Siyer Felsefesi

Siyer felsefesi
 
Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır. (33/21)
1.    Giriş
Dava çalışmaları ile ilgili yazı dizimizin [1] ‘durum değerlendirmesi’ yaptığımız A bölümünü bitirdik, ‘doğru çalışmanın fikri ve ameli temelleri’ başlıklı B bölümüne geldik. Bu bölümde dava çalışmalarının dayanması gereken doğru temelleri araştıracağız. Bunun için ilk başlığımızı ‘siyer felsefesi’ oluşturmaktadır, çünkü doğru temeli Kuran’dan sonra sünnet oluşturmaktadır. Kuran’ın doğru anlaşılması ile ilgili yeterince çalışma olmasına rağmen siyer konusu henüz usul açısından gerektiği gibi ele alınmamıştır.
Siyer felsefesi ‘siyerdeki ruhu kavrama esasına dayalı olarak ondaki prensipleri ve davranış tarzlarını maksatları ve hikmetlerine uygun bir şekilde başka devir ve zamanlarda uygulama becerisi kazandıran anlayış’ olarak tarif edilebilir.
Siyer usulü bunu sağlayabilmek için siyerden hüküm çıkarma metodlarını ele almaktadır. Amacımız siyerden doğru sonuç çıkarmanın usuli prensiplerini ana çerçeve olarak tespit etmeye çalışmak ve böylece bir siyer felsefesinin oluşmasına katkı sağlamaktır.
2.    Usul belirlemenin faydası
Usul,varılan sonuca nasıl ulaşıldığını gösteren ‘esaslar toplamı’ olduğu için fikrimizin düşünce zincirini takip etmeyi ve olası hataların nerede yapıldığını görmeyi sağlar. Bunun haricinde ulaşılan düşüncenin tutarlılığını test etmek için gereklidir. Bir düşünce karşıtları tarafından önce tutarlılık testinden geçirilir. Kendi içinde tutarlı olmayan bir düşüncenin ikna edicilik özelliği kalmaz. Bir usulün varlığı hepsinden de önce kendimiz için gereklidir. Müminin en bariz özelliği hakikati araması(38/18)  olduğundan usul kişi için bir kontrol mekanizması teşkil eder. Zira insan nefsi itibariyle bilgiyi deforme etme eğilimi taşımaktadır. [2] Usul belirlemenin amacı keyfiliği ve nefsi yorumları engellemektir.
Peygamberimizin sünneti -Kuran’a dayalı/dinle ilgili davranışları- bizim için bağlayıcı olduğundan İslamî hareket yöntemini sünnete tabi kılmak için siyerle ilgili usulü doğru belirlemek gerekiyor ki, çıkarımlarımızda tutarlı olabilelim, bir diğer ifadeyle Peygamberimizin hayatından işimize geldiği gibi hüküm çıkaranlardan olmayalım. Bu suretle başkalarını eleştirmeden önce usul aynasını kendimize tutmuş oluruz.
3.    Siyer felsefesi için yapılması gerekenler
Siyer felsefesinin oluşması için siyerden hüküm çıkarma metodlarını ortaya koymak ve netleştirmek gerekmektedir.‘Ben siyere nasıl yaklaşıyorum, hangi bilgilerini bağlayıcı kabul ediyorum, hangilerine neden mesafeli duruyorum, rivayetleri hangi esaslara göre tenkide tabi tutuyorum, oradan nasıl çıkarım yapıyorum vb.’ sorulara cevapların verilmesi gerekir. Usul belirlerken tefsir, hadis, fıkıh usullerindeki esasların bir kısmı konumuza tatbik edilebilir. O esaslardan konunun yapısına uyanları süzmek gerekmektedir.
4.    Usul denemesi
 
1.    Sıhhati açısından ölçüler
 
Siyer kaynaklarını ve içindeki rivayetleri sıhhat açısından tasniflemek gerekmektedir. Ayrıca hadis kaynaklarından siyere malzeme olabilecek rivayetleri bir başlık altında toplamak ve sıhhat derecelerini tasnif ettikten sonra istifadeye sunmak siyere dayalı bakış açımızı genişletmesi açısından faydalı olacaktır.
 
