Meşrutiyet dönemi ulamasının İttihat ve Terakki ile iş tutması, şüphesiz ki en çok tartışılan meselelerden biridir. Ulema – ilmiye sınıfının İttihatçı tayfaya omuz vermesiyle, belki kendilerinin bile tahmin edemediği olumsuz sonuçlar ortaya çıkmıştır. İlerleyen süreçte ise iktidara gelen laik zihniyet, ulema eliyle yeni siyasi düzeni meşrulaştırmış, hürriyet kavramı üzerinden Müslüman toplumu ifsat etmekten geri durmamıştır. Toplumu çelip çevirmesi, meşru bir yola sokması gereken ulema, ne yazık ki bu vazifesini yerine getiremediği gibi, yaptığı hataların bedeli kendi zaman ve mekân sınırlarını aşarak, günümüzde dahi etkisini göstermektedir.
Peki, ulema nerede ve neden hata yaptı?
Ulema statü ve mevkiine yeniden kavuşmak, dünyevi beklentilerini temin etmek için laik zihniyetli İttihatçılarla işbirliği yapmaktan çekinmedi. Tabii bu tercihlerinde kendilerini savunacak düşünceler de ürettiler. Bu savunmalarının en belirginlerinin başında Abdülhamid’in baskıcı yönetiminden kurtulmak, hürriyet ve müsavat ortamını sağlamak, meşveret usulünü ihya etmek gibi söylemler gelmekteydi. Fakat tabii oldukları İttihatçı cephe, bu beklentilerini sağlayamayacağı gibi, daha da kötüleştirecek zihniyete sahipti. Ulema bunu anlayamadı. Ya da günün çok hızlı gelişen ve değişen şartlarında anlamak istemediler. Ulema burada büyük hata yaptı.
Abdülhamid kötü idi. Baskıcı, zalim, despot, müsrif, sefahat düşkünü biriydi. Fakat ittihatçılar zihniyet bakımından ulemanın beklentilerinin, inançlarının, akidelerinin, ibadetlerinin hasmı konumundaydı. Ulema, Abdülhamid’in bütün kötülüklerini gördü, lakin ittihatçıların laik seküler zihniyetini hiç görmedi, görmezden geldi. Abdülhamid gitsin de nasıl giderse gitsin, Abdülhamid’i devirsin de kim devirirse devirsin düşüncesinde karar kıldılar. Abdülhamid’in kötülüğünü sürekli görenler, ittihatçıların gavur zihniyetini hiç görmediler. Ulema bu basiretsiz davranışıyla büyük hata yaptı.
Ulemanın ifadesiyle Abdülhamid kötüydü, zalimdi, despottu vs. Fakat nasıl yorumlanırsa yorumlansın Müslümanların başında İslam dünyasının siyasi, iktisadi, hukuki, içtimai birliğini sağlayan bir halife vardı. Ve yine nasıl yorumlanırsa yorumlansın bu halife İslam Devlet şeklini temsil ediyordu. Yine nasıl yorumlanırsa yorumlansın Hilafetin, Müslümanlar için maddi ve manevi bir kuvvetin kaynağını teşkil ettiği açıktı. Ulema İttihatçılara meyledeceğine, laik zihniyetin kullanışlı bir malzemesi olacağına, Müslümanların halifesine ve Hilafet makamına sahip çıkmalı, hakka hakikate adalete davet etmeliydi. Ulema kendilerini var eden değerlere sırt çevirmekle büyük hata yaptı.
Kötünün karşısında yer alması gereken ulemadan, kendi başına bağımsız bir muhalefet geliştirmesi ve kendi usul geleneğinde örgütlenmesi beklenirdi. Fakat onlar başka bir kötünün yanında yer alarak, daha kolay ve daha risksiz olan bir yolu tercih etti. Kendilerini iki kötü arasından birini seçmekle mükellefiyetlerinden kurtulacaklarını zannettiler. Ulema bu tercihinde büyük hata yaptı.
