putperest Yunan kültürünün tanrıları Herkül, Apollon ve Diana heykelleriydi. Halk şöyle diyecekti:
“Dünyaya iki İbrahim geldi. Biri putları yıktı. Diğeri putları dikti.” Pargalı İbrahim’in hikâyesi burada bitmiyordu.
PAPAZIN KIZI ROKSALENA: HÜRREM
Ukraynalı papazın kızı Roksalena aslen Yahudi olup baskılardan kurtulmak için ailesi Hristiyan olmuştu. Roksalena Tatar akıncılar tarafından kaçırılarak cariye olarak Osmanlı Sarayı’na sunuldu. Bilgili ve neşeli tavırları vardı. Bu yüzden ona Hürrem adı verildi. Hürrem on beş yaşındayken Pargalı İbrahim’e cariye olarak verilmişti. Pargalı bu güzel cariyesini kendisine alacağına padişaha hediye etmişti. Bu gizemli kadın hakkında o kadar çok kitap yazıldı ki! Bu kitaplardan biride kendisi de bir mason olan Ecevit’le birlikte siyaset yapan Cahit Ülkü idi. Cahit Ülkü yazdığı kitapta; Hürrem’in büyük bir plan ve organizasyon sonucunda Osmanlı Sarayı’na sokulduğunu anlatıyor. Planın arkasında Hazar Yahudileri vardı. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınlarından çıkan İslam Ansiklopedisi’nde şöyle bir cümle vardır: İbrahim Paşa, “Yanko Bin Madyan” nesline mensuptu. Yanko Bin Madyan nesli Hristiyanlar için kutsal bir nesildi. İşin daha ilginç yanı Madyanlar Süleyman peygamberin üçüncü kuşak torunuydu. Evliya Çelebi’ ye göre Hz. Âdem’in dünyaya inişinden 4 bin 600 yıl sonra, Madyan Oğlu Yanko İstanbul şehrini kurmuştu. İslam Ansiklopedisine göre Pargalı İbrahim Paşa bu soydan geliyordu. Pargalı’nın yaptıklarına artık göz yumamaz hale gelen Kanuni onu idam ettiriyordu.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ VE MASONLAR
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda masonların gözle görülür etkileri vardı. “Araplar bizi arkadan vurdu” tezinin sahibi Tekin Alp, yani Moiz Kohendi. Türklüğün Ruhu’nu yazıyor ve ateşli bir Türk milliyetçisi oluyordu. Aslen Selanik Yahudi’siydi. Cumhuriyetin yaslandığı “Türk Milliyetçiliği’ fikrinin babalarındandı. Diğer taraftan Genç cumhuriyetin, İslam harf ve kelimelerine tahammülü yoktu. Harf inkılabıyla Kur’an ile Müslümanların alakasını kesmek istiyorlardı. Bu yüzden Türk Dil Kurumu kuruldu.
Bu kurumun başına “Agop Dilaçar’ı getirdiler. Agop, Ermeni asıllı bir tüccarın oğluydu. Asıl adı Agop Martanyan’dı. Büyük Türkiye Ansiklopesini hazırladı.
Mustafa Kemal “ÖZ” soyadını kullanıyordu. Agop Dilaçar ve Necmettin Arıkan “Atatürk” soyadını bulmuşları. İkisi de masondu. Bu ikili şöyle diyorlardı: ”Artık Türklerin İslam âlemiyle ve Müslümanlıkla ilgileri kalmadı. Nasıl Arapların Peygamberleri Muhammed’i, Hıristiyanların İsa’sı varsa, Türklerin atası olması lazım.” Buradan hareketle Arıkan ve Dilaçar; Türklerin Ata’sı anlamında: ”Atatürk’ü bulmuş ve bunların teklifi üzerine Mustafa Kemal’e Meclisten kanunla Atatürk soyadı çıkmıştı.
Yazar, Türkiye Hür ve kabul edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın Ankara’daki genel merkezine yaptığı toplantıda orada gördüklerini anlatırken ilginç bir detayı anlatıyor. Mason merkezini gezerken masonlara düşmanlığı ile dikkat çeken Adnan Oktar’ın masonluk ve masonlar hakkında yazdığı bütün kitapların burada sergileniyor olmasıydı.
 Kitap Yazarı: Mustafa YILMAZ