Rivayetlerin/naklin güvenilirlik derecesine bağlı olarak çıkarılan hükmün katiliği belli olacağından sıhhat sınıflaması usulde önem kazanmaktadır. Bu cümleden olarak bilgilerin güvenilirlik derecesi konusunu daha da detaylandırmak, netleştirmek ve mesela hangi aktarımdan hiç şüphe etmeye gerek yoktur, hangisinin yanlış olma ihtimali teorik olarak vardır vb. detaya inen belirlemelerde bulunmak zihin karışıklıklarını engeller ve istifadeyi kolaylaştırır.
Örnek olarak İbni İshak vd. siyer yazarları aktarılan vakayı senetli mi aktarmış? Hangi vakada senet zikredilmiyor? Bunların ayrı bir çalışmada derlenmesi gerekir ki, çıkarım yapılacak rivayetlerin/vakaların durumunun bilincinde olup, buna dayalı olarak çıkarımlarımızı daha bir cesaretle veya çekingenlikle yapmış oluruz. Bu noktalar bilinmediği takdirde çıkarımlarımızda kendi görüşümüze uygun olan rivayetleri bir o kadar iddialı bir şekilde gündeme getirebiliyoruz. Halbuki o rivayetin siyer değeri belki çok düşüktür, dolayısıyla bu şekilde önceden kolay önleyebileceğimiz hataları yapmaktan korunmuş oluruz.
Siyer kaynakları tarihi hakikatların, gözlemlenmiş vakaların ve ayrıca sarf edilmiş sözlerin aktarımlarını ihtiva ediyorlar.
a.    Tarihi hakikat
Örnek olarak ‘hicret’ tarihi bir hakikattır. Buradan kati çıkarımlar yapılabilir. ‘Peygamberimiz Mekke’de uzlaşmış olsaydı, hicret olmazdı, demek ki uzlaşmadı vb. ’Tabi uzlaşmanın olmadığı (Kuran ve siyer kaynaklı) daha başka birçok delille de sabittir. Dolayısıyla İslamî hareket yöntemi için uzlaşmamak temel umde olarak alınabilir. Şöyle bir şema çizebiliriz: Kati bilgi à kati hüküm à kati sonuç. Siyerde buna benzer tarihi hakikatleri en üstte gruplandırmak ve bunlardan yapabileceğimiz çıkarımları ayrı değerlendirmek gerekir.
b.    Vaka aktarımı
Burada sahabenin gözüyle gördüğü (veya Peygamberden veya başka bir sahabeden işittiği) olayları aktarmasını kastediyoruz. Bu tür vaka aktarımları bir sözün aktarımından daha güvenilirdir, zira göz duyusu [3], kulak ve bizzat içinde yaşamışlık hissi şahit olunan şeyi daha sağlam muhafaza etmeyi ve uzun zaman boyunca unutmamayı garanti eder. Vaka aktarımını ancak sahabe yapabilir ve bu aktarım sözlü olarak devam eder. Araştırdığımız konuyla ilgili olan vakaların aktarımlarındaki senet tenkitlerini ayrı bir çalışmayla ortaya koymak gerekir.
c.     Söz aktarımı
Söz aktarımlarını değerlendirirken fıkıh usulünde ahad hadisin delil olabilmesi için kullanılan usuller benimsenebilir. Örnek olarak Maliki mezhebinin ahad hadisi kabulde Medinelilerin ameline uygunluk kriterini kullanması gibi, sözlü aktarımlarla ilgili siyerde geçen ‘cümleler’ için Kuran’ın yanı sıra söz konusu rivayetten daha kuvvetli veya kati delillerle sabit bir vakaya/sünnete aykırı olmama şartını arayabiliriz.Siyerde geçen bir ‘cümle’ ahad rivayet derecesinde ise -yani sübutu zanni (Peygambere aidiyetinde kesinlik yoksa) ise- bu sözden kati bir hüküm çıkarılmamalıdır.
Zanni delilden ancak zanni hüküm çıkarılabilir. Zanni hükmü kati deliller/hükümler desteklediği oranda veya aynı manada aktarılan başka sözlerin sayısı arttığı oranda o hükmün derecesi katiliğe doğru yükselir.
 
