M. Gültekin: Doğruluk ve Adalet Filmi Üzerine

Mücahit Gültekin, Milli Gazete , 21.01.2021

Anton Hansen Tammsaare’in 1926-1933 yılları arasında yazdığı “Tõde ja õigus” isimli 5 bölümlük romanından uyarlanan “Doğruluk (Hakikat) ve Adalet” Estonyalı yönetmen Tanel Toom’un (d. 1982) dünya sinemasına hediye ettiği bir baş yapıt. “Baş yapıt” kavramını filmin bende bıraktığı etkiyi yansıtması açısından kullanıyorum. İyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik, doğruluk ve yanlışlık, adalet ve zulüm arasındaki gerilimleri hem yazıya hem de perdeye aktarabilmek görece daha kolay. Ama doğruluk ve adalet gibi, biri diğerini de gerektiren ya da tamamlayan değerlerin arasında oluşabilecek gerilimi yansıtmak çok kolay bir şey değil.  Tanel Toom, doğruluk ve adalet arasındaki işlenmesi zor çatışmayı, bu çatışmanın Andres’in kişiliğinde küçük nüanslarla oluşturduğu travmatik dönüşümü incelikle, aceleye getirmeden, her bir sahnesi kartpostal gibi çekimleriyle 165 dakika içinde anlatmayı başarıyor. Film bize, benzer anlam havuzuna ait değerler arasındaki dengeyi koruyamamanın neredeyse bütün değerlerde zehirleyici bir etki yarattığını hatırlatıyor. Devam etmeden önce yazıda filmden alıntılar yaptığımızı da belirtelim.

Tanel Toom filminde, Andres Paas isimli Estonyalı bir köylünün hayatına odaklanıyor. Borçlanarak “Robbers Rise” adında yarı batak bir arazi alan Andres’in tek emeli karısı (Kroot) ve çocukları için, burayı verimli bir toprak haline getirmektir. Her akşam İncil’den birkaç sayfa okuyan Andres, dindar, çalışkan ve dürüst biridir. Ama onun dürüstlüğü ve dindarlığı geçimsiz komşusu Perau tarafından test edilecektir. Bataklığı kurutmak için Perau’yla birlikte ortaklaşa hendek kazarlar. Ama Perau onu oyuna getirir ve sözünde durmaz. Perau’nun komşusuna yaptıkları bununla sınırlı kalmaz. Aralarındaki sürtüşmeden dolayı sürekli mahkemelik olurlar. Perau kazanmak için yalan söyler, gerçekleri manipüle eder. Haklılığına “kanıt” gösteremeyen Andres, mahkemeden başı önünde ayrılır. Davaların sonucu, Andres’in kişiliğine “kazanma” dürtüsünü yerleştirir. Andres’e göre kendisi dürüsttür, haklıdır ve o yüzden kazanmaya layıktır. Adil olan, onun kazanmasıdır!

Mahkemenin hemen ardından Kroot’la yaptığı konuşma filmin en can alıcı sahnelerinden biridir; Andres’in kişiliğindeki dönüşümün açık işaretlerini verir. Kroot’un sorusu, problemin dışarıda olmadığını hatırlatır, Andres’in kendine dönmesini ister: “Neden seni etkilemesine izin veriyorsun?” Fakat soru, Andres’in kendini görmesine yetmez. Andres’in cevabı doğruluk ve adaletten daha önemli bir şeyin kişiliğine sirayet ettiğini gösterir: “Ne yapayım peki? Pes mi edeyim?” Kroot, Andres’i bu sefer Perau’nun kalbine davet eder: “Belki etmelisin. Belki o zaman adamın yüreği biraz huzur bulur.” Ama toprağını imar etmeye adanmış Andres, kendi yüreğindeki ateşle meşguldür: “Benim yüreğim ne olacak? Perau’nun bir yüreği var mı acaba?” Kroot onu başka türden bir galibiyete çağırır: “Büyüklük sende kalsın!” Andres’in karısına verdiği cevap, filmin de ana meselesidir: “Büyüklük bende kalsın diye doğruluk ve adaletin önüne geçilmesine izin mi vereyim?” Kroot, bu soruya ürpertici bir soruyla karşılık verir: “Doğruluk ve adalet seni nereye götürüyor?”

Nitekim, aynı soruyu filmin sonlarına doğru Perau da geçmiş zaman kipinde soracaktır: “Adaletin seni nereye taşıdı?”

