“Sen özelsin, eşsizsin ve çok değerlisin. İstediğin her şeyi olabilirsin. Hayallerinden asla vazgeçme. Kendini sev, kendine inan; o zaman her şey mümkün olur…” Son yıllarda anne-babalar, eğitimciler ve psikologlar tarafından çocukların beynine işlenen ve popüler kültürün her köşesinde tekrarlanan bu sözler, günümüze damgasını vuran yeni neslin temellerini oluşturuyor. “Ben Nesli'” kısaca kendini her şeyin üzerinde konumlandıran, kendini seven, kendine inanan, özgüvenli ve iddialı bir nesil olarak tanımlanıyor. Ama aynı zamanda bu içi boş inanç yüzünden, büyük beklentilere kapılıp hayatın acı gerçekleri karşısında ciddi şekilde bocalayan, kaygı ve depresyona sürüklenen bir nesil.
Yazar Mine Akverdi’nin yukarıdaki tespitlerine gençliğin, insan ilişkilerinin, aile kurumunun, sosyal medyanın halini görüp “bu gidiş nereye?” sorusunu soran her dert sahibi insan imza atar diye düşünüyorum. Ben Nesli ile kast edilen nesil aslında iki kuşaktır. Günümüzde Y ve Z kuşağı olarak adlandırılan bu iki kuşağın yetiştirilme tarzlarının ve büyürlerken kendilerine yapılan telkinlerin benzer olduğunu görüyoruz. Psikoloji Profesörü Jean M. Twenge, bu iki kuşak üzerine yapılan birçok araştırmayla desteklediği “Ben Nesli” adlı kitabında 1980-2000 yıllarında doğan Y Nesli ile büyük oranda Y Neslinin çocukları olan Z kuşağının benzer telkinlerle büyütüldüğünden bahseder.
“Sen özelsin, eşsizsin ve çok değerlisin. İstediğin her şeyi olabilirsin. Hayallerinden asla vazgeçme. Kendini sev, kendine inan; o zaman her şey mümkün olur…” telkinleriyle büyüyen Z kuşağı, Y kuşağından farklı olarak internet ve sosyal medya ile de büyüdüğü için çok daha farklı bir istikamete doğru gitmekteler. Twenge, “bugünün gençleri niçin bu kadar özgüvenli ve iddialı fakat bir o kadar da depresif ve kaygılı?” sorusunun cevabını aradığı kitabında çok önemli bir tespitte bulunur. Günümüz gençliği doğdukları andan itibaren her şeyi yapabileceklerine dair ciddi bir telkin bombardımanıyla büyümekteler. Üstelik ebeveynler, medya ve sistem çocukların özgüvenlerinin zedelenmesi endişesiyle çocukların yapamadıkları birçok şeyi de yapmış gibi göstererek gençlerde temelsiz bir özgüvene neden olmuş durumdalar. Ancak tüm bunlara rağmen gençler mutlu değiller. Her yıl gençler arasında kullanımı gittikçe artan antidepresan ilaçların kullanımında rekorlar kırılıyor.
Aynı zamanda eczacı olan Adana Milletvekili Burhanettin Bulut’un Türkiye’deki antidepresankullanımına ilişkin bir çalışmasından bahsetmek istiyorum. Çalışmaya göre 2017 yılında Türkiye’de 48 milyon 226 bin 812 kutu antidepresan satılırken, 2018’de bu sayı 49 milyon 43 bin 763 kutuya, 2019’da ise 49 milyon 857 bin 89 kutuya yükseldi.Antidepresan satışındaki artışın özellikle son 2 yılda katlanması dikkat çekti. Öyle ki 2020’de 54 milyon 625 bin 964 kutu olan antidepresan satışı, 2021 yılında yaklaşık 5 milyon kutu artışla 59 milyon 641 bin 14’e yükseldi. Bu durum maalesef ülkemize has bir durum da değil.
Amerikan Sağlık Enstitüsü tarafından yayımlanan bir araştırmada, günümüzde her 2 gençten birinde ciddi depresyon belirtilerinin olduğu ve pandeminin etkileri azalmasına rağmen psikiyatrik hastalıkların artmaya devam ettiğini vurgulandı. Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Veysel Çeri“depresyon, anksiyete, dissosiyatif bozukluk ve intihar düşünceleri yükselişte. Bağımlılıklar, özellikle madde ve oyun bağımlılıkları artıyor” diyerek mevcut durumumuzun tüm dünyada kırmızı alarm verdiğini ifade ediyor. Bu önemli konuyu ikinci yazımızda detaylı olarak incelemeye devam edeceğiz.
Prof. Dr. Jean M. Twenge’ye göre bahsini ettiğimiz bu temelsiz öz güven, gençlerde zamanla narsisizme varan bir bencilliğe ve kibire sebep olmasına karşılık somut olarak gencin ortaya koyduğu hiçbir başarısı olmuyor. Günümüzde çocuklar, özellikle lise dönemine kadar çok basit ve ciddiyetsiz bir eğitim sisteminin içine giriyorlar. Sınıfta kalmanın imkânsız olduğu, yılda bir gün bile okula gelmişse sınıftan geçebileceği, her karne döneminde şişirilmiş notlarla takdir ve teşekkür belgeleriyle evine dönen çocuklarımız, başarısızlığı tatmadan ve hayatın en önemli becerilerinden olan başarısızlıkla mücadele etmeyi öğrenmeden ergenliğe giriyorlar.