2.    Anlama açısından ölçüler
 
İster tarihi hakikat, ister vaka aktarımı, isterse de söz aktarımı olsun ‘nakli’ doğru anlamak belirli prensipleri dikkate almaktan geçer. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz.
 
a.    Bütüncül yaklaşmak:
Bir hayat veya konu yüzlerce parçadan oluşan bir bütündür ve parçalar bütünün içyapısındaki konuma göre gerçek anlamını kazanırlar. Dolayısıyla doğru anlamak için bütünden parçaya doğru bir anlayışı benimsemeliyiz. Siyerdeki vakaları da tek tek bir araya getirerek aralarındaki bağlantıları kurarak yorumlamak gerekir. Bu vakaların zahiri işaretlerinin gerisinde yer alan bakış açısını yakalamak ve fikir sistemini çözmek gerekir. Kısacası bütüncül yaklaşım iki şey ifade ediyor:1.Konuyla ilgili bütün bilgilere sahip olmayı, 2. O bilgilerin konunun bütünlüğü içindeki yeri ve ona göre kazandıkları anlam.
b.    Parçaçı yaklaşmamak:
Kuran’ı anlamada ayetlere parçacı yaklaşmak nasıl yanlışsa, siyerde de işimize gelen bir örnek bulunca ona parçacı yaklaşmak o kadar yanlıştır. İlahi kelam olan Kuran’a yaklaşımda bile insanlar kendi görüşlerini tasdiklemek için delil arayışına girebiliyorlarsa siyere de haydi haydi önyargılı, parçacı yaklaşırlar. Bu zaaf genel olarak bütün insanlarda dolayısıyla bütün meşreplerde mevcuttur. Ancak taassubtan uzak olan ve bu zaafın bilinciyle kendini sakındıranlar önyargısız yaklaşabilirler.
c.   Parça-bütün ilişkisi
Parçanın bütünlük içindeki yerini tespit etmek o parçaya nihai anlamını verir. Saraya kapısının deliğinden bakınca ne kadar görülür ve o görülen parçanın bütünlük içindeki yeri bilinmeyince değeri ne kadar takdir edilebilir? Bir sınırı ifade etmek üzere yerleştirilen bir taşı yerinden kaldırdığınız zaman anlamını kaybeder. O taşın o bütünlük içinde bir anlamı vardır. Veya sinemaya filmin yarısında girdiğinizi düşünün, o filmi(n geri kalan kısmını) anlamanız mümkün olmaz.
d.    Olayları kendi içinde uyumlu anlamak
Vakalardan bir birine zıt sonuçlar çıkarmamak için onları önce doğru anlamak gerekir. Bir tarafta Peygamberimizin uzlaşmadığı, diğer tarafta Hudeybiye’de uzlaştığı [4] iddiasını bu konuda örnek olarak verebiliriz. İki vaka birbirine aykırı olacak şekilde anlaşılıyorsa birisinin yanlış anlaşıldığından emin olabiliriz.
İkinci olarak Tebüksavaşına katılmayan üç sahabiyesosyal boykot cezasının uygulanması karşısında Uhud’da görevini ihmal edenlerin bağışlanması örneğini verebiliriz. Zahirde birbirine zıt görünen bu vakalarda şartlar ve durumlar farklı olduğu için farklı tedbirler uygulanmıştır. Dolayısıyla aradaki farkları iyi tespit etmek anlayışımızı inceltecek olan bir gerekliliktir. Uhud’da okçular ölümü göze alarak sefere gitmişler, canlarını ortaya koymuşlar, görevlerini yerine getirmişler, fakat savaşı kazandık diye dünyevi düşüncelere kapılıp ganimet toplamaya katılınca ordu onların yüzünden bozguna uğramış; diğer tarafta dönemin süper gücüne karşı girişilen ve her ferde ihtiyaç olan önemli bir savaşta mazeretsiz katılmamış kişiler söz konusudur. Muhtemelen Uhud’un okçuları bu sefere de tereddütsüz katılmışlardır. Dolayısıyla iki gurubun kabahati aynı olamaz. Bu nedenle‘Yumuşak davranma’ örnek alınacaksa bunun disiplinsizliği affetme olmadığının bilincinde olunmalıdır ve benzeri şart ve konumda olduğumuzdan emin olmalıyız.

