Şirin’in Hatırlattığı…

Bir Hristiyan olan ve 51 yıllık ömrünün 30 yıla yakın bir bölümünü İsrail işgalinin Filistin cephesinde meydana getirdiği acıları ve travmaları dünyaya duyurmakla geçiren Şirin Ebû Akle’nin yine işgal askerleri tarafından öldürülmesi, “Kudüs’ün hüviyeti” konusunda tekrar düşünmeye sevk ediyor bizi.

El Cezîre televizyonunun en meşhur muhabir-lerinden Şirin Ebû Akle’nin Batı Şeria’nın Cenîn kentinde İsrail işgal güçleri tarafından öldürülmesi, Filistin topraklarında yaşanmakta olan gerçekliklerin birçok boyutunu aynı anda hatırlattı.

Şirin’in, gazeteci kimliğini açıkça belirten “Press” yazılı yeleğine rağmen İsrail askerlerinin kurşunlarına hedef oluşu, meselenin belki de en “sıradanlaşmış” tarafı. İşgalciler, gazetecileri korumak veya ayırt etmek şöyle dursun, kasten atış menziline yerleştiriyor. Zira aklı başında ve dikkatli bir gazetecinin yapacağı haberler, bombalardan daha tesirli olabiliyor zaman zaman. Şirin, tam da böyle bir insandı. Onun, buğulu sesiyle 1997’den beri Filistin’den yaptığı canlı yayınlar ve haberler, Filistinli genç kuşakların hayatlarının ve çocukluk hatıralarının ayrılmaz bir parçasıydı aynı zamanda.

Şirin Ebû Akle’nin hikâyesindeki en çarpıcı unsur, onun Kudüslü Hristiyan bir aileye mensup oluşuydu. Beytullahim kökenli olan Ebû Akle ailesi, Kudüs’ün kuzeyindeki Beyt Hanîna kasabasında yaşıyordu. Hadise duyulur duyulmaz, Şirin’in Türkiye kamuoyunda “otomatikman” Müslüman zannedilmesi, bölgeye dair bilgimizin yüzeyselliğinden kaynaklanıyordu şüphesiz. Ebû Akle, İsrail’in işgal politikaları sonucu bugün Kudüs ve çevresinde ancak yüzde 3’lük minik bir topluluğa dönüşen yerli Hristiyan azınlıktandı. Ve kendisi Roman Katolik olmasına rağmen, birçok Ortodoks’tan daha fazla Kudüslü ve Filistinliydi.

Burada zaruri bir parantez açmamız gerekiyor:

Hristiyanlar, Kudüs’ün uzun ve serüven dolu tarihi boyunca, şehrin hep aslî unsuru olageldiler. 638’de İkinci Râşid Halife Hz. Ömer tarafından bizzat teslim alınan Kudüs, Hristiyanlar için sürekli huzur ve refah dolu bir şehirdi. Müslümanların hâkim olduğu dönemlerde hiçbir haklarından mahrum bırakılmayan, ibadethanelerine dokunulmayan ve himaye altında tutulan yerli Hristiyanlar, 1099-1187 arasında devam eden Haçlı işgali sırasında zulme uğrayan kesimler arasındaydı. Avrupalı dindaşlarının kılıçtan geçirdiği Kudüslü Hristiyanların sayısı binlerle ifade ediliyordu. Bu yüzdendir ki, Salahaddîn Eyyûbî, Kudüs’ü Haçlı işgalinden kurtarıp yeniden Müslümanlara kazandırdığında, Haçlılarca gasp edilen mülklerini de yerli Hristiyanlara geri verdi. Eyyûbî, Memlûk ve Osmanlı asırları da keza Hristiyanlar için adeta “Asr-ı Saadet”ti. 1967’de İsrail’in Kudüs’ü işgali, Hristiyanların yeniden hedefe konduğu ve sürekli tacize uğradığı bir süreci başlattı.

İşgalin meydana getirdiği öfkeyle, “Kudüs Müslüman-larındır!” şeklinde sloganlar, Türkiye’de oldukça yaygın. Ancak yukarıda işaret ettiğim tarihî hakikatler, Kudüs’ün hiçbir zaman “tamamen Müslümanların yaşadığı” bir şehir olmadığını gösteriyor. Hatta Sur İçi’nde Hristiyanların çok ciddi bir ağırlığı da var. Farklı dönemlerde çok küçük Yahudi cemaatleri de Kudüs’te kendilerine yer bulmuş. Burada, Mescid-i Aksâ’nın meşhur hatibi İkrîme Sabrî’den dinlediğim bir cümleyi nakletmek isterim: “Halife Ömer el Fârûk, şehre geldiğinde Kudüs’te eğer Yahudiler de bulunsaydı, onlara da haklarını teslim ederdi!” Detaylar, bazen hakikatin ta kendisini ifade ediyor.

Kudüs’ün dinî kimliği bağlamında, şu cümle -yine tarihin şahitliği eşliğinde- son derece doğru: Şehre Müslümanlar hükmettiğinde Kudüs’ün Müslüman, Hristiyan ve Yahudi sakinleri rahat ve huzurlu yaşamışlar. Hristiyanların veya Yahudilerin hâkimiyeti ise, diğer bütün din mensuplarının -hatta bazen kendi dindaşlarının bile- zulme uğramasına yol açmış. Bunu bir “Müslüman hamaseti”yle yazıyor değilim. Tarih böyle söylüyor.

Bir Hristiyan olan ve 51 yıllık ömrünün 30 yıla yakın bir bölümünü İsrail işgalinin Filistin cephesinde meydana getirdiği acıları ve travmaları dünyaya duyurmakla geçiren Şirin Ebû Akle’nin yine işgal askerleri tarafından öldürülmesi, “Kudüs’ün hüviyeti” konusunda tekrar düşünmeye sevk ediyor bizi.

Şirin, Kudüs surlarının hemen yanı başındaki aile kabristanına tevdi edilen bedeniyle, kutsal şehrin ve onun sarsıntılı tarihinin ayrılmaz bir parçasına dönüştü bugün. Müslümanıyla-Hristiyanıyla işgale ve haksızlığa direnişin Kudüs’te diğer bütün coğrafyalardan daha büyük anlamlar taşıdığının bir işareti olarak…

Yeni Şafak / Taha Kılınç