9 Şehidimiz İçin Yüce Allah Bizim Sessizliğimizi Affetmez!

..Bu sessizliğimizi Allah affeder mi? İslami kimliği önde olanların iktidarda olmaları Allah’ın huzurunda mazeret teşkil eder mi? Doğrusu hem Mısır’a iade edilen ihvan mensubu genç hem de idam edilen 9 şehidimiz ile ilgili olarak yüce Allah bizim sessizliğimizi affetmez diye düşünüyorum.

Mısır’da Dokuz Gencin İdamı Üzerine

 

“Bir gün Kahire sokaklarında dolaşan köpeklerden biri koşarak şehirden dışarı çıkıyor. Sıcaktan harap ve bitkin halde çölü geçip Libya hududuna geliyor. Orada bir Libya köpeğine rastlıyor. Libyalı köpek, kendi cinsinden  Mısırlı köpeğin bu bitkin halini görünce hayretle soruyor:

-Böyle nereden geliyorsun kardeş?

-Kahire’den.

-Kahire’den mi? Sen, her türlü yiyeceğin bol olduğu Mısır’ı terk edip de hiçbir şeyi bulunmayan bu çöle geldin öyle mi?

Mısırlı köpek:

-Evet…

-Bunu neden yaptın Mısırlı kardeş?

-Havlayabilmek için. Çünkü Nasır, Mısır’da bütün ağızları kapadı. Artık orada havlayamıyorum. Buraya serbestçe havlayabilmek için geldim.” (1)

   Bu hikâye aslında dünden bugüne Mısır’da olup bitenleri, oradaki insan hakları, özgürlükler, insanın canı-kıymeti üzerinde önemli vurgular taşıyor. Aslında Nasır’dan günümüze Mısır’da değişen bir şey yok. Mısır’ın Firavun mukallidi liderleri Nasır, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek ve Abdülfettah Sisi evet bunların tamamı Firavun mukallitleridir. Doğrusu genelde Arap yönetimlerinde bu temayül hep vardır. Fakat Mısır sanki bu konuda biraz daha önde gibi. Kaddafi 1969’da Libya’da genç bir üsteğmen iken yaptığı ihtilalin ardından; “Mısır lidersiz bir ülke, ben ise ülkesiz bir liderim” demişti. İngiliz eğitimi almış Kaddafi, Moskova ile flört hayatı yaşayan, Washington ile nikâhlı olan Nasır’a lider olmadığını haykırıyordu. Yine Kaddafi bir konferans vesilesiyle Kahire’ye gelen Kral Faysal için öfkelenerek; “Nasıl gelebilirmiş? O bir deli. Hem de azılı bir deli.” der ve devamla; “Babası nerede şimdi? İstanbul akıl hastanesinde değil mi? Delidir o elbette deli. Bu bir aile katliamı hepsi deli onların.” der.(2)

   20 Şubat 2019 günü Mısır mahkemesi dokuz Mısırlı genci idam etti. Suçları 2015 yılında başsavcı Hişam Berakat’a karşı suikast tertiplemek ve başsavcının ölümüne sebep olmak. Oysa mahkeme sürecinde sanıkların ifadelerinde böyle bir şey yapmadıkları açıkça ortaya çıkıyor. Doğru! Sanıklar bir de biz yaptık mı diyeceklerdi? Şeklinde itirazlar olabilir. Ancak gerçek şu ki; 1928’den bu yana, yani İhvan’ın kuruluşundan itibaren gerek Kral Faruk ve gerekse onu takip eden çağdaş Firavunlar zamanında bu tür iddialar ile nice ihvan mensubu idam edilmiştir. Nasır ve General Necip Müslüman Kardeşler ile birlikte Kral Faruk’a karşı yaptıkları ihtilalin ardından İhvan’ı hedef tahtasına koymuşlardır. Bu cümleden olarak, General Necip ile beraber Nasır’ın yanında yer alan Abdülkadir Udeh kendisi de bir hukukçu olmasına ve Mısır anayasasının oluşmasına katkı sunmasına rağmen zamanla Nasır ile araları açıldı. Bilhassa Nasır’ın Müslüman Kardeşler’e karşı uyguladığı zulmün karşısında sesini yükseltti. Bir defasında Nasır “İhvan’ın sayısı 7 milyon olsa bile ben halkın üçte birini gözden çıkarabilirim.” demişti. Bunun üzerine Udeh; “Bir kişinin hayatına 7 milyon. Bu senin yanına kar kalmaz Cemal Abdülnasır!” cevabını vermişti. İşte bu cevap ve Abdülkadir Udeh’in zulme direnişi sebebiyle sanal bir suikast tertibi sonucu Udeh ve 5 arkadaşı 9 Aralık 1954’te idam edildiler. Şehit Udeh idama giderken arkadaşlarına seslenerek; “Ben Allah ile görüşmeye gidiciyim. Onun için ister yatağında, ister savaş alanında, isterse esir veya hür olarak öleyim hiç mühim değil. Bana şehadeti nasip eden Allah’a şükrediyorum. Şüphesiz ki benim kanım sizin inkılâbınızı boğacaktır.”(3),

