Reformcuların Protestolara Yaklaşımı

Reformcular; protestoları, ülke siyasetindeki eski rollerini yeniden elde etmek için müesses nizama karşı bir baskı ve pazarlık aracı olarak kullanmaya çalışmış olsa da amaçlarına ulaşamamıştır.

İran’daki protestolar iki buçuk ayına ulaşmış bulunmaktadır. Zaman bakımından, Devrim’den sonra kesintisiz süren en uzun protestolar olarak kayda geçmiştir. Sosyokültürel bir alan olan kadın ve tesettür üzerinden başlayan protestolar sistemi hedef almış ve yurt dışındaki İran diasporası da protestolara destek vererek sistemi devirebilmek için uluslararası toplumu ikna çabalarını sürdürmektedir. Müesses nizam ise Ocak 2018 ve Kasım 2019’da olduğu gibi sert bir müdahale ile protestoları bastırmak yerine zamana yayarak sonlandırmayı amaçlamıştır. Böylelikle beşerî kayıpları daha düşük seviyede tutmaya özen göstermiştir. Reformcular ise devlet ile millet arasında bir tampon görevi üstlendiklerini daha önce dile getirmiş ve siyaseten dışlanmaları hâlinde bu tür risklere dikkat çekmişlerdir. Şubat 2020 Genel Seçimlerinde ve Haziran 2021 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde yapılan mühendisliklerle reformcu kesimler ülke siyasetinden dışlanmıştır.

Reformcular sadece müesses nizam tarafından sınırlandırılmakla kalmamış; iktidarları döneminde toplumsal talepleri karşılayamama, ekonomik sorunların çözümünde yetersiz kalma ve sıkça gündeme gelen yolsuzluk dosyalarıyla toplumsal sermayelerini de önemli oranda yitirmişlerdir. Reisi hükûmetinin bir yıllık iktidarı döneminde de etkin bir muhalefet sergilemeyi başaramamışlardır. Böyle bir atmosfer içerisindeyken baş gösteren protestolar, reformculara kısmen birtakım fırsatlar yaratmıştır. Bu fırsatları değerlendirerek ülke siyasetindeki yerlerini yeniden elde etmeleri, Devrim Rehberi Hamenei ve müesses nizamı iknaları ile mümkündür.

Hamenei başta olmak üzere müesses nizamın ileri gelenleri, protestoları dış güçlerin bir oyunu olarak nitelendirmiştir. Müesses nizam bu yaklaşımıyla protestoları; meşru talepleri olan toplumsal bir hareket olarak değil, sistemi hedef almış kaos ve kargaşa çıkarmayı amaçlayan bir “kalkışma” olarak nitelemiştir. Hamenei ve askerî-güvenlik elitleri; bu kalkışmayı, İran’ı hedef alan hibrit bir savaşın parçası olarak değerlendirmiştir. Hamenei’nin bu nitelemesinden sonra reformcu elitlerden beklentisi, bu yönde tutum sergilemeleridir. Ancak onlar farklı bir yol çizmeye çalışmışlardır.

Reformcuların Protestolara Araçsal Yaklaşımı 

Hamenei’nin mezkûr yaklaşımına karşın reformcular protestoları karşıt perspektiften değerlendirmiş ve ülke siyasetindeki rollerini yeniden kazanmak için bir baskı ve pazarlık aracı olarak kullanmaya çalışmışlardır. Bununla birlikte reformcular, protestoların şiddet eşliğinde gerçekleşmesi ve sistem değişikliğini hedef almasından dolayı pasif hoşnutsuz geniş kesimleri protestolara katılım konusunda teşvik etmemişlerdir. Reformcuların amacı sistemi değiştirmek değil, onu revize etmek ve bu revizyonda öncü rol oynayarak ülke siyasetini yönetmek ve yönlendirmektir. Zira sistemi hedef almış ve şiddet eylemleri içeren protestolara açık bir destek sunmaları durumunda, siyaseten bütün konumlarını kaybetme riski ile de karşı karşıya geleceklerdi. Reformcu aktörler ve düşünürler, çeşitli yönlerden protestoları değerlendirdikten sonra oluşan kanaat neticesinde, kapsamlı bir bildiri ile değerlendirmelerini ve çözüm yollarını kamuoyu ile paylaşmışlardır.

Protestoların başlamasından 50 gün sonra 9 Kasım’da yayımlanan bildiride protestoların; siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel sebeplerine, katılımcıların profiline, müesses nizamın olayları değerlendirme yönteminin yanlışlığına vurgu yapılmıştır. Bildiri, demokratikleşememekten mütevellit üst üste binmiş krizlerin dile getirildiği bir özet niteliğindedir. Bildiriden öne çıkan hususlar şöyledir:

– Protestolar her ne kadar kadınların ve gençlerin öncülüğünde orta çıkmış olsa da üniversiteler, spor ve sanat camiası, baskı grupları, sosyal medya, sivil toplum gibi bütün kesimler tarafından desteklenmektedir. Bu destekler protestoların; bölgesel, etnik, cinsiyet ve kuşaklar üstü olup “yaşamı” yeniden kazanmaya dönük olduğunu göstermiştir.

– Otoriter yönetim anlayışı, farklı yaşam kültürlerini tanımamakta ve yaşam tarzlarına müdahale etmektedir. Siyaset sahnesinde farklı sosyopolitik kesimleri temsil edecek siyasi partilerin boşluğu doldurulamamaktadır.

