Tarihselciliğin sefaleti

İslam’ın Kelamı, tarihsel değil. Çünkü Kelamın sahibi, zamanların da sahibi tarihlerin de. Zamanın ve tarihin yarattığı değil, zaman ve tarihi yaratandır.

Tarihselcilik, modernitenin en önemli teorilerinden biri. Alman düşüncesinin ruhudur. W. Dilthey, bunu ilk defa sistemleştiren filozof. “İnsan ne olduğunu ve ne istediğini ancak kendi varlığının binlerce yıllık gelişimi içinde bilebilir; asla nihai sözlerde, genel geçer kavramlarda değil”. Dilthey, bu sözleriyle hakikatin anlamını pozitivizm ve ampirizmi aşarak tarih içinde bulmaya çalışır.

Başka bir Alman filozofu olan Hegel, evrensel aklı da tarihte arar. Tarih tamamlanarak sona varmaktadır. İnsanlığın evrimsel yürüyüşü, bu Tarihin Sonu ile beraber Mutlak Bilmeye ulaşır. Hakikat, tamamlanan tarihle beraber var olur. Hegel, tarihin yürüyüşü sonucunda mutlak bilgiyi elde eden seküler insan-ı kamildir. Napolyon da bu hakikati dünyaya taşıyacak yalancı peygamber!

Tarihselcilik, hakikatin insanların yeryüzündeki tarihsel sınırlarıyla kayıtlı olduğunu savunur. Tarih, belirleyici aktördür. Zaman tayin edicidir. Hermenötik düşünce, Dilthey ile beraber hakikatin anlamını tarihsel bilgide bulduğunu iddia eder. Heidegger ise ontolojiye kayar ve zamanı bu bağlamda değerlendirir. Bir bakıma zamanın içine hapsedilen hakikati, varlığın temsilinde göstermeye çalışır. Ancak hakikatinin bir kanadı tarihtir, zamandır. Alman tarihselcilik okulu, bütün “özleri” tarihin evrimi içinde değişerek var olduğuna dikkat çeker. Hegel, stoacı köle, Hristiyanlık köle ve burjuva kölesinden bahsederek kölenin tinini anlamak ister. Efendi için de aynı şey geçerli. Sonuçta varoluşun efendi ve köle diyalektiğine dayanan hakikat, tarihsellik içinde ete kemiğe bürünür.

Tarihselcilik, dini/ hakikati beşeri tarihsel alana indirger. Din, insanların eylemleriyle inşa ettikleri tarihi tecrübelerin çıktısıdır. Hristiyanlık, ortaçağ tarihselliğinin ürünü. Modern zamanlarda artık başka bir tarihsellik var. Bu tarihselliğin ürünü olarak da yeni Hristiyanlık’tan bahsedilir. Hegel’in sekülerleşen Hristiyanlık dediği olgu budur. İncil, modern tarih gerçekliğinde yeniden inşa edilir. Elbette yapılan yeni İnciller yazmak değil, bunun yerine İncil’i tarihin müdahalesiyle okumaktır. Tarihsel bakış, bir tahrifat bilincinin aracıdır.

Tarih, Tanrı’yı da tanımlayan bir başat aktördür. Zamana mahkum bir Tanrı icat eder. Bundan dolayı İlkçağ tanrısı, Ortaçağ tanrısı ve modern çağ tanrısı( İnsan Tanrı) gündeme gelecek. Tarihsel değişimle beraber Tanrı da değişecektir. Tarihi yapan insanlar olunca bu tarihin Tanrı’sı da insansal (antropomorfizm) olacaktır. Bütün çağlara ve bütün tarihlere hitap eden evrensel kadim Tanrı bilinci terk edilir. Tanrı, tarihin önünde evrimleşerek oluşan, dönüşen, çoğalan(politeizm)ve yok olan( modern dönemde Tanrının ölmesi) bir varlıktır.

İslam, modern dönemde bu tarihselcilik anlayışı ile muhatap oluyor. Allah anlayışı, kutsal kitabı, peygamberleri ve esasları tarihselcilik açısından yorumlanıyor. Bu perspektifte Allah, M.S. altıncı yüzyılda Mekke tarihinde konuşan ve bu tarihte biçimlenen bir varlıktır. Kelam, bu tarihsel anlam dünyası içinde oluşur. Kur’an kıssaları da tarihseldir. Sonuçta tarihsel olan kelam ve kelamın anlatıları, değişen yeni tarih ile beraber iki seçenekle karşı karşıya kalır. Ya onları yeni tarih içinde yeniden anlam sahibi kılmak ya da onları geçmiş tarihleriyle yüz yüze bırakmak. Modernistler birincisinde, İslamiyet’i modern tarihsellik içinde yapılandırmak isterler. İkinci seçenekte ise “çöl kanunu” diyerek kaba bir reddiyeciliğe başvururlar. Sonuçta birincisinde deformasyon, ikincisinde ise reddiyecilik öne çıkar.

Allah’ın kelamı hem içine doğduğu zamana konuşur hem de başka zamanlara. Geçmiş, gelecek ve şimdi gibi üç bağlamla sınırlanan zaman bilinci beşeridir. Tanrı’nın zaman bilinci bunların çok fevkindedir. Çoğul zaman ve tarih üstü zamanlar var. Zaman içinde oluşan tekil, evrimsel ve hep tamamlanmaya doğru giden bir akış yoktur. Kur’an’daki kıssalar, tarihsel anlatılar değil. Daha çok ahistorik sosyolojik anlatımlardır. Allah tarihte yaşanan toplumları tarih üstü alana taşıyarak her tarihte anlamamıza imkan verecek “ibretler” sunar. Firavun, bizim için M. Ö. 3000’li yıllarda yaşayan somut bir tarihsel varlık değil. Efendi ve köle ilişkisinin evrensel anlatımını içinde tutan bir kıssanın sembol şahsiyetidir. Firavun ilahlaşınca köleleştirir. İnsanlar köleleşir. Hakikat, insanı kölelikten kurtaran bir özgürlük bilincidir. Kıssa, özgürlük mücadelesinin anlamını anlatır insana. Olgusal tarihin çok ötesidir bu.

Tarihselcilik, İslamiyet’i de tarihsel evrimin içinde oluşan bir din olarak görür.. Modernite ile tarihsel evrim üst/son aşamaya varmıştır. İslam da buna uymak zorunda. Yoksa geride kalır.

İslam’ın Kelamı, tarihsel değil. Çünkü Kelamın sahibi, zamanların da sahibi tarihlerin de. Zamanın ve tarihin yarattığı değil, zaman ve tarihi yaratandır.

Yeni Şafak / Ergün Yıldırım