21’inci yüzyılın ilk yirmi yılında ortaya çıkan en önemli gelişmelerden biri, dünya siyasetinde ve küresel ölçekte Amerikan liderliği ya da hegemonyasının giderek zayıflaması oldu.
Korona pandemisi, küreselleşme-Amerikan liderliği ilişkisinde, Amerika’nın II. Dünya Savaşı’ndan sonra küresel ölçekte kurduğu “siyasal, ekonomik, kültürel, bilimsel ve moral liderliğin zayıflaması”na yol açan gelişmelerden ilki değil. Pandemi, son yirmi yılda bu bağlamda yaşanan dört önemli kırılma ya da kriz noktasından sonra gelen beşinci kırılmayı yarattı.
Birinci kırılma, 2001, “11 Eylül Terörü”yle yaşandı.
İkinci kırılma, “2008 Küresel Ekonomik Krizi”yle yaşandı. Bu kriz de Amerika’da başladı.
Üçüncü kırılma, “2010 Arap Ayaklanmaları ve Çökmüş Devlet Sorunu”yla yaşandı.
Dördüncü kırılma, “2016 Amerikan Başkanlık Seçimi, Trump Faktörü ve Demokrasi Krizi”yle yaşanmaya başladı.
Bu kırılma noktalarının her biri ve hepsi, dünya siyasetinde ve küreselleşme sürecinde varsayılan Amerikan liderliğine büyük darbeler vurdular; Amerika’nın siyasal ve ekonomik liderliği üzerine şüpheleri arttırırken küresel ölçekte moral liderliğin sonu anlamına gelen “anti-Amerikan duygu ve tepkiyi” yaygınlaştırdılar.
Hatta, “küreselleşen dünyada ‘post-Amerika dönemi’ne mi giriyoruz” ve “II. Dünya Savaşı-sonrası dünya düzeninin söylemsel, ideolojik ve kurumsal düzeyde sonuna mı geldik” tartışmasını yarattılar.
PANDEMİ: 5’İNCİ KIRILMA NOKTASI
Bugün yaşadığımız beşinci kırılmaysa “2020 Korona Pandemisi”yle, “sağlık” ve “bilim” alanlarında ortaya çıktı. Trump’ın attığı yanlış adımlar, kutuplaşmayı daha da körüklemesi ve Trump yönetiminin kendisini bilim dünyasına kapatması, Amerika’yı ve halkını büyük bir riske attı. Başta New York olmak üzere, Amerika, pandeminin en fazla vurduğu ülke oldu. Bilim insanları, Trump, yaklaşımını değiştirmediği sürece bu ülkedeki ölüm sayılarının çok yükseleceğini söylediler.
Sonunda, Trump yönetimi, sorunun sağlık, sosyal psikoloji ve ekonomi alanlarındaki ciddiyetini anlayarak gereken adımları atmaya başladı.
Bununla birlikte, yapılan hatalar, “Amerika, bilim alanındaki küresel liderliğini kaybediyor mu” tartışmasını başlattı.
Bir tarafta Çin’in, diğer tarafta Güney Kore, Yeni Zelenda, Tayvan, Singapur, Vietnam ve Japonya’nın korona pandemisine karşı mücadelede ve bilim alanında gösterdikleri başarılı performans, Amerika-küreselleşme tartışmasına yeni bir boyut daha kazandırdı.
“Amerika temelli küreselleşme, Amerika liderliğinde beşinci kırılmayı yaratan korona pandemisiyle bitiyor mu” sorusuna “Evet” yanıtını verenlerin sayısı artarken “Asya temelli küreselleşme süreci”nin ve “çok-kutuplu dünya” düşüncesinin güçleneceği kabulü yaygınlaştı.
Hem Amerika’da hem de küresel ölçekte yapılan kamusal ve akademik tartışmalar içinde “Amerika liderliği” ve “Amerikan dış politikası-küreselleşme ilişkisi” soruları merkezi konuma geldi.
Küreselleşen dünyanın artık çok-kutuplu olacağını biliyoruz. Bir devletin, bırakalım küresel lider ya da hegemon olmasını, bölgesel liderlik ve hegemonya kurması bile çok zor olacak.
“Küreselleşmenin sonu” geldi, “ulus devlete dönüş” süreci hız kazandı’ tezinin güçlendiği ve daha sıklıkla kullanıldığı bir dönemi başlattı Korona pandemisi. Bu anlamda da, daha önceki kırılma noktalarından çok daha etkili ve yapısal sonuçlar doğurma kapasitesine sahip.
POST-KORONA DÜNYADA LİDERLİK VE GÜÇ
Bu bağlamda, okumalarımdan ve son dönemde katıldığım toplantılardan çıkarttığım en az dört tartışma temasını, başlıklar halinde okuyucularımın dikkatine sunmak istiyorum:
Birinci tartışma teması, şu soru üzerinden gelişiyor: Son yirmi yılda Bush, Obama ve Trump yönetimlerinde, özellikle de son dönem korona pandemisi sürecinde yapılan hatalardan ders alınarak “Amerikan dış politikasını ve küresel vizyon ve stratejisini yeniden yapılandırmak” mümkün mü?
