14 Mayıs 1948. Bu tarih İslam coğrafyasının bağrına Siyonist hançerinin saplandığı tarihtir. Bugünkü İsrail devleti 29 Kasım 1947’de BMGK’nin 181 sayılı kararına dayalı olarak kuruldu. Her ne kadar İsrail devletinin kuruluşunu Balfour deklerasyonu ile İngiltere istemiş ise de II.Dünya Savaş’ının muhtemel galibinin ABD olacağı dikkate alınarak İngiltere İsrail devletinin kurulması için verdiği desteği kesmiştir. Dolayısıyla 181 sayılı kararın ve İsrail devletinin kurulmasının arkasındaki güç ABD’dir. İsrail ya da Siyonist devlet sanıldığının aksine bizatihi bir güç değildir, izafi bir güçtür. Siyonist katillerin ortaya koydukları her katliam sonrası onlara arka çıkan da ABD’dir. Aslında Siyonist İsrail’in var olması ve var olmasının devam etmesinde de ABD yalnız değildir. Bilhassa Arap yönetimleri de, halklarına rağmen İsrail’in kuruluşundan itibaren hep arkasında olmuşlar, onun varlığının, cinayetlerinin, katliamlarının ortağı olmuşlardır.
14 Kasım 1947 günü, yani Siyonist Devlet’in ilanından 15 gün önce o günkü yapay Ürdün devletinin kralı olan ve şimdiki Kral Abdullah’ın büyük dedesi Kral Abdullah ile Siyonist liderlerden Golde Meir Şeria Vadisi’nde Naharyim köyünde bir araya gelirler. Bir dizi görüşme ve anlaşmalar yaparlar. Bunlardan öne çıkan hususlardan birisi ise Balfour (1917) Deklerasyonu sonrası Filistin topraklarına Yahudi göçünü durdurmak için ilk ve en önemli mücadeleyi başlatan Kudüs eski müftüsü Emin el-Hüseyni’nin kendileri için de Yahudiler içinde düşman olduğu konusunda mutabakat sağlamaları. İkincisi ise henüz Siyonist devlet ilan edilmeden Filistin toprakları üzerinde paylaşıma girişmeleridir. Bu nedenle Kral Abdullah ile Golde Meir Filistin topraklarının Arap olan kısımlarının Ürdün’e ilhakı konusunda anlaşmaya varırlar. Ancak BM’nin “Taksim” kararının ardından Kral Abdullah bu kez Golde Meir’den Filistin’e tahsis edilen toprakların tümünün Ürdün’e ilhakını ister. Buna karşılık da Yahudilere gerek hükümette ve gerekse parlamentoda %50 temsil imkânı vermeyi teklif eder.(Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları/Prof. Fahir Armaoğlu/syf.71)
İsrail Devlet’i kurulmazdan önce başlayan ihanet o günden bugüne kadar eksilmeden devam etmiştir. Bu ihanetin ikinci ve en önemli halkalarından bir tanesi de 17 Mayıs 1948’de başlayan ilk Arap-İsrail Savaşı ardından yaşanmıştır. Bu savaş sonrası Filistin’e tahsis edilen (181 sayılı karar ile) topraklar Ürdün, Mısır ve İsrail arasında paylaşılmıştır. Doğu Kudüs, Batı Şeria Ürdün’e, Gazze Mısır’a verilmiş ya da onlar ilhak etmişlerdir. Adı geçen ve geçmeyen arap yönetimleri 20 yıl boyunca işgalleri altında bulunan bu topraklarda Filistin Devlet’inin kuruluşuna izin vermemişlerdir. Netice olarak da 6 Haziran 1967 savaşı ardından bu topraklar ile beraber Golan Tepeleri ve Mısır’ın Şarm el-Şeyh bölgesi, Doğu Kudüs İsrail işgali altına girmiştir.