3.    
Sonuç çıkarma açısından ölçüler / Bugüne tatbik esasları
1.    Esas özü tespit
2.        2.    Şartları tespit
a.      Dönemin şartlarını tespit
b.      Günümüz şartlarını tespit
3.      Bugüne taşırken ‘özde benzerlik’ ilkesini işletmek
Çıkarım faaliyeti için ilk yapılması gereken olaylardaki esas özü yakalamaktır.
1.    Örnek: Hudeybiye Anlaşması
Hudeybiye bugüne nasıl aktarılabilir? Önce aktaracağımız olayı kendi tarihi şartlarında doğru anlamak gerekir. Fikir sahibi olmak, emin olmak, ondan sonra çıkarım faaliyetine geçmek gerekir. Hudeybiye’de esas öz: ‘Barış ortamını sağlama hedefi İslam’ın daha iyi yayılması için gereklidir.’ mesajıdır.Fakat dinden taviz pahasına bu hedefe ulaşılabilir sonucu bu örnekten çıkmaz. Bu bağlamda belirleyici soru şudur: Hudeybiyeanlaşması’nda dinin ilke ve esaslarından taviz verilmiş midir? İlgili maddelerde [5] dinin herhangi bir ilkesinin tartışma konusu yapılmadığını görüyoruz. Fakat şahıs olarak Müslümanlardan bazı zorluklara katlanmasını gerektiren maddeler yer almaktadır. Dolayısıyla Hudeybiye uzlaşmaya cevaz anlamına gelecek böyle bir çıkarım için müsait bir delil değildir.
2.    Örnek: Habeşistan Hicreti
Habeşistan hicretinde esas öz: ‘Taviz vermeksizin başka bir devlete sığınma talebinde bulunulabilir.’ mesajıdır. Bu örnekte konumuz (islami hareket yöntemi) itibariyle akla gelen soru şudur: Müslümanlara sahip çıkan gayri-müslim bir lider olarak Necaşi bir darbe girişimine maruz kalsaydı Hz. Cafer’in önderliğindeki Müslümanlar ona aktifdestek sağlarlar mıydı? [6] Akla gelen ikinci soru şudur: Bu destek dine aykırı bir beyan ve davranış pahasına da verilir miydi?
3.    Örnek: Kabe Yürüyüşü
Önce Kabe yürüyüşünün gerçek mahiyetinin ne olduğundan emin miyiz? [7] Ancak bundan emin olduktan sonra özde benzeri durumlara aktarabiliriz. Kabe yürüyüşünün esas özü şu olabilir: ‘Belli bir güce gelen hareket düşüncesini kamuoyuna duyurabilir, bunu yürüyüş veya başka bir araçla (örn. basın toplantısı) yapabilir.’ Burada ‘belli bir gücün’ oranının bugüne tekabül eden ölçüsünü tespit ve tayin bir sorun olabilir.
Sonuç çıkarımında şartlar meselesi
Şartlar konusunda sağlıklı bir yaklaşım için davranış-şart ikilisi tahlil edilmelidir. İnsanların davranışlarının çoğu özel bir şarta bağlı değildir. Hangi davranış belli şartlara mahsustur ve bunun ölçüsü nedir, tayini nasıl yapılır? Bu davranış şu şarta mahsustur diyebilmek için nakli veya akli ikna edici bir gerekçenin sunulabilmesi gerekir. Aksi takdirde keyfi olarak yorumlama suçlamasından kurtulamayız. Uygulama ve hükümlerin o dönemin belli şartlarına mahsus olduğuna dair elimizde kati bir delil (nakli/akli) yoksa o hüküm tüm zamanlar için geçerlidir demektir.
Örnek olarak Peygamberin içinde yaşadığı sistem ve rejimle uzlaşmaması o dönemdeki belli bir şarta mı bağlıdır? Evetse, bu hangi şarttır? Hayırsa, bu uzlaşmaz tavır ve tutum tüm zamanlar için geçerli ve bağlayıcı olan bir nebevi uygulama olmaktadır.
Doğru bir çıkarım için o dönemdeki şartların tahlilini doğru yapmak, hemen görüşümüze uygun şekilde yorumlamamak gerekir. Aynı şekilde bugüne aktarımın doğruluk garantisi, bugünkü şartları doğru tahlil etmeye bağlıdır. ‘Özde benzerlik’ kriterini doğru tatbik için bugünkü şartları iyi bilmeliyiz. Aksi takdirde özde benzerliğin olup olmadığını nasıl ölçebiliriz?