Andres, Perau’nun kendisine yaptığının bir benzerini ona yaptığında Kroot’un sorusu anlam kazanır. Perau’ya yaptığı bir “hileyle” mahkemede kazanmanın tadını alır. Doğruluğun feda edilmesiyle elde edilen ilk zafer, bir dizi felaketi de beraberinde getirir: Önce hayvanları ölür. Ama asıl bedel Kroot’un ölümüdür. Son çocuğuna hamile olan Kroot, Andres’e beklediği oğlunu verir -Karısı her kız doğurduğunda yüzü asılır Andres’in, çiftliğin vârisi olacak bir oğul istemektedir- ve doğum yaptığı döşekte çalışmaktan bitap düşmüş bedeni ölüme teslim olur. Kroot’un ölümüne üzülenlerden biri de Perau’dur. Cenaze sonrası söyledikleri etkileyicidir; Andres’in tutkuya çevirdiği kazanma mücadelesinin Perau için bir oyun olarak görüldüğünü hissettirir bize. O, sadece Andres’in imtihanıdır. Kroot’un yüceliği karşısında nasıl yenildiğini anlatır, onun barışçıl ve engin gönlüne saygı duyar; bunların da ötesinde kendinin ve Andres’in konumunu tespit eder: “Gece düşünüyordum, şimdi bize ne olacak diye. Karın hep barışmamızı sağlardı. Çünkü ikimizden de daha iyi biriydi. Artık tartışırsak, ki kesin tartışırız, bizlere güzel sözler söyleyip bizi barıştıracak biri yok artık. Sonra korktum, ikimiz için de. Boka dadanan iki sinek gibiyiz. Etrafta dolanıp bir şeyler planlıyoruz. Tüm planlarımız ve tüm büyük hesaplarımız ise koca bir hiç. Bizi dinleyecek kimse olmayacak ya da bizi görecek.”

Bu sözler, Perau’yu yeniden düşündürür bize. Perau’nun “hiç” dediği Andres için her şeydir. O zaman Perau kimdir? Gelen hiçbir komşunun kendisine dayanamadığı Perau kimdir? Karısının kalbe işleyen enginliği karşısında “utandığını” söyler Perau: “Çavdar tarlasının etrafındaki çiti yıktım. Domuzlarını benim tarlamda görünce ne yapacaksın merak etmiştim. Ama sen değil karın geldi. Çok nazikçe konuştu: Sevgili komşu neden çiti yıktın? Şimdi domuzlarımız senin tarlana girecekler. Karının karşısında, yıkılmış çitin önünde, utanarak durdum…”

Perau, Andres’i kendiyle imtihan eden, kendiyle yüzleştirendir. “İyi bir karın vardı komşu.” diye bitirir sözlerini. Andres’in söylediği yanlıştır, Perau’nun bir kalbi vardır.

Perau konuşurken Andres’in yüzündeki sertlik, hoşnutsuzluk, asıklık hiç gitmez. Andres kazanmak için ne kadar ileriye gidebilir? Ne kadar vahşileşebilir? Sosislerini döken Perau’nun köpeğini kaynar suyla cezalandırdığında anlarız bu soruların cevabını.

Kroot’tan sonra üç çocuğu daha ölür Andres’in. Doğruluktan saparak adaleti tesis etmeye “hakkı” olduğunu düşünür, giderek kalbi de katılaşır. Juss’la evli olan işçisi Mari’den çocuklara bakması için evinde kalmasını ister. Söylentiler çıkar, Juss kendini asar. Andres ne söylentileri umursar ne de çevresindeki insanların kalplerinden geçeni sezebilir. Mari’ye evlenme teklif eder. Rahibe giderler. Filmin en kritik sahnesidir bu. Karısı ve Perau’dan sonra, benzer şeyleri söyleyen üçüncü kişidir rahip. Açık konuşur:

– Sen günahkâr bir adamsın. Nadiren kiliseye gidiyorsun. Komşunla handa kavga ediyorsun. Sürekli mahkemedesin.

– Sayın rahip, her insanın adalet aramaya hakkı vardır.

Rahibin verdiği cevap, Andres’in hastalığını hem teşhis eder hem de tedavi yolunu gösterir:

Adalet… Adalet zihnini öfkeli, kalbini katı yapar. Yücelik istemelisin evladım. Güvenini gücüne ve adalete bağlıyorsun. Ancak Tanrı seni sınamayı seçti.

