Tarihi Nasıl Okuduk?

Din eğitimi veren hocalarımız, Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumayı, İslam’ın şartlarını ve ibadetlerimizi nasıl yerine getireceğimizi öğretirler. Ancak dinin bizden istediği davranış modeline pek ağırlık vermez, yaptığımız ibadetlerin hayatlarımızda hakkaniyete ve merhamete dönüştürülmesi gerektiğinden bahsetmezler.

Değerli arkadaşım, dostum Gülay Uğurel, Uhud Savaşı’nda Okçular Tepesi’ni terk eden sahabelerin isimlerinin bilinmemesinin, bu konuda kaynaklarda hiçbir bilgiye yer verilmemesinin ilgisini çektiğini ve sahabenin olumsuzluğu yaymamak için gösterdiği hassasiyetin gözlerden kaçtığını ifade etti. Arkadaşımla konuştuktan sonra gördüklerimle inandığım değerler arasındaki çelişkilerin arasında sıkışıp kaldığımı hissettim. Sahabenin bu tavrı ile kusurları ortaya dökmenin bir güç olduğuna inanan bizler arasında bir akrabalık aradım ve epey zorlandım… Hoca efendilerin kimi nasıl günahkâr ilan edebiliriz düşüncesi ile hareket ettikleri bir dönemde sahabenin bu inceliğini kim nasıl anlayabilecekti ki!

Din eğitimi veren hocalarımız, Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumayı, İslam’ın şartlarını ve ibadetlerimizi nasıl yerine getireceğimizi öğretirler. Ancak dinin bizden istediği davranış modeline pek ağırlık vermez, yaptığımız ibadetlerin hayatlarımızda hakkaniyete ve merhamete dönüştürülmesi gerektiğinden bahsetmezler. Oysa Sevgili Peygamberimiz, “Dinin yarısı ahlâktır” buyurmuş ve ahlâki değerlerle barışmadığımız sürece imanımızın tamamlanmayacağına işaret etmiştir. Fakat her nedense kitleleri peşlerinde sürükleyen hocalarımız, Resulullah’ın sahabeleri ile ilişkilerinin ve tarihi olayların analizini yaparken olayın ahlâki boyutunu ve bu hususta dikkate almamız gereken hususları gözden kaçırırlar.

Hocalarımız Uhud’u anlatırken itaatin önemine değinir ve bu konuda yapılacak hataların ağır sonuçlara yol açabileceğine genişçe yer verirler. Okçular Tepesi’nde yaşanan sorunu bugüne taşır ve alınacak derslerden bahsederler ki, bütün bunlar elbette önemli. Ancak hocalarımız yaşanan olay karşısında sahabenin ne yaptığından, tepeyi terk edenlere karşı nasıl bir tavır içinde olunduğundan ve onların bu durumu nasıl karşıladıklarından bahsetmezler. Oysa Hz. Peygamber ve sahabeleri Uhud’u bir imtihan olarak görmüş ve Okçular Tepesi’ni terk eden sahabelerin kimler olduğunu eşlerine, çocuklarına ve yakınlarına dahi söylememiş, gizli tutmaya özen göstermişlerdir. Onlar bireylerin benliklerine değil davranışlarına odaklanmış ve yaşanan olayı doğru okuyup anlamaya çalışmışlardır.

Hz. Peygamber tepeyi terk eden sahabelerini yargılamamış, incitmemiş ve Müslümanlar bu olayı ibret alınacak bir vakıa olarak değerlendirmişlerdir. Rabbimiz, Peygamberimizin buradaki tavrı hakkında şöyle buyurur: “O zaman Allah’tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla müşavere et. Azmettiğin zaman artık Allah’a tevekkül et. Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever.” (Al-i İmran, 159)

Sahabelerin, Okçular Tepesi’nden ayrılan kardeşlerini suçlamamaları ve birbirlerine şefkatle kenetlenmeleri oldukça önemli ve bizler buradan payımıza düşeni almamız gerekir. Zira bugün Müslümanlar birbirlerinin kusurlarını yayabilmek için pusuda bekliyorlar ve ötekilere gösterdikleri müsamahayı mümin kardeşlerine göstermekten kaçınıyorlar.

Müslümanlar birbirlerini alt edebilmek için karşı tarafla işbirliği yapmaktan kaçınmıyor ve küçük menfaatler uğruna adaletin kalelerini vuruyorlar. Ne yazık ki bu durum bizi bir arada tutan bağları zayıflatıyor ve sonbaharda dökülen yapraklar gibi savruluyoruz. Tarih bize yön gösteriyor ancak biz olayları tersinden okuduğumuz için istifade edemiyoruz…

Fatma Tuncer/Milli Gazete