S. Arslantaş: Harcama Üzerine

Bugün bizim harcama kültürümüz, günümüzde de ve belki de geçmişte de israf ya da cimrilik sarmalından, yanlış istimalinden kurtulamamıştır. Diğer yandan insan kazandığı paranın, malın-mülkün yegâne maliki olarak kendisini görmektedir.

Babaannem bilge bir kadındı. Zaman zaman ziyaretine gittiğimizde bizlere çeşitli ikramlarda bulunurdu. Anamın, yemek ve ikram kültürü babaannemden daha farklı idi. Babaannemi ziyarete gittiğimizde çoğu zaman muhtelif çorbaları karıştırır veya pirinç pilavı ile bulgur pilavını karıştırır önümüze koyardı. Bir gün bu ikramlara itiraz ettim. Babaannem bu tür yaklaşımının iç yüzünü ifade bağlamında; ‘Oğlum! Kâinatta en çok olan ne’ dedi. Ve cevabını kendisi verdi: ‘Toprak oğlum toprak. Oğlum toprak tükenir mi, tükenmez değil mi, ama yılan toprak tükenir korkusuyla onu yalayarak yer. Onun için yemenizde-içmenizde ölçülü olmalısınız’ dedi.

Nereden aklıma geldi babaanne-torun muhabbeti derseniz, günümüzdeki harcama kültürüne, israf ve cimrilik tablolarına bakıyorum. Ardından; bizim harcama kültürümüz, tasarruf kültürümüz, yeme-içme kültürümüz bu mu sorusu aklıma geldiği için. İslâm, insanın-müslümanın tüm hayatını-hayatın şubelerini tanzim eden, kurallar koyan fıkhi ifadesiyle haramı-helâli-mubahı-mekruhu ortaya koyan bir dindir.

Dolayısıyla bugün bizim harcama kültürümüz, günümüzde de ve belki de geçmişte de israf ya da cimrilik sarmalından, yanlış istimalinden kurtulamamıştır. Diğer yandan insan kazandığı paranın, malın-mülkün yegâne maliki olarak kendisini görmektedir. Oysa Allah’ın verdiği can gibi mal-mülk de emanettir. Emanet olana sahipmiş gibi sahiplenmek ise had bilmezliktir.

İslâm, servetin belirli ölçüler içerisinde tasarrufunu, harcanmasını israf ve tebzirden uzak kalarak; hoşgörü, cömertlik, güzel muamele, başa kakmama, iyilikte yarışma doğrultusunda harcanmasını öngörür.

Ancak tüm davranışlarımızda olduğu gibi temel ihtiyaçlarımızın karşılanmasında, tabii arzularımızın tatmininde tüketimimizi-harcamamızı makul ölçüler içerisinde yapmamızı emretmektedir.

Bunun yanısıra Allah verdiği imkânların sadece kişiye ait olmadığını onda fakirin, fukaranın, yetimin, yolda kalmışın, borçlunun da hakkının olduğunun altını çizer: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye layıktır” 2/267. Yine Bakara suresinde “Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir (2/215). ‘Yine sana soruyorlar Allah yolunda ne harcayacaklarını, De ki: ‘İhtiyaçtan arta kalanı’ Allah size ayetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz’ (2/219). ‘Allah rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. (2/265)

Kurân’da birçok sûrede Müslümanın harcaması, infak etmesi ya da sadaka vermesi, zekât gibi kavramlar sıkça geçer. Sanki harcama bir kültür olmaktan ziyade bir ibadet formatında ele alınmakta.Nitekim Kur’an’da;”İşte sizler,Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz.Ama içinizden cimrilik yapanlar var.Kim cimrilik yaparsa ancak kendi zararına cimrilik yapmış olur.Allah,her bakımdan sınırsız zengindir,siz ise fakirsiniz.Eğer O’ndan yüz çevirecek olursanız,yerinize başka bir topluluk getirir de onlar sizin gibi olmazlar.”(47/38)

Günümüzde adil olmayan yönetim ve dünya görüşlerinin icat ettiği ‘sosyal adalet’ kavramı ki, bu kavram daha çok işçi-işveren, dar gelirli-yüksek gelirli vb. arasındaki çarpıklıkların düzeltilmesi için icat edilen bir kavram olarak karşımıza çıkmakta. Ve tabii birde bu kavram devletlerin kendi halklarının zorunlu ihtiyaçlarının karşılanmasında görev almasını da ifade etmektedir. Ancak İslâm bütünlüğü içerisinde meseleye yaklaştığımızda İslâm’da parçacı bir anlayışla ‘sosyal adalet’ diye bir kavram söz konusu olamaz. Çünkü İslâm’ın adaletten nasibini almayan hiçbir meselesi yoktur. Bütün mesele her şeyi yerli yerince değerlendirmek ve İslâm’ı hayatın bütün şubelerine hakim kılmaktır.Bu bağlamda İslâm bir taraftan rızık verici olanın Allah olduğunu vurgularken, diğer yandan rızıkça kendilerine fazlaca verilenlere ikazda bulunuyor: “Allah, rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altındakilere vermezler ki rızıkta hep eşit olsunlar. Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?” (16/71) İşte buyurun zengin-fakir arasındaki eşitsizliği, adaletsizliği düzenleyen bir ayet. Ve yine işçi-işveren münasebetlerinde sermaye sahiplerine bir sorumluluk yükleyen bir ayet.