   Mısır’ın çağdaş Firavunu Cemal Abdülnasır’ın, bir diğer kurbanı da bilindiği gibi şehit Seyyid Kutub’dur. Kutub bilhassa Amerika dönüşü net bir İslami çizgi koymaya çalışır. Zaten Amerika’dayken “İslam’da Sosyal Adalet” kitabını yayınlamıştı. İlerleyen zaman dilimlerinde Mısır yönetimi ile sık sık karşı karşıya geldi. Amerika dönüşü yolu sürekli zindanlara düştü. Yine zindan günlerinden birinde Irak Devlet Başkanı Abdüsselam Arif’in tavassutu ile zindandan çıkartıldı. Lakin Kutub boş durmuyordu. Bu arada küfürle İslam arasında net bir çizgi oluşturan, toplumu; cahili ve İslami toplum olarak kategorize eden ve yine tüm beşeri sistemleri yok hükmünde sayan “Yoldaki İşaretler”i yazmasının ardından, 29 Ağustos 1966’da arkadaşları Muhammed Yusuf Havvaş, Abdülfettah İsmail ile beraber idam edildiler. Allah cümlesine rahmet etsin.

   Gelelim son dokuz gencin idamına. Bu gençler niçin idam edildi? Suç isnadı yukarıda da bahsettiğimiz gibi Mısır başsavcısı Hişam Berakat’a suikast tertip etmek… Bunu tıpkı Abdulkadir Udeh, Seyyid Kutub ve arkadaşları ile İhvan’ın kuruluşundan bugüne kadar yapılan tertiplerin bir devamı olduğu ayan beyan ortada. Nitekim şehitlerden Mahmut el Ahmedi’nin şu sözleri bunun ispatı hükmündedir. Mısır mahkemesi hâkimi Mahmut el Ahmedi’ye “Suçunu itiraf ettin.” dediğinde. Ahmedi hakime “Bana elektrikli işkence cihazı ver sana yirmi tane Enver Sedat’ı öldürdüğünü itiraf ettireyim. Bize Mısır’a yirmi yıl yetecek kadar elektrik verdiler.” dedi.

  9 gence idam hükmünü veren mahkeme başkanı, bu idamların şeriat hükümlerince verildiğini de hatırlatmayı ihmal etmedi. Zira Mısır anayasasının ikinci maddesine göre verilen idam hükmünün infazı için Mısır müftüsünün onayı zorunludur. Şayet müftü kararın şeriata uygun olduğunu onaylarsa infaz gerçekleşiyor. Nitekim müftü bu dokuz genç için verilen kararın infazının caiz olduğu şeklinde fetvasını veriyor. Bu nedenle de gençler idam ediliyor. Mahkeme başkanı infaz öncesi Al-i İmran suresinin 169. ayetini de okuyor: “Allah yolunda öldürülenlere sakın ölüler demeyin. Zira onlar Rabb’leri katında diridirler. Rızıklandırılmaktadırlar.” Yani mahkeme başkanına göre başsavcı Hişam Berakat şehit! Ya idam edilenler onlar için de Kur-an’dan bir ayeti okumayı ihmal etmiyor hâkim: “Allah ve peygamberleri ile savaşanların ve yeryüzünde bozgunculukla uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak veya çapraz olarak el ve ayaklarını kesmek ya da yerlerinden sürülmek…”(5/33) ayetini okuyor.

