Atasoy Müftüoğlu: Yeni Putperestlikler

İktidarların, koşulların ve statükoların himayesini seçen aydınlar, siyasal/entelektüel/eleştirel bir dil ve gündem oluşturamazlar. Kendi bilincine yabancılaşan bir toplum ve kültür için, bağımsız bir gelecek düşünülemez. Günümüz insanı, kültürel/ahlaki/entelektüel yoksulluk ve mahrumiyet pahasına, zenginlik ve iktidar sahibi olmaya çalışıyor. Bu nedenle de kültürel/ahlaki/entelektüel geleceğin nasıl olacağı ya da olup olmayacağı kimsenin umrunda değil. Aynı şekilde, İslamın somut-pratik ve ilkesel bir bütünlük içerisinde, kamusal mevcudiyete/temsile, siyasal bir varoluşa sahip olup olmadığıyla da kimse ilgilenmiyor.

Modern ve seküler dışlama ve hiyerarşi sistemi tarafından başlatılan, entelektüel haçlı seferleri yoluyla zihinsel anlamda mülksüzleştirilen Müslüman aydınlar, kendi bilincini oluşturamıyor, başka bir tarihin, İslami bir tarihin mümkün olup olmayacağını konuşamıyor, başka bir politik düzen tahayyülü geliştiremiyor, galipler tarafından mağluplara dayatılan bir düzen sebebiyle, başka bir politik modele ve politik özerkliğe sahip olamıyor, bu konuda, politik ve ideolojik bir silah olarak kullanılan demokrasiler tarafından terörize ediliyor. Büyün dünyada demokrasiler meşruiyet tekelini elinde tutuyor. Modern dünya düzeni, emperyalist çıkarlar için uygun araçlar olan bütün diktatörlüklerle sorunsuz bir biçimde uzlaşabiliyor. Bu diktatörlüklerle, İslam karşıtı uygulamalar söz konusu olduğunda sonuna kadar destekleyebiliyor.

Kendi sesimizle konuşamadığımız için, varoluşsal sorunlar soramıyoruz.

İslam toplumlarında düşünsel/kültürel hayat, ideolojik-sömürgeci bağlamı olan kavramsal çerçevelerle mücadele edemiyor. Evrensel insan hakları dili ve söyleminin evrensel siyasal tahakküm (hakları) ile ilgili olduğu farkedilemiyor. Özgürlükler, insan hakları gibi kavramları, Batılı bilgi ve iktidar yapıları gibi algılamak zorunda olmadığımızı anlamakta zorlanıyoruz. Zihin dünyamıza dayatılan seküler yansımalar sebebiyle, kendi dilimizi oluşturamıyoruz. Müslümanlar kendilerini İslami dünya görüşü temelinde ifade edemiyor. Kendimizi İslami dünya görüşü temelinde ifade edebilmemiz için, Batılı ideoloji yapılarının otoritesini sorgulayabilmek, İslami bir alternatifi ortaya koyabilecek bir bilinci-yeteneği-iradeyi ve ufku somutlaştırmak gerekiyor.

Toplumlarımızda, Müslüman aydınların ulus-devlet yaklaşımlarına eklemlenmeleri sebebiyle, kültürsüzleşme pahasına popülizmler, partizanlıklar ve hamaset toplumsallaşabiliyor. İnsanımız, dünyevi ayrıcalıklara, iktidar ayrıcalıklarına, seküler ayrıcalıklara sahip olabilmek, bu ayrıcalıkları sürdürebilmek için, vicdana-merhamete-adalete kökten yabancılaşabiliyor. Statü ve çıkar mücadeleleri yeni bir putperestliğe dönüşüyor. Sistematik bir biçimde propaganda diline maruz kalan bir bünye hakikate ihtiyaç duymuyor. Toplumlarımzda anlamlı ilişkiler, eylemler ve tercihlerin yerini, araçsal ilişkiler, araçsal eylemler ve araçsal tercihler alıyor. İyi ve doğru olanı, ahlaki ve ilkesel olanı seçmek yerine, yararlı olanı seçiyoruz. Araçsal tercihler ve yarar mülahazaları, hayatta değerli olan her şeyi bayağılaştırıyor. Araçsal tercih ve yarar mülahazaları insanları araç nesneleri haline getiriyor. Propaganda yoluyla belirlenen davranışlar, konumlar bir anlam içermediği gibi bir iradeyi de yansıtmıyor. Bu tür davranışlar mekanik olarak gerçekleşiyor.