Ergenliğin beraberinde getirdiği birçok yeni durumla beraber ilkokul ve ortaokula nispeten daha zor olan lise müfredatıyla karşılaşan gencimiz daha önce hiç almadığı düşük notlarla karşılaşmaya başlıyor. Ama malum telkinlerin etkisiyle her şeyi yapabileceği inancından dolayı başarısızlığıyla yüzleşip yeniden denemeye çalışmak yerine düşük notu kendisi dışındaki nedenlere bağlamaya başlar. Hayat sadece ders notlarında değil her konuda ona kötü davranmaktadır. “Coğrafya kaderdir” deyip büyük potansiyeline ve zekâsına rağmen yanlış ülkede doğduğunu ve yurt dışında olmuş olsaydı kesinlikle kıymetinin bilineceğini düşünerek ders çalışmak yerine yurt dışına nasıl gidebileceği üzerine hayallere dalıyorlar.
Eğitim sisteminin, ebeveynlerin, sosyal medyanın ve uzmanların öz güvene yaptıkları aşırı vurgu maalesef öz denetimsiz bir öz güvene daha doğrusu temelsiz bir özgüvene neden olmaktadır. Öz güven elbette çok kıymetlidir ancak öz denetim, öz güvenden daha önemli ve önceliklidir. Öz denetimin en önemli ayakları da kendini tanımak, hayatın gerçeklerini bilmek, sorumluluklarını yerine getirmek ve yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleşmektir. Biz bu dört temel ayağı sağlamadan evlatlarımıza öz güven pompalarsak karşımıza lafta her şeyi yapabilecek ama imkân sağlanmadığı için değeri bilinmeyen bir cevher olduğunu sanan bir genç profiline kendimizi hazırlamalıyız.
Bu gençlere göre her türlü başarısızlığın nedeni dış sebeplerdir. Tüm imkânlar başkaları tarafından önlerine serilmelidir. Gencimiz sürekli başkalarını eleştirmekle, suçlamakla meşguldür. Eleştiri silahını bir defa olsun kendine doğrultup öz eleştiri yapmayı aklına getiremez. Zira o bu zamana kadar eve hep takdir belgeleriyle gelmiştir. O zaten mükemmeldir.
Evinde yatağını bile toplamaktan aciz olan bu gencimize imkân sağlanırsa dünyayı toparlayabilecektir. Nasılsa annesi o yatağı toplamaya devam edecektir. Evladı yeter ki okusun bütün sorumluluklarını ben yerine getiririm diyen cefakâr annemiz başarı ile öz denetimin ne kadar yakından alakalı olduğunu bilmiyordu tabi.
Sağlıklı olan, öz denetim ve öz güvenin birbirlerini karşılıklı beslemesidir. Yapabildiğini gördükçe öz güveni artan genç; öz güveni arttıkça da daha fazla yapabilmeye gayret eder. Bu süreçte karşılaşabileceği başarısızlıklara da göğüs germeyi, hatalarıyla yüzleşmeyi, öz eleştiri yapmayı öğrenir.
Öz güvenin aşırı vurgulanarak öz denetimin değersizleştirilmesi ne kadar hatalı ise öz denetimin vurgulanıp öz güveni ihmal etmek de o kadar büyük hatadır. Birinci durumda yukarıda bahsini ettiğimiz genç profili ortaya çıkarken ikinci durumda da riskten kaçan, kendine asla güvenmeyen, başkaları tarafından sürekli onaylanma gereksinimi duyan bir profil karşımıza çıkar. Gözlemlerime göre ikinci profile sahip olan insanlar anne baba olduklarında “ben yaşayamadım evladım yaşasın” diyerek tüm imkânları çocuklarının önüne hesapsızca seren öz denetimsiz öz güvene kapı aralayan ebeveyn profili oluyor. Tabi herkes öyledir diyemem ama genel itibariyle böyle olduğuna çokça şahit oluyorum.
Geçmişte yaşadığı mahrumiyeti evlatlarına yaşatmamak adına evlatlarını tozpembe bir dünyada sorumluluktan azade bir biçimde büyüten anne babalar maalesef şişmiş egolarıyla dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanan gençlere hizmetçi oluyorlar.
Her iki durum da sonuçları itibariyle felakettir. Biz dengeli bir biçimde evlatlarımızla olan ilişkimizi düzenleyeceğiz. Onlar başardıklarında sevineceğiz ancak başarısız olduklarında ise sorumluklarını hatırlatarak yeniden işe koyulmaları için teşvik edeceğiz. Ve her durumda yanlarında olacağımızı göstereceğiz.
Feyzullah Akdağ/Her Taraf