يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْاَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ
﴿٣٤﴾
Ey iman edenler! Bilginlerle rahiplerin çoğu, boş sebeplerle insanların mallarını yerler ve halkı Allah yolundan menederler. Altını, gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanları elemli bir azapla müjdele.
(Tevbe 34)
Meallerin hemen hepsinde Ahbar ve Ruhban kelimeleri hahamlar ve rahipler olarak çevrilmiştir. Oysa ayette geçen ahbar kelimesi haber verenleri, ruhban kelimesi ise korkuyu ifade etmektedir.
Haber verenler (ahbar), genelde insanların bilmedikleri şeyleri bildiren haber veren anlamına kullanılmış, bu kişiler yine tefsirciler tarafından din adamları olarak tarif edilmiştir. Kaldı ki bilgi sahiplerini sadece din alimleri olarak görmek son derece yanlıştır. Hangi branştan olursa olsun bilgi sahipleri edindikleri bilgiyi tekelleştirip kendi çıkarları için kullanıyorsa (Karun örneğinde olduğu gibi) onlarda bu kategoride değerlendirilmelidir. Bilgi bir değerdir ve kimsenin malı değildir.
Ruhban ise korku anlamında kullanılmakta, aşırı korkudan dolayı doğru ya da yanlış demeden ibadet etmeye de ruhban denmektedir.
Bilginin tekelleşmesiyle başlayan kendini koruma ve elde ettiklerini çıkar amaçlı kullanma eğiliminde olanlara karşı rabbimiz, Karun örneği ile bizi bu davranıştan men etmektedir.
Karun’un, bilgiyi tekelleştirerek kendi ekonomik çıkarları için kullanmasını, hem Allah, hem de insanlar kınamıştır. Bilgi, mutlak anlamda bir kişi ya da zümreye ait değildir. Bilgi Allah’a aittir ve insanlık vicdanın ortak malıdır. Bilgiye sahip olanlar din adamları olabileceği gibi, topluma yön veren siyasetçi veya eğitimci de olabilir.
Devletin imkanlarını kullanarak, kendi çıkarlarına özgü yasa çıkartıp, diledikleri yeri istimlak ederek parsadan pay sahibi olmaya çalışan yöneticiler de ahbar sınıfındadır. Halkın malına yasa çıkartarak el koymak, teşvik ve hibe adı altında beytul maldan dilediklerine yardımda bulunmak, ihalelerde adam kayırmakta, haksız yere insanların mallarına el koymaktır. Bunları yaparken elbette bu işlerin nasıl yapılacağı bilgisine sahip olanlar, bu bilgiyi halkın çıkarına değil kendi çıkarlarına kullandıklarından dolayı Allah tarafından yerilmektedirler.
Başka bir örnek verecek olursak, doktorların birçoğu, devlet okullarında halkın vergileri ile eğitim görüp, sonra yüksek maaş almalarına rağmen, ameliyatlarda bıçak parası adı altında haksız yere insanlardan para talep etmeleri de ahbar sınıfına girmektedir. Çünkü bunlar da korkuyu ve bilgiyi kullanıp insanların alın terlerine haksız bir şekilde göz dikmekte ve servet edinme yarışında yerlerini almaktadırlar. Bir sonraki ayette geçen kenz ifadesi de mal biriktirme, istif etme, biriktirdiklerini Allah yolunda harcamama ve tedavüle sürmeme anlamlarını içermektedir.
Rabbimiz, servetin zenginler arasında dolaşmaması için zekatı, infakı farz kılmıştır. Kaldı ki parayı, pulu, malı bir yerde hapsetmek, onları toplumun yararı için tedavüle sürmemek ise bir başka suçtur. Paylaşmamak, haksız kazançlarla elde ettiklerini tekrar piyasaya sürmeyenlerin bu yaptıklarının cezaları biriktirdikleri bu mallar ile dağlanmak olacaktır.