Amerikan “Realist” yaklaşımın, diğer bir deyişle, dünya siyasetine güvenlik ve askeri güç temelinde bakan görüşün önemli isimlerinden Stephen Walt, (Foreign Policy, Nisan 21) son yazısında bu soruyla ilgileniyor. Güvenlik ve devlet temelinde dünyaya bakışın, sadece son yirmi yılda değil, belki 1945’den beri ekonominin, uluslararası kurumların ve küresel işbirliğinin önemini ihmal etmiş olabileceğini kabul ediyor. Son yirmi yılda yapılan hataların Amerikan küresel liderliğine çok büyük zarar verdiğini söylüyor. Amerikan dış politikasının ekonomiden demokrasiye, küresel işbirliğinden Suriye meselesi gibi ciddi sorunlara yapıcı bir biçimde el atması gerektiğini öneriyor.
Walt, Kasım 2020’de yapılacak Başkanlık seçimlerini Demokrat aday Biden’ın kazanmasının Amerikan dış politikası-küreselleşme ilişkisinin “işbirliği” temelinde yeniden yapılanması için bir şans olabileceğini de ekliyor.
“Amerikan küresel liderliği yeniden inşa edilebilir mi” tartışmasının giderek daha fazla önem kazanacağını düşünüyorum.
İkinci tartışma teması, Çin’in giderek güçlenmesi ve küreselleşme sürecini şekillendirme kapasitesinin artmasıyla ilgili. Amerika-Çin gerilimini Çin mi kazanacak? Çin temelli bir küreselleşmeye mi gidiyoruz? Diğer bir deyişle, küreselleşme süreci, “ulus devlet-temelli”, “ekonomi-biyo/siber/gıda güvenliği” ekseninde ve demokrasinin ikinci plana atıldığı bir yapıya mı evriliyor?
Tüm bu sorular, Korona-sonrası dünya tartışmasında, “Çin-küreselleşme ilişkisi” ve “Asya Yüzyılı” temalarının merkezi konuma geleceğini bize söylüyor. Anlamlı yanıtlar geliştirmek için erken ama Batı’dan Asya’ya “güç kayması” sürecinin hızlandığını ve Amerikan liderliğinin büyük yara almasının Çin’in çok işine yaradığını da görebiliyoruz.
Üçüncü tema, “Avrupa Birliği (AB)’nin geleceği ne olacak” sorusu etrafında gelişiyor. AB ve AB’den ayrılan İngiltere, (a) Korona pandemisinin ciddiye alınmasında ve (b) pandemiye karşı mücadelede işbirliği yapmada kelimenin tam anlamıyla sınıfta kaldılar. İtalya, İspanya, Fransa, Macaristan ve İngiltere’de binlerce insan hayatlarını kaybetti; AB ve güçlü ülkesi Almanya, üye ülkelere (İtalya gibi) yardım elini uzatmadı. Tüm Avrupa’da, zaten güçlenen “anti-AB söylem” daha da güçlendi.
Tüm bu süreçlerden AB gerekli dersleri aldı mı? Pandeminin ciddiye alınmasında ve güçlü mücadelede sınıfta kalan AB, (c) normal hayata dönüş sürecinde başarılı olabilir mi? Ekonomik yardımdan işbirliğine, AB kendini toparlayabilir mi? AB mimarisi, hem kendi içinde hem de Amerika-Çin gerilimi yaşayan küreselleşme sürecinde “etki-kapasite” temelinde yeniden inşa edilebilir mi?
Bu soruların mayıs başından itibaren AB içinde ciddi bir tartışma sürecini başlatacağını söyleyebiliriz.
Dördüncü tema da, son dönemde, Britanya eski Başbakanı Gordon Brown ve Kevin Rudd tarafından kaleme alınan “Japonya’nın itici güç olmasıyla G20’nin küreselleşme içindeki rolü ve etkisini arttırma” önerisiyle ilgili. Bu tartışma, Çin-Asya ayrımı yapıyor; daha çok, Japonya, Güney Kore ve de Singapur, Tayvan, Vietnam gibi pandemiye karşı mücadelede başarılı olmuş ülkelere göndermede bulunuyor.
Bu tartışma da yeni, nasıl geliştiğini göreceğiz. Ama, G-20 tartışması önemli olacak, bunu söyleyebiliriz.
Bu dört tartışma da birbirleriyle bağlantılı: Post-Korona dünyada, “küreselleşmenin geleceği”yle, Amerikanın “küresel liderliği”yle, “devlet-merkezli milliyetçilik mi, küresel işbirliği mi” sorusuyla ve “güvenlik-ekonomi-demokrasi dengesi”yle ilgili soruları içeriyorlar.
Peki, tüm bu tartışmalar, Post-Korona dünyada Türkiye için bize ne söylüyor? Gelecek yazımda bu soruya odaklanacağım.
Karar