ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt, 1945’in 4-11 Şubat günleri arasında Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin ve İngiltere Başbakanı Winston Churchill’le Kırım Yarımadası’ndaki liman kenti Yalta’da buluştuktan sonra, hızlı bir şekilde Mısır’a intikal etmişti. Süveyş Kanalı üzerindeki Acı Göl’de demirleyen Amerikan zırhlısı USS Quincy’ye geçen Başkan Roosevelt, bir süredir yoğun şekilde temasta bulunduğu önemli bir konuğu ağırlayacaktı: Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz.
Uzun yaşamı boyunca ülkesinden hiç ayrılmayan ve Arap Yarımadası’nın dışına çıkmayan Kral Abdulaziz, Kızıldeniz’deki Cidde Limanı’na yanaşan bir başka Amerikan gemisi USS Murphy ile Acı Göl’e getirilmişti. Kral’ın beraberinde 48 kişiden oluşan kalabalık bir heyet de vardı. Amerikalılar, yakın tarihin dönüm noktalarından birine dönüşecek olan bu buluşma için özenli bir hazırlık yapmıştı. Yerlere serilen halılardan ikramlara, sunulacak hediyelerden diyaloglardaki sözcüklere, bütün detaylar haftalarca çalışılmış, Amerikan Dışişleri’nin bölge uzmanları, herhangi bir gafa meydan vermemek için büyük gayret sarf etmişti.
Roosevelt-Abdulaziz buluşması, 1938’de dev bir petrol denizinin üzerinde oturduğu ortaya çıkan Suudi Arabistan’ın ekonomik (ve siyasî) yönden ABD ile stratejik ortaklığının başlangıcı kabul edilir. Tekerlekli sandalyeye mahkûm bir Amerikan Başkanı ile ömrünün son demlerini yaşamakta olan savaş yorgunu bir bedevî Kral, ülkelerinin sonraki on yıllarına damgasını vuracak derin bir işbirliğinin ilk adımını o gün atmıştı.
Görüşmenin en ilginç detayı, Kral Abdulaziz’in Suudi petrol imtiyazını ABD’ye teslim etmek karşılığında, Başkan Roosevelt’ten “Filistin’e Yahudi akınını durdurması” yönündeki ricasıdır. Siyonizm’e hiçbir şekilde sempati beslemeyen Roosevelt bu “rica”yı kabul etmiş, ama karşılığında Suudilerden kendisi de bir istekte bulunmuştur: “Siz de petrolü uluslararası ilişkilerde bir silah olarak kullanmayacağınıza söz verin.” Eldeki tutanaklar, Başkan ve Kral’ın birbirlerine karşılıklı taahhütte bulunduklarını gösteriyor. Ne var ki, Roosevelt bu buluşmadan yaklaşık 2 ay sonra, 12 Nisan’da aniden hayatını kaybedince, “Filistin’e Yahudi göçünü durdurma” sözünün muhatabı ortadan kalkmıştır. Abdulaziz’in ikinci oğlu Faysal’ın 1973’teki Yom Kippur Savaşı’yla birlikte, İsrail’i destekleyen ABD ve Batılı ülkelere yönelik başlattığı petrol ambargosu ise, taahhüdün Suudi cephesinden “ihlali” idi. Ki Faysal bu ihlalin bedelini 25 Mart 1975’te canıyla ödemiştir.
ABD ve Suudi Arabistan arasındaki diplomatik ilişkilerin seyrine baktığımızda, özellikle Kral Faysal suikastından sonra, Riyad’ın Washington’a sürekli yaklaştığını gözlemlemek mümkün. 1982’den 2005’e kadar devam eden Kral Fahd dönemi, bu yaklaşmanın belki de zirveye vardığı bir zaman dilimidir. Statüko, Fahd’dan sonra onun yerini alan kardeşi Kral Abdullah’ın 10 yıllık hükümdarlığında da değişmemiştir. 11 Eylül 2001 saldırılarına katılanların Suudi Arabistan ve Körfez bağlantıları, iki ülkenin münasebetlerinde dalgalanmalara yol açtıysa da, tarafların birbirlerini hâlâ “stratejik ortak” olarak gördüğünde kuşku yoktur. 1979’dan 2001’e kadar Suudi Arabistan istihbaratını yöneten Prens Turkî el Faysal ile 1975’ten 2015’teki ölümüne kadar ülkesinin dışişleri bakanlığını yapan Prens Suûd el Faysal’ın ABD ile ilişkilerde kilit rol oynamaları, altı çizilecek bir husustur. Ancak burada asıl mühim nokta, her iki prensin de ABD ile yaşanan gerilimin ardından suikasta kurban giden Kral Faysal’ın oğulları olmasıdır.
Kral Abdullah’ın ölümünün ardından 2015’te tahta çıkan kardeşi Selman bin Abdulaziz dönemi, ABD ile Washington arasındaki münasebetlerin hissedilir biçimde ray değiştirdiği bir zaman dilimi olarak anılacak gibi görünüyor. Hafta sonu “Güvenlik ve Kalkınma Zirvesi”ne katılmak üzere Suudi Arabistan’ın Cidde kentine gelen ABD Başkanı Joe Biden’a Suudiler tarafından uygulanan mesafeli muamele, bu durumun belki de en çarpıcı göstergesiydi. İlerleyen yaşı, imza attığı gaflar ve yönetim tarzındaki dağınıklıkla Amerikan tarihinin en zayıf başkanlarından biri olmaya doğru giden Biden, Washington-Riyad eksenindeki kaymanın da sembolüne dönüştü. Rusya ve Çin gibi dişli rakipler karşısında tutunmakta zorlanan ABD, Ortadoğu’da ciddi biçimde zemin kaybederken, masanın diğer yanında oturan Suudi delegasyonunun sesinin Amerikalı muhataplarından daha yüksek çıkması, yaşananların da özetiydi.
Amerikan basını, “Suudi Arabistan ziyaretinde Biden’ın eline ne geçti?” sorusunu sora dursun, Suudilerin başını çektiği Körfez cephesi, istediğini çoktan başardı bile: O eski ABD’nin yerinde yeller estiğini bütün dünyaya göstermek.
Taha Kılınç/Yeni Şafak