Bugünkü şartlar ile o dönemdeki şartlar arasında özde bir fark var mıdır? Hüküm çıkarımını etkileme durumu olan bir şart gözüküyor mu? Hükmün özel, istisnai veya belli bir şarta bağlı olduğuna delalet eden kati veya zanni bir bilgi var mı? Siyasi ve toplumsal şartların farklılığı hangi konularda hangi gerekçe ile farklı hükümlerin verilmesini zaruri kılar? 1400 yıl içinde sosyolojik açıdan yaşanan değişim doğru çıkarımı ne derece etkiler? O dönemdeki şartlarla bugünkü şartlar arasındaki farkı sonuç çıkarırken nasıl kapatabiliriz, doğru örnekliği hangi yöntemle süzebiliriz? Önce bu soruların sorulması gerekmektedir.
Zekat konusunu örnek verecek olursak bugünkü ekonomik şartlarla dönemin şartları arasında ciddi farklar olduğu için zenginlik ölçüsü değişmekte, fakat hüküm yine aynı kalmaktadır. Zenginlik ölçüsünün değişmesi gerektiği ise hükmün amacının başka türlügerçekleşmeyeceği apaçık bir şekilde ortada olduğu için ikna edicidir. [8] Bu derece açıklıkta başka örneklerin sayısı ne kadardır?
O günden bugüne doğru geldiğimizde(siyasi ve toplumsal şartlar açısından) değişen ve değişmeyenleri bir tabelada toplayacak olursak.
O dönem
Bugünkü fark
Hüküm çıkarımını etkiler
İnsan sayısı çok az
İnsan sayısı çok fazla
Hayır
Devlet yapısı basit
Devlet çetrefilleşti, fakat özde aynı
Hayır
İnsan tabiatı
Aynı
Hayır
Dönemin insanının temel ihtiyaçları
Aynı
(Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisi açısından da bakıldığında)
Hayır
Dönemin insanının temel zaafları
Aynı
Hayır
Dönemin şirk inancı
Özde aynı
Hayır
Tabelada görüldüğü gibi örneklerimizde hüküm çıkarımını etkileyen bir şart gözükmüyor. İnsan sayısının değişmesi uzlaşmama hükmünü neden değiştirsin? Devlet yapısının basitlikten çetrefilliğe doğru gelişmesi uzlaşmayı bu dönemde neden mübah kılsın? Sorularımızı bu şekilde çoğaltabiliriz. Varmak istediğimiz veya söylemek istediğimiz nokta, hükmü şartlara mahsus kılmanın ikna edici akli/nakli bir gerekçesinin olma zorunluluğudur. İnsan zorlama açıklamalarla benimsemek istemediği bir hükmü geçersiz kılmaya çalışabilir, fakat bu sadece kendisini ve kendisi gibi o hükmü benimsemek istemeyen diğer insanları tatmin eder.
Peki siyerden bugüne ne aktarılamaz? Teknik araç gereç. Resulün kullandığı ve insanlığın tarihi sürecinde doğal olarak değişen araç gereçler. Bunun dışında (Kuran’a dayalı emirlerin uygulanması bağlamında)her şey şekil veya öz olarak aktarılabilir. Zaten aklı selim sahibi hiç kimse o döneme has kullanılan teknik araç gereçlerin aynen bugün uygulanmasını savunmamaktadır. Örnek olarak‘Savaş için besili atlar hazırlayın.’(8/60) ayetini verebiliriz. Hiçbir insan burada geçen atı bugünkü şartlarda ‘at’ olarak anlamaz, çünkü at o dönemin en önemli savaş araçlarındandır. Bugün ise bu araçlar değiştiğinden (tabiatı gereği de hep değişeceğinden) hangi araç savaş için önemliyse ayette kastedilen de odur diyebiliyoruz. Bu örnekte ‘mantık’ belirleyici olabilmektedir. Örnek aktarıldığında ‘on kişi’ üzerinde fazla düşünmeden hemen tasdikleyebiliyorlarsa mantığa uygun demektir.Başka örneklerde ise durum bu kadar kolay ve basit olmadığından akıl yürütme gerekmektedir. Akıl yürütmenin her adımı kesinlik arzetmeli, zann içermemelidir. Aksi takdirde çıkarılan hüküm de o nispette zanni bir hüküm seviyesinde kalacaktır. Bu tür akıl yürütmelerde raydan çıkmamak için bütünle çelişmemeye özen gösterilmelidir.