İhvan kadrolarından gelen ya da İhvan sempatizanı görünen Nasır ve arkadaşları, General Necip darbesi (1952) ardından Mısır’a hâkim olmuşlardır. Nasır her ne kadar Arapların ve Arap milliyetçiliğinin lideri konumunda görülse de 5 Haziran’ı 6 Haziran’a bağlayan gece Nasır ve kurmayları ABD’nin Kahire büyükelçisinin verdiği resepsiyonda iken, İsrail jetleri neredeyse Mısır’ın 330’ün üzerindeki savaş uçaklarını imha etmişlerdir. Bu savaşta Mısır, Ürdün, Suriye kesin bir hezimet yaşamışlardır. Zaten Nasır bu savaştan sonra kendisini ve Arap birliğini toparlayamadı, 1970 Eylül’ünde de öldü. İyi hatırlıyorum o öldüğünde Mısır’ın yarı resmi el-Ahram gazetesi: “Zafer Kazanamamış Kahraman” başlığını atmıştı. Keza onun ölümünün ardından Libya’nın geç darbeci lideri Kaddafi de “Mısır Lidersiz bir ülke ben ise ülkesiz bir liderim.” demişti…
Asrın ya da “yüzyılın anlaşması”na doğru
Nasır öldü, yerine Enver Sedat geçti. Ekim savaşı da denilen 1973 Arap-İsrail Savaşı yaşandı. Mısır bu savaşta kısmen başarı elde etti. ABD BM eliyle ve 338 sayılı karar ile Sedat’ı onore etmeye çalıştı. Arap dünyasının önde gelen ülkesi Mısır ve onun lideri Enver Sedat 1975’te İsrail başbakanı Menaham Begin ile Sina Anlaşmasını gerçekleştirdi. Bu anlaşmayla en büyük Arap ülkesi olan Mısır İsrail’İ resmen tanımış oldu ve bu tanıma Arap yönetimleri nezdinde İsrail’e meşruiyet kazandırdı. Tıpkı 28 Mart 1949’da CHP’nin son başbakanlarından Şemsettin Günaltay’ın İsrail’i resmen tanımasının ardından İsrail’in İslam coğrafyasında meşruiyet kazanması gibi. Türkiye’nin CHP döneminde İsrail’i tanıması sonrası iktidara gelen DP ve yöneticileri adı geçen tanımayı dostluğa dönüştürdüler. Bir örnek vermek gerekirse 28 Ağustos 1958’de İsrail başbakanı Ben Gurion, Dışişleri Bakanı Golde Meir, Şimon Perez ve İsrail genelkurmay başkanı, Başbakan Adnan Menderes’in daveti ile Ankara’ya gelmişlerdir. Aslında Türkiye-İsrail ilişkileri en parlak dönemini Adnan Menderes zamanında yaşamıştır.(bkz. Avrasya Dosyası cilt.1 sayı.3) Türkiye İsrail ilişkilerinin bir başka yoğunlaştığı dönem de Özal sonrası Demirel ve Çiller dönemidir. Hani Çiller’in İsrail başbakanı Rabin’İn Kudüs’de onuruna verdiği yemekte: “Kadehimi İsrail halkının tüm umut ve rüyaları için kaldırıyorum.” İfadesini herhalde hatırlıyorsunuzdur. Eh! Tabii ki 23 Şubat 1996’daki Org.Çevik Bir’in Türkiye adına imzaladığı “İsrail-Türkiye Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması’nı”da hatırlamadan geçemeyiz.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin bahar havası, yakın işbirliği neşeli günleri, İsrail uçakları için Türk Hava sahasının eğitime açılması 29 Ocak 2009’da Davos zirvesinde Başbakan Erdoğan’ın İsrail Başbakanı Perez’e karşı “One Minute” çıkışı ile zemheriye dönüştü. Bunu Mayıs 2010’daki Mavi Marmara olayı da katmerleştirdi. İsrail’in başta Gazze olmak üzere tüm Filistin’lilere karşı giriştiği işkence, katliam ve yıkımlar en azından iki devlet arasında soğukluğun devamını getirdi.
Geçtiğimiz aylarda Trump’ın başdanışmanı ve damadı Kushner Ortadoğu’ya yaptığı bir gezide Türkiye’ye de gelmişti. Gerek Berat Albayrak ve gerekse Cumhurbaşkan’ı Erdoğan ile de görüşmeler yapmıştı. O günlerde “Yüzyılın Anlaşması” gündeme gelmişti. Adın geçen anlaşma taslağı ile de İsrail-Filistin arasında kalıcı bir barışın sağlanması ve Filistin başta olmak üzere Suriye ve Irak’ın yeniden imarı telaffuz edilmişti. Adı geçen ifadenin ete kemiğe bürünmesi için Mayıs 2019’un ilk günlerinde Kushner, Washington Yakın Doğu Araştırmaları Merkezi’nde yaptığı konuşmada yakın bir gelecekte “Yüzyılın Anlaşmasını” açıklayacağını beyan etmişti. Sızan haber ve bilgilere göre adı geçen anlaşmanın öne çıkan maddeleri özetle şu şekilde.