Ulema, çok kritik zamanlarda, yaşanan hadiseler karşısında hızlı, isabetli, basiretli kararlar verebilmeliydi. Abdülhamid bahsettikleri kadar zalim idiyse, bu zalimin (!) zulmünden şikâyetçi olanlar, aynı zamanda O zalimin hizmetinde bulunup, değirmenine su taşımamalıydı. Abdülhamid idaresinden şikâyetçi olanların tamamı, Abdülhamid idaresinde devlet kademelerinde yer almakta, zalim, müstebid, müsrif, cani, katil, din düşmanı, sefahat düşkünü dedikleri sultanın hizmetinde bulunmaktaydı. Ulema zikredilen olumsuz vasıflarla andıkları sultanı, hem kötülemek, hem de hizmetinde bulunmakla büyük tezada düştüler. Bu tezada düşmekle büyük hata yaptılar.
Ulema ittihatçıların safında yer almakla, kısa bir dönemde olsa dünyevi itibar ve statü sahibi oldu. Meclisteki yerlerini aldılar. Dolgun maaş sahibi oldular. Fakat bu kazanç onları dinleri konusunda büyük tavizler vermeye mecbur bıraktı. Dinin kavramlarını asli hüviyetinden soyutladılar, içini boşalttılar ve tamamen dönemin gereklerine uygun olarak siyasi içerikle yeniden yorumladılar. Din siyasette, iktisatta, hukukta, içtimai sahada belirleyici olmaktan uzaklaştı. Modern kavramlar yukarı doğru çekilirken, dine ait kurucu kavramlar ya hiç ele alınmadı ya da mahiyetleri örtülerek, değiştirilerek aşağılara doğru itildi. Ulema bu tavrıyla büyük hata yaptı.
Ulema çok hassas bir konuda yanılmıştı. Hain, zalim ve kâfir ruhlu kişilerin Firavun imanı taşıdıklarını, İslam’a ve Müslümana hasım, lakin işine geldiğinde Müslüman gibi görünen tavırlarını gözden ırak tuttular. Kısa zaman sonra bunun farkına vardılar, fakat güç ve iktidar başkalarının eline geçmişti. Ulema içinde hem devlet tecrübesi olanlar, hem de ilmi birikimi olanlar bulunmaktaydı. Eğer devlet tecrübesine sahip olanlarla, ilmi birikime sahip olanlar bir araya gelip organize olabilseydi, bugünkü Müslümanların durumu daha farklı olabilirdi. Böyle bir olasılık mümkün idi. Fakat dönemin uleması bunu başaramadı. Bu hususta büyük hata yaptılar.
Ulema, Müslüman kalarak Avrupalı olmak hayalinin peşinden koştu. Fakat Avrupa’dan ne gelirse gelsin, kendine özgü ahlakıyla birlikte gelmekteydi. Ulema bunu görmeliydi, göremedi. Gelen her yeni şeyin altında psikolojik olarak ezildi. Ulema bu öngörüsüzlüğü ile büyük hata yaptı.
Sıkıntılardan kurtulmak için ortaya çıkan kaynaklara dönüş, Asrı Saadete dönüş bir kurutuluş düşüncesi olarak zuhur etti. Çok masum gibi görünen bu düşünce, büyük tahriflerin önünü açtı. Kendi geleneği içinde geriye doğru taranarak Asrı Saadete ulaşmak yerine, bütün tarihi atlayarak Asrı Saadete gitmek istediler. Bu çaba onları, yeni düzeni Asrı Saadet uydurmak yerine, Asrı Saadeti yeni düzene göre yeniden yorumlamak eşiğine çıkardı. Bu tavırlarıyla ulema büyük hata yaptı.
Şöyle denilebilir ki; toplumlara yön veren sınıfın, yaptığı iyi davranışlar, toplumu erdemli bir seviyeye çıkardığı gibi, yaptıkları yanlış tercihler de o toplumu ifsada sürükler. Yaşadıkları toplumda temsil gücü olan şahsiyetlerin kamusal alanda yaptığı her davranışın, söyledikleri her sözün mutlaka olumlu ve olumsuz sonuçları ortaya çıkacaktır. Bunun en acı tecrübesini yaşayanlar şüphesiz ki Müslümanlardır.
Yakup Döğer/İktibas Dergisi