   Bu dokuz gencin idamı, İslam dünyasında, Türkiye’de nasıl karşılandı? Sözüm ona uluslar arası af örgütü idamların durdurulması için çaba gösterdi.  Bunun dışında hür dünyadan hiçbir ses duyulmadı. Batı dünyası sessiz, Amerika sessiz, Asya sessiz, dünya sessiz. Çünkü onlar için Müslüman bir kimliğin, ihvan mensubu bir şahsiyetin hiçbir kıymeti yoktur. Türkiye’de bile bu olay yeterince yer bulmadı. Medya sanki sıradan bir habermiş gibi geçti gitti. Ya Müslümanlar! Doğrusu sanki üstümüze ölü toprağı serpilmiş. Dünya yansa, Müslümanların tümü katledilse umurumuzda bile değil. Tepkisizliğe alıştık. Önceleri İslam Dünyası’nda bir Müslüman’ın burnu kanasa Beyazıt ve Hacıbayram meydanlarını dolduruyorduk. Emperyal güç odakları, İslam’ın ve Müslümanların kendilerinin vahşi, düzmece düzenlerine alternatif olmamaları için icat ettikleri çeşitli senaryolarda son 30 yılda yüz binlerce Müslüman katledildi. Sekiz yıl süren İran-Irak savaşı, Körfez Harekatı sonrası ve Irak’ın işgali ile birlikte Irak’da yüz binlerce insan katledildi. Batı emperyalizminin kurgusu olduğundan şüphe etmediğim “ Arap Baharı” bahanesiyle yüz binlerce insanımızı, yer üstü ve yer altı kaynaklarımızı kaybettik. DEAŞ bahanesiyle İslam coğrafyası başta olmak üzere sair coğrafyalardaki birçok samimi ve fakat Hz.Peygamber’in (a.s) sünnetinden habersiz 10 binlerce Müslüman katledildi. Onlar belki de geleceğin Dünyası’nda yeni bir ses olabilirlerdi. Küfür dünyasının organize ettiği DEAŞ bahane Müslümanları katletmek şahane!

   Türkiye! Ah Türkiye. Yakın bir geçmişe kadar mazlumlara umut idin. Sen de sessizleştin. Zulüm karşısında gür çıkan sesin şimdi kısıldı. Acaba niye? Yoksa davandan mı vazgeçtin? Evet, az da olsa İstanbul’da Özgür-Der’in de katılımıyla Fatih Camii’nde 9 genç için gıyabi cenaze namazı kılındı. Ankara’da az bir topluluğun katılımı ile Mısır büyükelçiliği önünde protesto eylemi yapıldı. Yeter mi? Neden daha çok ses getirici eylemler yapılmıyor? Yoksa sivil toplum örgütleri sadık toplum örgütlerine mi dönüştü? Lütfen hatırlayınız, Mursi’ye yapılan darbe sonrası ve İhvan’ın Mısır’da yargılanmaları esnasında ve sonrasında verilen cezalar başta Türkiye cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere her kesimden yükselen ses ve protestolar Sisi’ye geri adım attırmıştı. Sisi ve kukla Mısır müftüsü verilen İdam kararlarını infaza muvaffak olamamıştı. Bu gerçeklik ortada iken niçin sessiz kalıyoruz? Bu sessizliğimizi Allah affeder mi? İslami kimliği önde olanların iktidarda olmaları Allah’ın huzurunda mazeret teşkil eder mi? Doğrusu hem Mısır’a iade edilen ihvan mensubu genç hem de idam edilen 9 şehidimiz ile ilgili olarak yüce Allah bizim sessizliğimizi affetmez diye düşünüyorum.

   Yazımı şehit Seyyid Kutub’un ümmete bir nasihati ile bitirmek istiyorum

-Kim bu davetin yoluna girmek isterse; bilsin ki bu davet mala(paraya) götürmez. Kesinlikle bilsin ki bu davet onu makama da götürmez. Nefsin araştırsın ki bu davet onu yeryüzündeki bir mevkiye de götürmez. Şayet bir mevkiye götürecekse; götüreceği mevkii Allah’ın yanındaki mevkiidir. Kim, bu davetin yoluna girmek isterse; imarat ondan gitti, mal ondan gitti, dünyalık bir mevkii ondan gitti. Ona, bunlardan daha değerli olan kaldı. Ona Celal ve İkram sahibi Rabbi’nin rızası kaldı. Hiç kuşku yok ki bu davetin yolu çok zordur. Bu davetin yolu çiçeklerle ve güllerle döşenmiş değil. Şüphesiz bu yol cesetlerle dolu… Hayır! Doğrusu bu yol cesetlerle ve kafataslarıyla dolu. Güllerle ve fesleğenlerle süslü değil.

Her Taraf / Süleyman Arslantaş