Bir çocuğun gözünden 28 Şubat

Kamuoyunda, "on dört yaşında katillerle aynı koğuşta" haberiyle gündeme gelmesinden sonra, 28 Şubat'ın sembol isimlerinden biri haline gelen gazeteci Yakup Köse, yaşadıklarını bu kez de bir kitap aracılığıyla anlatmayı deniyor.

Köse, 1996 yılındaki tutuklanışından başlayarak cezaevinde geçirdiği dokuz yılın hikâyesini bir roman havasında okuyucuya aktarıyor

Kitap üç bölümden oluşuyor: Kitabın ortasından Konuşmak, Adaletle imtihan,İmtihanın bütünlemesi ve Bundan Sonrası. On dört yaş itibariyle, yazarın deyimiyle “görkemli” bir operasyonla tutuklanışı, polis sorgusu ve sorguda yaşadığı işkencenin anlatıldığı birinci bölüm ile polis sorgusundan sonra yaşadığı ilk mahkeme tecrübesinin anlatıldığı ikinci bölüm oldukça kısa tutulmuş. Bu iki kısa bölümün ardından yazar, üçüncü ve son bölüm boyunca bir yandan cezaevinde yaşadıklarını, bir yandan dadevam eden mahkeme(ler) sürecini anlatmaya devam ediyor. Kitabın sonuna da yazar ile ilgiliulusal basında çıkmış köşe yazılarından bir seçme ilave edilmiş. “Postmodern” olarak nitelendirilen 28 Şubat askerî darbesinin hemen öncesiyle başlayan bir serüven bu.

Dolayısıyla Yakup Köse, bu darbe sürecinin bütün aşamalarını darbenin müsebbipleriyle karşı karşıya tecrübe etmiş oluyor. “Emir komuta zinciri içerisinde hareket eden yargı” tespitine yol verecek kadar çığırından çıkmış bir hukuk düzeninin nasıl işletildiğine şahit oluyoruz. Ama bu hikâyede sadece hukukî “yanlışlıklar” yer almıyor. On dört yaşında bir çocuğun “suçlu olsa bile” yaşamaması gereken bir idari süreç de bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. Böyle bir kitabı kaleme alma gerekçesi olarak “hâlâ 28 Şubat yargı kararlarının iptal edilmemiş olmasını” ortaya koyan yazar, bu darbeyle yüzleşmek ve sonuçlarını bertaraf etmek adına bir mücadele yürüttüğünü söylüyor. Yazar, kitabın adının o dönemde darbenin uygulayıcı oluşumu olan BÇG’ye (Batı Çalışma Grubu) bir gönderme ile “Bir Çocuğun Gözünden” olarak konulduğunu belirtiyor. “Umarım” diyor Yakup Köse, “bu kitap MalcolmX’in kast ettiği manada “bir taş atmak” yerine geçer.”

Kitaptan bir bölüm: “Normal bir tıraş beklerken saçlarımın usturaya vurulmasıyla dımdızlak kalıyorum ve bu halde fotoğraf çekimine götürülüyorum. Polis, gardiyan tamam da fotoğrafçıdan dayak yiyeceğim hiç aklıma gelmezdi. İçeri girer girmez bir tekmede beni yere seren fotoğrafçı, “Ulan yobazlar, ulan cumhuriyet düşmanları, bu devleti size yıktırmayacağız,” dedikten sonra bir de en ağırından küfürler ediyor. Benim için dayak yemek neredeyse sıradan bir durum haline geldi. Elime bir levha tutuşturup fotoğrafımı çekiyorlar. Kafa usturaya vurulmuş, surat morluklarla dolu bir halde hücreme geri götürülüyorum…”