“Metafizik feryat”/ “Âsım’ın Nesli başladığı yerde son buldu”
Aralık ayı biterken; sadece ömürden geçen bir yılın değil aynı zamanda Mehmet Akif’in Safahat’ının ıstıraplı atmosferine, tarih tekerrür ediyor korkusuyla yeniden yaklaşıyor olmanın kederini de taşıyorum son bir kaç yıldır.
Nurettin Topçu’nun Mehmet Akif kitabını bilir misiniz? Kitabın yayın tarihi Mart 1970. Kitap zaman içinde kaç baskı yaptı? Dergâh yayınlarını arayıp sordum, Nisan 2018’de 11. baskısı yapılmış kitabın. 48 yılda sadece 11 baskı!
Peki, kaç edebiyat hocası, tarih hocası, din dersi hocası Nurettin Topçu’nun Mehmet Akif’ini okumuş, okuduğu satırları sınıfta paylaşmıştır?
Yıllardır Safahat’ı basmayan, dağıtmayan kurum ve kuruluş kalmadı neredeyse. Her boyda her kalitede… Safahat’ı dağıttıkça Âsım’ın Neslini yetiştirdiğimizi zannettik. Kitap dağıtmak yetiyor olsaydı işimiz çok kolaydı elbet.
Sadece Safahat okuyarak Safahat’ın ruhunu kavrayamayız, genç nesillere aktaramayız. Dokunduğu her şeyi indirgeyen, güzelleme yaparak geçmişi yâd ettiğini zannedenlerin kaleminin peşinde, tarihin tecrübesine kavuşamayız.
Merhum Nurettin Topçu’nun Mehmet Akif kitabındaki “Safahat’ın Felsefesi” adlı bölümü okurken hem Nurettin Topçu’ya hem de Mehmet Akif’e rastlıyorum.
Biraz sonra size bu bölümden alıntılar yapacağım. Umut edilir ki bu alıntılar sizi her iki kitaba doğru daha hızlı bir şekilde yönlendirir.
Buyurun:
“Zavallı edebiyat hocalarının ‘Âkif sadece kuvvetli nâzımdır’ deyişlerine üzülmüyoruz; bu onların zavallılıklarının payıdır. ‘Âkif inkılâbı anlamadı’ diyen beyinsiz dostlarına da sitemimiz yok; bu ifade onların geriliklerinin hissesidir, softanın olduğu kadar dinsiz mütercimin de ‘Âkif’in din anlayışı dardı’ veya ‘Onun İslâm’ı ifadesinde şer’a aykırılıklar vardır’ tarzındaki hezeyanları bizi asla telaşa düşürmeyecek; zira bu, gölgeler dünyasında Eflatun’un yükselttiği sahneden hakikat dünyasını temaşa etmemiş olan, bu temaşadan hatta habersiz yaşayan bütün bedbahtların hakkıdır. Hepsine helâl olsun!”
“…Ruh siliniyor, kayboluyor; elimizde kabuk veya gövdeler kalıyor. Sese sanat, kaideye ahlak, korkuya Allah diyoruz. Bizim olan bütün bu şeyler hakikatin özü ta kendisi değildir. Belki bizi bizâr eden hayatı çok kere çekilmez yapan ağırlıklar, kütleler ve kesafetlerdir.”
“…Dahinin eseri bizzat kendi ruhunun kurtuluşu gayesiyle ortaya konmuştur; bize güzel hediye olsun diye değil. Onlar, bizim tarafımızdan övülmeye hiç muhtaç değillerdir.”
“Büyük sanat eserinde özü teşkil eden unsur, ses, renk, şekil, kütle ve kelime gibi her çeşit ifade vasıtaları içinde gizlenen metafizik feryattır. Bu feryadın içinde mukaddesatımız gömülüdür. Bütün ifade vasıtalarını değerlendirmesini bilen niceleri bu feryadı duymuyorlar. Onu duymak sanat eserini anlamaktır.”
“Safahat’ın yaradılış tarihinde tesir yapan sanat eserleri Yeni Cami, Süleymaniye ve Fatih Camii gibi ulu mabedler, bir de Osmanlı mûsikîsidir. Biri plâstik, öbürü fonetik mahiyette olan bu iki unsuru çıkarırsanız bir taraftan Âkif’in nazmını ebedi kılan muhkem direkleri yıkmış, öbür taraftan şair’in ıstırabındaki lirizmi öldürmüş olursunuz.”
“Onun ifadesi üç harikanın terkibi mahsulüdür: Bin yıllık tarih, bizzat kendi ruhunun fezaya çekilmiş kılıcı andıran Süleymaniye’lere nazire bir beden ve bir de Allah kitabı.”
“ ‘Âsım’ Âkif’in sanatında bir merhaledir. Onda birinci devrenin idealizmi yeni bir davayı doğruluyor. Sanatkar devrini kurtaracak ideal genci sahneye çıkarıyor. Âsım’ın şahane heykelini yapıyor. Hakikatte bu hayal ettiği kendi gençliğidir. Esasen Âsım, şairin bulunduğu yaşın olgunluğu ile birleştirip yaptığı kendi gençlik heykelidir, kendi idealinin heykelidir.”
“Sanatkar Âsım’daki şahsiyet olduğu halde kendi dışında bir Âsım arıyor, Âsım’lar arıyor. Acaba kendisinden sonra hayatta Âsım’lar gözüktü mü? İtiraf edelim ki, Âsım ruhunun mirasına sahip bir gençlik yetiştiremedik. Âsım’ın nesli başladığı yerde son buldu.”
Bendeniz sizlere merhum Nurettin Topçu’nun Mehmet Akif kitabından tadımlık cümleler alıntıladım. Siz bahsi geçen kitabı yavaş yavaş tekrar tekrar okuyunuz. Ahlak ile sanat arasındaki bağlantıyı ince ince düşününüz.
Tebliğ kılıfında kaba propagandanın; hissettirmek, aklettirmek yerine ne olursa olsun ses getirmek hastalığının, ümmete bela olduğu; tefekkür yerine “fark yaratmanın” peşine düşüldüğü; kabuğun, özü esir aldığı şu günlerde, ahlak ile sanat arasındaki bağı tekrar tekrar düşünmek zorundayız.
Yeni Şafak / Fatma Barbarosoğlu