İktidarların, koşulların ve statükoların himayesini seçen aydınlar, siyasal/entelektüel/eleştirel bir dil ve gündem oluşturamazlar. Kendi bilincine yabancılaşan bir toplum ve kültür için, bağımsız bir gelecek düşünülemez. Günümüz insanı, kültürel/ahlaki/entelektüel yoksulluk ve mahrumiyet pahasına, zenginlik ve iktidar sahibi olmaya çalışıyor. Bu nedenle de kültürel/ahlaki/entelektüel geleceğin nasıl olacağı ya da olup olmayacağı kimsenin umrunda değil. Aynı şekilde, İslamın somut-pratik ve ilkesel bir bütünlük içerisinde, kamusal mevcudiyete/temsile, siyasal bir varoluşa sahip olup olmadığıyla da kimse ilgilenmiyor.

Bugünün gerçekliğini hakim dünya gücünün tek taraflı politikaları belirliyor. İslam dünyası toplumları için gerçeklikle uzlaşmak, İslami temel ilkelerden, anlamlardan ve ideallerden vazgeçmek anlamına geliyor. İslam toplumları/halkları/kültürleri, milliyetçiliklere, mezhepçiliklere, gelenekçiliklere gösterdikleri iltiması, İslam’a göstermiyor.

İslami anlamda çok büyük bir ufuk daralması yaşıyoruz.

İslam dünyası toplumları, kültürel niteliklerin, kültürel mücadelelerin hayati önemini idrak ederek, çeşitlilik ve üretkenlik üzerinde yeteri kadar yoğunlaşmış olsaydı, İslam ülkeleri arasında bugün yaşanmakta olan uzlaşmazlıklar yaşanmayacak, farlılıklar anlaşmazlık konusu yapılmayacaktı. İslam toplumlarının ortak değerlere, ortak ilkelere ve ortak ufka ulaşmalarını imkansız kılan bencillikleri aşarak, tarihsel çapta sorumluluk almaları, tarihsel derinliği olan içtenlikli eleştiriler yaparak, ikna edici seçenekler ortaya koymalarını gerektirir. İslam toplumlarında, bu konuda, her şeyden önce, entelektüel ufkun milliyetçi-mezhepçi bağnazlıklardan bağımsızlaşması, İslami bünyenin kendi içerisinde ötekiler/ötekilikler üretmemesi gerekir.

Modernlik, modern bilgi ve iktidar yapılarıyla sömürgecilik, her dönemde eksiksiz bir bütünlük oluşturuyor. Bu bütünlük, başta İslam olmak üzere Batılı olmayan her şeyi madunlaştırmaya çalışyor ve madunlaştırıyor. Madunlaştırma program ve projelerine maruz kalan Müslüman aydınlar, bu maduriyeti içselleştirdikleri için, pek çok vesileyle “biz Müslümanız, ancak İslamcı değiliz” mealinde kimi açıklamalar yapma ihtiyacı duyuyor.

Batılı bilgi öznesinin belirlediği hakim standartlar ve kolonya bakış açısı, İslamın yerli-milli bir kültür, yerli-milli bir meneviyatçılık ve gelenek olarak algılanmasını dayatıyor. Müslüman aydınların bağımsız entelektüel alanlar açarak, İslami bilgi’yi yeniden tanımlaması, konumlandırması, İslami akıl temelinde, İslami bilgi’yi bağımsızlaştırması gerekirken, modern tahakküm ve sömürge sisteminin epistemolojik iktidarına boyun eğmesi, Müslüman aydınların hiçbir zaman ve hiçbir şekilde, otorite sahibi bağımsız entelektüel özne olma imkanına sahip olamayacaklarını gösterir.

Günümüzde, İslami bütünü ve bütünlüğü temsil hassasiyeti taşıyan Müslüman aydınların, üstlenmeleri gereken tarihi sorumluluk ve misyon, tarihsel kapitalizmin tahakkümü, emperyal-kolonyal tahakküm ilişkilerini, modern ırk ve etnik köken hiyerarşilerini, bilgi’nin, tarihin ve dünya görüşünün Batılılaştırılmasını, kurumsallaştırılmasını ve evrenselleştirilmesini sorgulayarak, sömürgeci-kolonyalist bilginin mutlaklaştırılan iktidarından bağımsızlaşma mücadelesi olmalıdır.

Atasoy Müftüoğlu – İslami Analiz