Şablonculuk sorunu
Sonuç çıkarmada şöyle bir sorun çıkabilir: O gün olup bitenleri şabloncu bir mantıkla üzerinde fazla düşünmeden bugüne aktarma gayreti. Şabloncu şekilcilik uygunluk vehmi doğurabilir ve şekilcilik ile ilkeye bağlılık arasında sınırın neredeliği bir problem olabilir. Siyer davranış bilgisi olduğundan Peygamberin bir davranışının altındaki hikmeti, amacı, illeti kavramak bizi şekilcilik tehlikesinden uzak tutar. Hikmet, amaç ve illeti belirlemede kati akli/nakli delillere dayanılmalıdır veya konu ikna edici bir şekilde gerekçelendirilmelidir, ortaya konulmalıdır. İkna edici açıklama bağlamında örnek olarak fıkıhtaki ‘istihsan’ [9] kavramı verilebilir: Normal uygulamayı şu an içinde bulunduğumuz mevcut şartta yürürlüğe koymamız durumunda hükmün amacına ters bir sonuç çıkacağından/çıkacaksa o uygulamayı –ilgili durumda– askıya almanın caiz görülmesi söz konusu olabilir. Tabi bu istihsan prensibi ayrıca tartışılabilir.
Aykırılık arzeden davranışlar
Peygamberimizin ısrarla yapmadığı, pragmatik gerekçelerle, siyasi fayda elde etmek için bile olsa vermediği tavizi biz bugün veriyorsak sünnete aykırı hareket ediyoruz demektir.
Örnek olarak putların önünde saygı duruşuna katılmak, puta el sürmek, puta bağlılık yemini yapmak vb. davranışlar için siyerden delil getirmek mümkün değildir. Peygamberimizin uzlaşma tekliflerine siyasi kazanım ve baskıların kalkması karşılığında bile yanaşmaması bu durumun altını iyice çizer, muhkemin muhkemi haline getirir. Buna benzer davranışlara cevaz bulmak ancak can tehlikesi durumları/şartları için söz konusu olabilir. Bu şartlar yoksa sünnete/kurana aykırılık vakidir.
Dolayısıyla bu uygulamaya aykırı bir davranışımız varsa, eğer bu siyerden çıkarıldı deniliyorsa yanlış bir çıkarımdır, eğer pragmatik sebeplerle o davranış sergileniyorsa gerçeği saptırmadan ve hakikati örtbas etmeden ‘sünnete/kuran’a aykırı davranış’ olarak nitelendirilmelidir.
Yine aynı cümleden olarak siyerdeki bir başka örnek(Peygamberin merhamet eksenli yaklaşımları vb.) bizim pratik ve düşüncemizle çelişiyorsa bu durumda siyerden ‘işimize gelen’ ve nefsimizin hoşlandığı örnekleri seçiyoruz demektir. Dolayısıyla siyerle bir bütün olarak çelişmeme durumundayız, bu kriter ondan önyargısız istifade ettiğimizin bir göstergesi olur. Başkalarını bir konuda –uzlaşma- haklı olarak eleştirirken kendi pratiğimizde siyere uymayan örnekleri görmezden gelmek, bunları önemsememek yapılan haklı eleştirinin meşruiyetine gölge düşürür, tesirini yok eder. Bu uymayan örnekler, insanlara merhametle yaklaşım, tebliğde hikmetli davranış vb. uzlaşmayla kıyaslandığında daha basit gibi görünen konular olsa bile.
Aykırılık değil farklılık arzeden davranışlar
Taktik konularda bütüne aykırı olmayıpta farklı yöntem/araç/gereçler kullanmak gerekli olabilir. Biz bugün her davranışımızın bir benzerini, örneğini motamot siyerden göstermek zorunda değiliz. Önemli olan oradaki örneklere aykırı düşmemektir, ilkeleri(uzlaşmasız ve tavizsiz mücadele) uygulamaktır; taktik her zaman ve şarta göre değişebilir.
 