– Kadınlara yönelik ayrımcı/baskıcı politikalar, 10 yıldır süregelen “0” büyüme oranı, son beş yılda yoksul kesimin iki katına çıkması, acımasız yaptırımlar ve yıllardır devam eden yüksek enflasyon, bir türlü dizginlenmeyen yolsuzluklar, çevrenin sorumsuzca tahribatından mütevellit çevre krizleri, siyasal sistemin yönetim kabiliyetini önemli oranda yitirmesi, vatandaşlık haklarının çiğnenmesi, toplumun geniş kesimlerinin yasal olmayan ancak yasalmış gibi gösterilen yöntemlerle ötekileştirilmesi vb. etkenler göz ardı edilemez.

– Müesses nizamın krizin sebepleri ve aktörleri şeklinde paylaştığı rapora hâkim anlayış da krizin kaynaklarındandır. Zira mevcut durumu gerçekçi bir şekilde analiz etmekten uzak bir değerlendirme olduğu gibi sunduğu çözüm yolları da krizi çözememekte hatta derinleştirmektedir.

– Adalet, özgürlük, demokrasi, açılım ve yaşamı talep edenler şiddetten kaçınmalıdır. Zira şiddet, protestoların bastırılmasına gerekli meşru zemini yaratmış olur.

– Yabancı güçlerin ülkeye yaptırım uygulamasını talep etmek ve buna yardımcı olmak, millî duruşa aykırı bir taleptir. Zira yaptırımlar, İran halkının daha da fakirleşmesine yol açarken müesses nizamın da daha otoriter davranmasına neden olacaktır.

Bildirinin içeriği; ülkedeki siyasi, toplumsal, ekonomik, kültürel ve çevresel sorunların asıl kaynağının siyasal sistemin kendisi olduğunu bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla öncelikli olarak siyasal sistemin kendisi reforma tabi tutulmalıdır. Anayasa’nın referandumu öngören 59. maddesinin işletilerek yaşanan tıkanıklığın çözülebileceğinin altı çizilmiştir. Böylelikle mevcut durumdan hoşnut olmayan, öfkeli ve umudunu kaybetmiş kitlelerin önüne yeni ufuklar serilebileceği ileri sürülmüştür.

Eski cumhurbaşkanı ve reform hareketinin manevi liderlerinden Muhammed Hatemi yayımladığı son bildirisinde, “sistem değişikliğinin mümkün olmadığı gibi arzu da edilmediğini” vurgulamış ve sistemin revize edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Hatemi, mevcut durumun devam etmesi hâlinde toplumsal sistemin çöküşünün daha da hızlanacağına dikkat çekmiştir. Ayrıca protestocuların sesinin duyulması ve dikkate alınması çağrısında bulunmuştur. Hatemi’nin sistem değişikliğinin mümkün olmadığı ve arzu da edilmediği yönündeki açıklaması, Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) kanadında “yetmez ama evet” anlayışını anımsatan olumlu ancak yeterli olmayan bir adım şeklinde yorumlanmıştır. Müesses nizam tarafından fotoğraflarının yayımlanmasına dahi basında sansür uygulanan Hatemi’nin bu yaklaşımı, karşı tarafta da kısmi bir karşılık bulmuştur. Hatemi’nin bu bildirisi ve ardından DMO’dan gelen kısmi olumlu yaklaşım, taraflar arasındaki trafiği yoğunlaştırmıştır.

Reformcu Cephe Sözcüsü Ali Şekurirad, Reformcu Cephe Sekreteri Ali Bakıri, Reformcu Cephe Birinci Başkan Vekili Hüseyin Maraşi ile Behzad Nebevi, İlyas Hazreti gibi isimlerden oluşan Reformcu Cephe başkanlık heyeti; Yargı Erki Başkanı Hüseyin Muhsini Ejei ve Ulusal Güvenlik Yüksek Kurulu Genel Sekreteri Ali Şemhani ile bir araya gelerek protestoların durumunu değerlendirmiş ve taleplerini iletmişlerdir. Ancak Reformcu Cephe ve Hatemi’nin bu çabaları, istediklerini elde etmelerine yetmemiştir. Devrim Rehberi Hamenei, 26 Kasım’da Besiç Teşkilatı Haftası münasebetiyle yaptığı konuşmada, “Ülkedeki krizlerin sona ermesi için ABD ile ilişkileri normalleştirin.” ve “Halkın sesini duyun.” şeklindeki talepleri dile getirenlerin, düşmanın taleplerine bilerek veya bilmeyerek sözcülük yaptığını belirtmiştir. Hamenei’nin bu yaklaşımı, reformcu çevreleri nerede konumlandırdığını göstermesi bakımından manidar olmuştur.Sonuç itibarıyla reformcular; protestoları, ülke siyasetindeki eski rollerini yeniden elde etmek için müesses nizama karşı bir baskı ve pazarlık aracı olarak kullanmaya çalışmış olsa da amaçlarına ulaşamamışlardır. Müesses nizamın, reformcuların büyük bir titizlikle hem toplumsal tabanları nezdinde itibarlarını sarsmak hem de siyasal sistem içerisindeki rollerini olabildiğince sınırlandırdıktan sonra onlara yeniden o fırsatı sağlama ihtimali oldukça zayıftır. Hamenei, söz konusu fırsatı yaratmak bir yana onları, düşmanın sözcüleri olarak nitelemiş ve reformcuların önüne iki seçenek sunmuştur: sisteme tam teslimiyet ya da bertaraf olmak. Reformcular ise İran’ın en köklü hareketi olduklarına ve bu durumun geçici olduğuna inanmaktadır. Dolayısıyla Hamenei ve müesses nizamın dayatmasını reddederek alternatif bir yol geliştirme çabasındadır.

Mehmet Koç / İRAM Center