- İsrail, FKÖ ve Hamas arasında üçlü bir anlaşma imzalanacak ve bu anlaşma çerçevesinde “Yeni Filistin Devleti” kurulacak.
- Batı Şeria bölgesindeki büyük Yahudi yerleşimler (İsrail’in BMGK’nin 242 ve 338 kararlarına rağmen işgal edilen topraklar) İsrail’in elinde kalacak.
- Kudüs her iki devletin başkenti olacak.( 6 Haziran 2017’de Trump Batı Kudüs’ü başkent olarak tanıdı ve ABD büyükelçiliğini Batı Kudüs’e taşıma kararı aldı. Keza 13 Haziran 2017’de de Erdoğan İİT toplantısında Doğu Kudüs’ü Filistin’in ebedi başkenti ilan etti.)
- Anlaşmanın uygulanabilmesi için yeni Filistin Devleti’ne ABD %20, AB %10 ve körfez ülkeleri %70 mali destek sağlayacak.(toplam 30 milyar dolar)
- Filistin’in ordusu olmayacak, sadece polis gücüne sahip olacak. Hamas, İslami Cihad gibi örgütler silah bırakacak.(yani 13 Eylül 1993’deki Washington mutabakatı ile ortaya konulan yarı özerk Filistin Devleti’ne dayatılanların aynısı.)
Adı geçen plan ya da anlaşma kabul edilmez ise ne olacak? Anlaşmayı kabul etmeyen taraflara FKÖ, İslami Cihad ve Hamas’a her türlü yardım kesilecek. Şayet adı geçen planı İsrail reddederse İsrail’e yapılan maddi yardımlar kesilecek.(geniş bilgi için bkz. habertürk.com 10.5.2019).
Madrid Konferansı’ndan (1991) Oslo Mütabakatı’na (13.9.1993), Wye Plantion Anlaşması’ndan bugüne kadar olandan tüm görüşme ve anlaşmalar ile BM’nin İsrail-Filistin meselesine ilişkin aldığı tüm kararlar sonuçsuz kaldı. 26 Ekim 1994 “Arap Çölü Anlaşması” ile Ürdün ve İsrail yakınlaşması sağlanmıştı. Anlaşma esnasında ki o gün Demirel de orada idi İsrail başbakanı Rabin: “ İbrahim’in Çocukları nihayet barıştılar.” diyerek önemli bir akrabalık ve tarih vurgusu yapmıştı. Buna rağmen bugüne kadar hiçbir anlaşma hayata geçmedi. Bu cümleden olarak yüzyılın anlaşmasının da hayata geçmesi zor görünüyor. Nitekim adı geçen anlaşmaya ilişkin olarak Filistin Dışişleri Bakan’ı Riyad el-Maliki, ABD’nin Filistin’in çağrılarına kulak vermediğini ve İsrail’in ihlalleri karşısında sessiz kaldığını belirterek: “Filistin halkı yıllarca elinin, kolunun bağlandığı zincirinin renginin ve boyunun değişmesi için beklemedi, koşulsuz özgürlük, egemenlik istiyor. Sınırlı özerklik, boyun eğme değil, birlikte barış içerisinde var olmayı istiyor. Duvar ve abluka değil sınırlar üzerinde kontrol istiyor. Sadaka değil kaynaklarına erişim istiyor. Başkalarının kölesi değil kendi kaderlerinin efendisi olmak istiyorlar. Daha azını asla kabul etmeyecek.”diyerek mutasavver yüzyılın anlaşmasına ilişkin tavrını ortaya koyuyor.
Herhalde hiçbir kimse Oslo mutabakatını kabul etmeyen Filistin halkının benzeri ve daha ağır şartlar taşıyan yeni yüzyılın anlaşmasını kabul etmesini bekleyemez. İşte İsrail’in kuruluş yıl dönümünde görülen manzara bu.
Her Taraf / Süleyman Arslantaş