Zaten yukarıda Bakara suresi 219. Ayeti tekrar hatırlarsak Hz. Allah: “Sana neyi sarfedeceklerini soruyorlar; de ki artanını..” buyururken burada enteresan bir şekilde adeta kuluna hitaben sana verdiğim mal, mülk , imkân sadece senin değil, o imkânlarda yetimin, yoksulun, borçlunun, ihtiyaç sahiplerinin hakları var. Sen kendi sosyal statüne göre harca ama başkalarının hakkı olanı da artırmayı unutma diyor. İnfak yani Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak niyeti ile harcamada bulunmak, sarfetmek, harcamak, infak etmek. Tüm bu kavramlar bir kapıya çıkmakta, farz olan zekât ve farzın dışında kalan mendup   düzeyindeki harcamalar. Bakara suresindeki: ‘Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden de Allah yolunda harcarlar-infak ederler’(2/3) buyurulmaktadır. Fahreddin Razi’ye göre bu ayet farz ve mendup olan infak çeşitlerini kapsamaktadır. (İslam Ansiklopedisi cilt 22 sh.289)

Tabii olarak Kurân infakı, Allah yolunda harcamayı, zekâtın dışında da mü’min’in harcama-infak sorumluluğunun altını çizerken, diğer yandan da harcama yapanı cimrilikten de müsriflikten de men ediyor. Yine Kurân: ‘Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa, yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir. Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti beklerken, onlardan yüz çevirecek olursan, onlara yumuşak söz söyle. Eli sıkı olma, büsbütün eli açıkta olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.’ İsra Suresi. 17/26-29

“Harcama- infak konusunda iki kavram öne çıkmakta israf-tebzir ve cimrilik. Kur’an bu ikisinden de uzak durmamızı emrediyor: ‘Onlar ki infak ettikleri zaman, israf etmezler cimrilik de etmezler. Onların harcamaları bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” (Furkan 25/67)

İsraf; gerçek, meşru ve mâkul olanın dışına çıkma, itidalden sapma anlamında bir kavram. Sözlükte, ‘haddi aşma, hata, cehalet, gaflet’ gibi anlamlara gelen seref kökünden türetilmiş olan isrâf genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal ve imkânları meşru olmayan amaçlar için saçıp-savurmayı ifade eder. (TDVİA C.23, S.178) Aslında isrâf sadece parada, malda saçıp savurmayı değil, yasak olan, haram olan yerlere harcanan zaman, mal ve imkânları da kapsar. Halk arasında mesela birisi lüks bir kıyafet giyse ya da lüks bir arabaya binse onu müsriflikle-isrâf etmekle suçlarlar. Oysa yukarıda İsra sûresindeki ayette isrâf edenlerin şeytanın kardeşleri olduğu vurgulanmaktadır.

Şimdi bu ayetin ışığında isrâf kavramına yeniden yaklaşırsak halkın lüks elbise giyeni ya da lüks otomobile bineni isrâf etmekle suçlaması onu şeytanın kardeşi olarak nitelendirmesi anlamına gelmez mi?

Kaldıki eşyada aslolan ibahattır-mübahlıktır. İnsanlar lüks harcamalarından değil, belki de farz ve infâk boyutlu harcamayı ihmalden suçlanırlar. Yine halk arasındaki ‘İsraf haramdır’ sözü bile israfın harama harcanan, mal, para, zaman olduğunun bir ifadesidir.

Ama bu söz maalesef çoğu kez ait olduğu yerde kullanılmamaktadır. Yani insan lüks araca binmekten sorgulanmaz, yapması gereken zekat-infâk ve sadakaların ihmali ya da icra edilmemesinden sorumlu olurlar.Ya da şöyle soralım;bir kimse fiat otomobil yerine mersedes otomobili tercih etse israf mı etmiş olur? Eğer öyleyse bu kişi haram işlemiştir ve sonuç olarak da “şeytanın kardeşleri” olarak haşrolunacak demektir. Bu konuda Mücahid derki: “İnsan bütün malını hak yolunda infâk etse saçıp-savurma olmaz”.

Bir kişi de bir avuç haksız yere harcasa infak etse bu saçıp savurmadır. Keza Katade’de der ki; ‘saçıp-savurma: Allah’a isyan, haksızlık ve fesad yolunda harcamaktır.’ (İbn Kesir C.9 sh.4725) Sanıyorum kavramlarımızı kullanmazdan önce tekrar tekrar gözden geçirmeliyiz. Zira peygamberler geldikleri toplumlarda şu helâl-bu haram demezden önce,o toplumun kavramlarını,kavramlara yükledikleri anlamları sorgulamışlar ve toplumlarını yeniden düşünmeye çağırmışlardır.

Her Taraf / Süleyman Arslantaş