Yerli Oryantalizm Dindarlar Üzerinden Kendine Alan Açıyor

Amerika’nın Körfez bölgesini işgal ve Irak’ı harap ettiği yıllarda liberal demokrasinin zaferi ilan edilmişti, artık insanlık tarihin sonuna ulaşmıştı. Köhne yapılar, kötü yönetimler, üçüncü dünyalılık, diktatörlük yıkılmalıydı. Doğulular da bu nihaî noktaya ulaşabilmek için Batı’nın değerlerini benimsemeliydi. Bugün Türkiye’de liberal demokrasi adına dile getirilen düşüncelerin neredeyse tamamı o zaman da gündemdeydi. Ne yazık ki bugünküler aynı meşrulaştırma işini muhafazakârlık adına yapıyor.

Birkaç yıl öncesine kadar Batılı değerlerin bütün dünyaya yayılmasından bahsedilirdi. Liberal demokrasinin zaferi ve tarihin sonu tezinin Türkiye’deki yansımaları da kalıcı bir hâl almıştı. Demokrasi ve diktatörlük gibi zıtlıkların kurulması ve Türk siyasî hayatının bu zıtlıklar üzerinden yeniden tanımlanması nispeten yeni bir durumdur. Türk siyasî hayatını bu zıtlıklar üzerinden tanımlamaya tabi tutanların özellikle 2012 tarihini milat olarak kabul ettiklerini biliyoruz. Buna karşın Türkiye’nin Amerika ve NATO’ya, daha genel bir ifade ile Batı’ya mahkûm olmaması gerektiğini düşünenler de genellikle aynı tarihi milat olarak kabul etmektedirler.

Büyük değişimleri takip edebilmek ve bu değişimlerin yönü hakkında fikir yürütebilmek için süreci etkileyen faktörleri bilmek gerekir. Günümüzde yaşanan büyük değişim belirli aktörlerin etkisi ve kontrolünde midir yoksa onlardan bağımsız olarak yapısal bir değişim mi söz konusudur? Fransa eski Cumhurbaşkanı da Batı’nın gerilemekte ve batmakta olduğunu söylüyor. Buna mukabil Asya’nın yükselişinden ve bunu durdurabilmek için siyasî, askerî, iktisadî önlemlerden bahsediliyor. Bunun karşılıklı olması hâlinde büyük gerilimlerin yaşanacağı da ortak bir kanaat olarak ileri sürülüyor. Asya’nın yükselişinin yeni bir durum olmadığı bilinen bir husustur. 90’larda en çok konuşulan konulardan bir de buydu. Sovyetler’in dağılmasıyla çok geniş bir coğrafyanın bağımsızlaştığı ve burada yaşayanların kendine bir yol çizmeye çalıştığı anlaşıldı. Amerika’nın ani bir kararla Ortadoğu’ya yerleştiği söylenemez.

1991’de Amerika Körfez bölgesini işgal ve Irak’ı harap ettiği zaman çoğu kimse şaşırmıştı. Amerika’nın Irak’ı ve Körfez bölgesini vurmayacağını söyleyen, onların Körfez’e yerleşmek için bahane aradıkları iddia edilmişti. Saddam da bu bahaneyi onlara verdiği için aralarında bir anlaşma olabileceği dahi konuşulmuştu. Saddam’ın ne düşündüğünü bilmiyorum ama Batı’nın bütün coğrafyayı işgal edeceği konusunda bir duyarlılığa sahip olmadığı açıktı. Onun yanlış kararları coğrafyanın harap olmasına yol açtı. Fakat Saddam yalnız değildi, Amerika’nın hedefleri ve bu hedeflere ulaşmak için yapabilecekleri konusunda çoğu kimse yanıldı. Onları “körleştiren” bir yapaylık vardı. Coğrafya işgal ediliyor, binlerce asker ve aklın sınırlarını zorlayacak kadar fazla silah Körfez’e getiriliyor ama kimse bunun sonuçlarını değerlendiremiyordu. Amerikan askerlerinin çıkarma yapmaya başladığı ana kadar geçen sürede ifade edilen düşünceleri bugün yeniden ele almak öğretici olur kanaatindeyim.

Amerika’nın Körfez bölgesini işgal ve Irak’ı harap ettiği yıllarda liberal demokrasinin zaferi ilan edilmişti, artık insanlık tarihin sonuna ulaşmıştı. Köhne yapılar, kötü yönetimler, üçüncü dünyalılık, diktatörlük yıkılmalıydı. Doğulular da bu nihaî noktaya ulaşabilmek için Batı’nın değerlerini benimsemeliydi. Bugün Türkiye’de liberal demokrasi adına dile getirilen düşüncelerin neredeyse tamamı o zaman da gündemdeydi. Tarihe ayak uyduramayanlar her türlü cezaya müstahaktı. Bu esnada  Amerika’nın Afrika’da olduğu  ve yandaşlarının coğrafyanın zenginliklerine el koymasının ve tarihî mirası çalmasının bir önemi yoktu. Hatta buna sebep oldukları için İslam dünyası her türlü aşağılamayı hak ediyordu. Bugün olduğu gibi o zamanlarda da “İslâmîlik Endeksi” gibi tuhaf metinler yayımlanmıştı. Yalnız o zamanlarda bu türden endeksleri kullananlar Batılılaşmış ve coğrafyasına yabancılaşmış aydınlardı. Ne yazık ki bugünküler aynı meşrulaştırma işini muhafazakârlık adına yapıyor.

1991’de Amerika coğrafyayı işgal ve imha etti, eşi benzeri görülmemiş bir talanın önü açıldı. Amerika bu işgal ve talanı 2003’te tekrarladı. Fakat bu sefer işgal edilen bölgelere Afganistan da dâhil edildi. Pakistan’ın da sırada olduğuna dair çok güçlü emareler var. Suriye’nin de aynı akıbeti yaşamış olması büyük bir planın uygulanmasındandır. Yeni büyük oyunun merkezinde de İslam dünyası var. Mısır’ın da kuşatıldığını biliyoruz. Bütün dünya Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e ulaşacak bir terör koridorundan bahsediyor. Fakat Türkiye’de ısrarla, ama bu defa muhafazakâr muhaliflerin de kuvvetli bir katılım gösterdiği aydın zümresi İslam dünyasının “perişan durumu”ndan bahis açıyor. Doğu Akdeniz’de neredeyse barut fıçısını patlatacaklar. Fakat Türk aydını hâlâ aynı tanımlarla yoluna devam ediyor. Onlar için 90’lardan bu tarafa yaşadığımız değişimlerin yok hükmünde olduğunu düşünebiliriz. Bunun, yeni tür yerli oryantalizmi olduğu konusunda şüphem yok.

Yeni Şafak / Selçuk Türkyılmaz