Ölçü bütüne aykırı düşmemektir veya kendimizi test yöntemleri
Netice itibariyle belki o günkü şartları takdir, tayin ve anlamada hatamız olabilir, önemli olan yapılan çıkarımlarda en azından bütüne aykırı düşmemektir. Bütünlükteki espri temel kıstas işlevi görür. O bütünlüğü şöyle tasvir edebiliriz: ‘Peygamberimiz hiçbir (zor) şartta pragmatik, oportünist, uzlaşmacı davranmamış, taviz vermemiş, koalisyonculuğa yanaşmamış, bununla birlikte merhameti, adaleti, affı, kavl-i leyyin’i esas almış, kan dökmekten nefret etmiş, Kuran’daki ilkeleri tedricen hayata hakim kılmaya çalışmıştır…
———————————————————————————————————————————————————————————-

[1] Konu başlıkları için bkz.:http://www.venharhaber.com/-dava-calismalari-uzerine-dusunceler-makale,2378.html

[2] Daha geniş bilgi için bkz.:http://www.venharhaber.com/-bilginin-amele-donusum-sureci-1–makale,707.html
[3] Başkasından da aktarılsa, aktarılan bir olayın hayalde canlandırılan resmi, sözden daha kolay hafızada kalır.
[4] Bugünkü yapılan uzlaşmalara Hudeybiye’nin delil getirilmesi Peygamberimizin o uzlaşmalara benzer bir uzlaşma yaptığını açıktan veya zımnen iddia etmek demektir. Bu cidden büyük bir iddiadır. Ancak karşıt görüş sahipleri bu iddiada bulunmazlarsa siyerden hiç delil getiremeyeceklerdir. Bu durum onları ikileme götürmektedir. Dolayısıyla bu tür durumlarda en azından teoride hak olanı tercih etmemek kişiler için –onlar farkına varmasalar da- samimiyetlerinin test edildiği bir imtihan vesilesine dönüşmektedir. Doğruyu yaşamıyorsak en azından yaşadığımız gibi inanmaya başlamamalıyız, o vicdan azabına katlanabilmeliyiz.

[5] ‘1- Müslümanlar o sene Kâbe’yi ziyaret etmeden dönecekler, bir yıl sonra ziyâret edecekler. 2- Müslümanlar Kâbe’yi ziyaret için geldiklerinde, Mekke’de üç günden fazla kalmayacaklar ve yanlarında birer kılıçtan başka silah bulundurmayacaklar. 3- Müslümanların Mekke’de bulunduğu günlerde, Kureyşliler Mekke dışına çıkacaklar. 4-Mekkelilerden Müslüman olan biri Medine’ye sığınırsa geri verilecek fakat Müslümanlardan Mekkelilere sığınan olursa geri verilmeyecek. 5-Kureyş dışında kalan diğer kabileler, iki taraftan istediklerinin himâyesine girmekte ve anlaşma yap­makta serbest olacaklar. 6-Bu anlaşma on yıl geçerli olacak.’

[6] ‘Adil’ yönetimleri ‘aktif destekleme’ye dair siyerden delil olabilecek başka malzemenin olup olmadığı araştırılmalıdır.

[7] Bu bağlamdaki sorular için bkz.: http://www.venharhaber.com/dava-calismalari-hakkinda-sorular-makale,2615.html

[8] Kaldı ki zenginlik ölçüsü ve zekatın oranı vahiyle belirlenmemiştir. Fakat uzlaşmama ilkesi birçok ayetle sabittir.

[9] Bkz.: http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c23/c230147.pdf