Haklılık imtihanıdır bu. Haksızlığa tahammül etmek ne zaman bir erdem olur? Hakkımızı almak için ne kadar ileriye gidebiliriz? Önemli olan nedir? Adalet arayışı bir maskeye dönüşür mü? Bize yapamayacağımız, yapmamamız gereken şeyleri yaptırır mı? Hakkımız olanı alma duygusu, gözü kör, kulağı sağır eder mi? Her yolu mübah kılar mı? Peki ya insan bu sınıra gelip dayandıysa, pes ederek yücelir mi? Pes ederek de kazanılabilir mi?

“Yücelik istemelisin evladım.”

Rahibin tavsiyesi, başka türlü kazanmayı bilmeyen kalbe tesir etmez. “Daha yeni karını toprağa verdin.” diye devam eder rahip. “O zayıftı ama ona bakmadın. Şimdi çocukların için yeni bir anne istiyorsun.” Ne var ki, Mari hamile kalmıştır. Andres, nikâhı kıymasını ister. Ültimatom verircesine ister bunu. “Böylece çocuk doğduğunda her şey doğru olacak.” der. Yanlışı doğruya çevirecek bir araca dönüşür rahip. Bir “hiledir” adeta Andres’in rahipten istediği.

Rahip engelini de aşan Andres’in önünde artık kim durabilir? Bu soğukkanlı dönüşüm, korkutur insanı. Handa başka, evde başkadır. Kızı Liisi’yle yaptığı konuşma “kaybolduğunu” bütün çıplaklığıyla gösterir. Film bittikten sonra da düşündüm: Andres’in düşüşünü, köpeği dağladığı sahne mi, yoksa kızıyla yaptığı konuşma mı daha iyi yansıtıyor?

Kızının, Perau’nun büyük oğlu Joosep’le çıktığını handa Perau’dan öğrenir Andres. Çılgına döner. Handan hışımla çıkar, at arabasıyla uçar adeta. Köpeğe yaptıklarını hatırda tutan seyirci, kızına yapacaklarını hayal bile edemez. Ama gördüklerimiz bunun çok daha ötesinde, şoke edicidir. Masaya otururlar, kendine ve kızına bir içki koyar. Sakindir. Kızı “Kızmadın mı?” diye korkarak/şaşırarak sorar. Cevap, Andres’in kendine başka bir tapınak inşa ettiğini gösterir: “Kızım Robbers Rise’ın hanımı olacak, bunun neresi kötü?”

Liisi, Joosep’in patron olmayacağını, Robbers Rise’dan gideceklerini söyler. Andres’in sakin hali kaybolur: “Eğer patron olmayacaksa seni ona verir miyim sandın?” Kızı babasıyla Perau arasında geçenlerden bıktıklarını söyler. Kendisinden yana çıkmamasına hiddetlenen Andres, İncil’i kendine dayanak yapar: “Onurumu, arazimi, ailemi ve evimi savundum. İncil ne derse onu yaptım!”

Tartışmayı, kızını evden kovarak bitirir.

*

Evden kovulan kızı, yaşlı işçilerinin (sanırım öyleydi) yanına sığınır ve babasının nasıl bu hale geldiğini ondan dinler:

“Andres’i bu kadar kin ve öfke dolu yapan ne diye düşündüm. Pearu kötü olabilir ama baban çok daha beter. Bence sorun İncil. Basit bir adam Tanrı’nın sözlerini fazla okursa kalbi katılaşır. Tanrı’nın iyi olan sözleri de kötüye döner. Çünkü onlar insanların aklı için fazla güçlüdür.”

Kızını kovan Andres’i sonunda oğlu da terk eder. Karısı ölmüş, oğlu gitmiş, kızı kovulmuş Andres, Robers Rise’ı imar etmek için çalışmaya devam eder.

*

“İnsan ne ister? Bir yere ulaşmak. Başlangıçta bir tepede durur, nereye gitmek istediğini görür. Sonra yola koyulur. Yol boyunca ilerler. Ormanlardan geçer, nemli çayırlarda ve yoğun bataklıklarda debelenir (…) Sonra durur ve yönünü yitirdiğini fark eder. Yolunu kaybetmiş ve nasıl devam edeceğini bilmeyen bir kişi ne yapar? Nasıl başa döner? Yola çıktığı yere… Çünkü aradığı cevap, en başından beri oradadır.”

Film bittiğinde Perau’nun sözleri kalır kulaklarda: “Adaletin seni nereye taşıdı?”