Önce bir teşekkür: Son günlerde geçirdiğim bir haftalık tedavi süreci boyunca, Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Doç. Dr. Memduh Aydınbey ve onun hazâkatinde pay sahibi olan –hastabakıcısından, yardımcı sağlık elemanları ve doktorlara kadar-servisindeki bütün personele ve kezâ Başhekim Yard. Dr. Mustafa Yılmaz beye teşekkür ediyorum.
***
Gelelim, asıl mevzumuza.
İran televizyonunun 5. Kanalında Hz. Hasan’ın doğum yıldönümü için tertiplenen bir törende, bu gibi törenlerde tanınan bir isim mikrofonu eline alıyor ve ‘Sağ ellerinizi Hasan-u’Muctebâ için duaya; sol ellerinizi de Birinci, İkinci, Üçüncü’lerle ve de ‘O Soysuz (nâ-necîbe) ve Haramzâde kadın’ı lânetlemek için kaldırın!’ diyor ve öyle yapılıyor.
O kişi de mahkemeye sevk edilmiş, programın Müdürü de vazifesinden alınmış. Amma, o lânetçi kişi, ‘İslâm Mahkemesi’nce, kefaletle serbest bırakılmış! Bu kişi, İslâm’ın, Hz. Peygamber’in (S) en yakınında olan o isimler eliyle bozulduğuna inanıyor ki, lisân-ı hâl ile, ‘Âhh, onlar olmasaydı, her şey güllük-gülistanlık olacaktı’ sanıyor.
Bu ifadelerdeki ‘Birinci, İkinci ve Üçüncü’ diye anlatılmak istenenlerle ve kezâ ‘Soysuz ve Haramzâde (kadın) diye nitelenenin kim olduğunu hemen herkes bilir. O isimleri zikretmekten, –mezhebî bir hassasiyetle değil- bir ‘sıradan Müslüman’ olarak da kaçınıyorum.
***
Gerçi, -İran’daki deyimle- Rehber Seyyid Ali Khameneî, bazı konuşmalarında, ‘Ehl-i Sünnet’in kutsallarına hakaret edenler İngiliz şiasıdır’ gibi sözler etmiştir; ama, Hz. Ali tarafdarlığı adına, Hz.Ali’yi de geride bırakan bir takım ahmaklar hep çıkmaktadır. Sadece bu gibi bir kaç konuşma ile bu rahatsızlık bastırılamaz.
Şunu da hemen ekleyelim ki, Khameneî’nin ‘sünnîlerin kutsalları’ dediği hususlar, sadece Sünnî Müslümanlar’ın hassasiyeti değildir. Hz. Peygamber’in (S) nâmusuna dil uzatılması sadece sünnîleri mi rahatsız eder?
Ayrıca, Hz. Ali de 1. Halife Hz. Ebubekir, 2. HalifeHz. Ömer, 3. Halife Hz. Osman’la birlikte çalışmamış mıdır? Kezâ, Cemel Vak’ası denilen faciada, Talhâ ve Zubeyr gibi seçkin sahâbelerin de yanında yer aldığı bir büyük gailede, yazık ki, Hz. Peygamber’in (S) hanımı Hz. Aişe komutasındaki bir ordu, meşru hükûmetteki Halife Hz. Ali’ye karşı bir savaş durumuna gelmiş ve iki taraftan binlerce seçkin Müslüman da hayatını kaybetmiş ve Hz. Ali, duruma hâkim olduktan sonra, ‘esir’ durumuna düşen Hz. Aişe’yi cezalandırmayıp, ihtiram içinde Medine’ye gönderme midir? (Ki, sonradan, Hz. Aişe de, ‘Keşke, Cemel Günü Ali’ye karşı savaşmak yerine, dünyaya hiç gelmemiş olsaydım’ diye derin pişmanlığını dile getirmiştir.)
O halde, nedir bu, ‘Ali’den de fazla Ali’ci’ olmak?
***
Evvelki gün, İran Meclisi’nde, bir milletvekili de bu noktalara değindi ve söylenmesi gerekenleri kısaca da olsa, vakuur bir şekilde dile getirdi. O konuşmasında, o m.vekili; ‘Bu ülkede Müslümanların mukaddesâtına saldırılar ne zamana kadar devam edecek? Bir İslâm ülkesinde Peygamber’in nâmusuna ve seçkin ashabına saldırılar ne zaman durdurulacak? Bu ülkenin vergileriyle ve petrolüyle yayın yapan Radyo-TV Kurumu, ülkenin vahdetine zarar vermeyi ne zamana kadar sürdürecek ve 1 milyar 400 milyon Ehl-i Sünnet Müslümanlarına hakaret edecektir. Meğer, Peygamber hanımlarının ‘Müminlerin Anneleri’olduğunu Kur’an beyan etmiyor mu? Radyo-TV Kurumu, ‘Müminlerin Annesi’ne niçin hürmetsizlik yapıyor? Radyo- TV Kurumu, ki, Rehberlik Makamı’nın nezaretinde çalışıyor, Rehberlik Makamı niçin?…..’ derken, Meclis Başkanı ‘Teşekkür ederim..’ diye mikrofonu kapatarak o konuşmayı noktaladı.
***
Ümmet’in gerçek vahdetine hizmet eden bu ikazların idrak olunması umulur.
Bu kin ve derin nefret, taa temelden halledilmedikçe, İran’ın resmî ideolojisine bağlı güçlerin öteki Müslüman halklara karşı nasıl davranacağına örnek için, Suriye ap-açık ortada…
Star / Selahattin E. Çakırgil