Darbelerde Amaç Hep Aynı: ABD-İsrail Eksenli Düzeni Sürdürmek…

Diğer darbe ve müdahaleler gibi, 28 Şubat müdahalesi de “Kemalizm” maskesiyle yapıldı. Amaç hep aynı: ABD-İsrail eksenli düzeni sürdürmek...

Bütün Darbelerin Amacı Aynı: ABD-İsrail Eksenli Düzeni Sürdürmek…

 

 

Diğer darbe ve müdahaleler gibi, 28 Şubat müdahalesi de “Kemalizm” maskesiyle yapıldı. Amaç hep aynı: ABD-İsrail eksenli düzeni sürdürmek…

Bahane de aynı: Laiklik! Anayasadan başka elli kanun maddesi ile koruma altına alınmış olan laiklik, dönemin kuvvet komutanlarına göre, “elden gidiyor, şeriat hortluyor”du!

Yasa dışı zorlama yorumlarla kurulan “Batı Çalışma Grubu” kurulup “laiklik aleyhine yönelişler”izlemeye alındı. Altı milyona yakın vatandaş fişlendi…

Başörtüsü yasaklandı. İnanç hürriyeti başta olmak üzere tüm hürriyetler kısıldı…

Milletin oylarıyla iktidara gelmiş partiler (Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi koalisyonu), “Silâhsız Kuvvetler” (muhalif siyaset, adliye, medya, üniversite, sendikalar ve meslek odaları) devreye sokularak, iktidardan düşürüldü…

Meşru yöntem, başbakanlığın Tansu Çiller’e verilmesiydi: Rahmetli Erbakan’la Çiller böyle anlaşmışlardı, fakat öyle olmadı…

Bu aşamada Cumhurbaşkanı Demirel devreye girdi: Akıllara ziyan bir “Alicengiz Oyunu” ile hükümet kurma görevini, kendi oyu dışında bir desteği bulunmayan Yalım Erez’e verdi…

Erez Meclis’ten güvenoyu alamayınca, Mesut YılmazBaşbakanlığa atandı…

Tehditlerle istifa ettirilen Doğru Yol Partili kimi tabansız milletvekillerinin desteğiyle kurulan “Zıtlar Koalisyonu” (Mesut Yılmaz-ANAP, Bülent Ecevit-DSP, Hüsamettin Cindoruk-Demokrat Türkiye Partisi),Türkiye’nin başına çökertildi…

Ardından da Refah Partisi’ne kapatma davası açıldı ve Türkiye’nin o dönemde en büyük partisi olan Refah Partisi kapatıldı, Erbakan’la bazı arkadaşlarına da “siyaset yasağı” getirildi.

Bununla asker şu mesajı vermiş oluyordu: “Düzen bizim düzenimizdir, millet ne miktarda oy verirse versin, bu düzeni Amerikan-İsrail ekseninden kimse çıkaramaz!”

Rivayete göre bu düzen “bin yıl sürecek”ti!

Medya ve üniversiteler vasıtasıyla “Biz gelmezsek şeriat gelir” korkusu pompalanıyor, Fadime Şahin türünden figüranlara rol dağıtımı yapılıp ekranlara sürülüyordu.

O dönemin kuvvet komutanları ve destekçileri açısından “Kemalizm” dışında her yol “yanlış”, her değişiklik “hatalı”, her yöneliş “eğri”ydi: Çıkar hesapları çok iyi yapılmış, her şey inceden inceye hesaplanmış, her alanda “tuzak”lar ustaca kurulmuş, maskeler iyi belirlenmişti.

Korkunç bir kıyım başladı: Başörtüsüyle okumak isteyenlere büyük bir linç kampanyası uygulandı. İmam hatip ve üniversite öğrencilerine okul kapıları kapatıldı. Faşist diktatör Adolf Hitler’in “gaz odaları”nı hatırlatan bir uygulama ile üniversitelerde “ikna odaları” kuruldu. Başörtülü öğrenciler tek tek bu odalara alınıp, derslere başörtüsü ile girmeyeceklerine dair taahhütnameler imzalattırıldı.

Okul birincilerinin bile eğitim hayatları söndürüldü. 1997’de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Bölümü birincisi, mezuniyet törenine alınmadı. Bazı okul birincilerinin ağzı zorla kapatılarak konuşmaları engellendi.

Buna itiraz için protesto eylemi yapanlar tutuklanıp idamla yargılandı. Ama şimdi “demokrasi” diye mangalda kül bırakmayan sol örgütlerden ses-sada çıkmadı.

Milletin inançlarının üzerinden tanklarla geçildi. Sol “demokratik örgüt”lerden yine ses yoktu. Hatta ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, siyasi partilerin varlığını demokrasiye borçlu olduklarını unutmuş, “Sincan’daki tankları görmüyorlar mı?” diye bağırıyordu.

Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir (birkaç saatliğine Cumhurbaşkanı adayı bile oldu), şehrin ortasından hangi amaçla tankların geçirildiğini şöyle açıklıyordu: “Demokrasiye balans ayarı yaptık!”

Sonra her şey yavaş yavaş normale dönünce, demokrasi onlara öyle bir “balans ayarı” yaptı ki, “müebbet hapis” cezası aldılar. 

Fakat bu suçun siyasetteki, sendikalardaki, üniversitelerdeki, iş âlemindeki ve özellikle de medyadaki ortakları hâlâ ahkâm kesiyor. 

İnsan sinir oluyor! 

 Akit / Yavuz Bahadıroğlu