Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslami İlimler Araştırma Vakfı ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ortaklaşa “Hz.Peygamber’in Muasırlarıyla Münasebetleri IV: Hristiyanlar ve Mecusilerle Münasebetler” başlıklı tartışmalı ilmi toplantısına (04-05 Mayıs 2024) katılmıştım. Burada konuyu özetleyerek notlarımı yayınlıyorum.
Bu yazıda Prof.Dr. Fuat Aydın’ın “Hıristiyanların Hz.Peygamber Algısının Yansımaları (Reddiyeler ve Cevaplar)” başlıklı tebliğini; yine Doç.Dr. Fatma Kızıl’ın “Oryantalistlerin Hz. Peygamber’in Hıristiyanlarla Münasebetlerine Bakışı” başlıklı tebliğinden aldığım notlar üzerinden konuyu kısaca özetleyeceğim.
ORYANTALİZM HAÇLI SEFERLERİ’NDEN DOĞMUŞTUR
Batı’da İslam karşıtlığı Hz. Peygamber sallahu aleyhi vesellemin imajı üzerinden yürütülüyor. Genel olarak bakıldığında tarihi süreçte Rumlar, Süryaniler, Nesturiler ve Ermeniler erken sayılacak bir dönemde Müslümanlarla irtibata geçmelerine rağmen İslâm hakkında sağlıklı araştırmalar yapmadılar. Batı dünyası, başından beri İslâm’a ve Hz. Peygamber sallahu aleyhi veselleme yüzyıllarca ön yargıyla yaklaştı. O’nu araştırma ve inceleme zahmetine girmedi; objektif olarak araştırmak yapmaktan kaçındı.
Ortaçağ Hıristiyan dünyasında İslâmiyet tasavvurunu ele alan literatürü coğrafyaya göre tasnif ettiğimizde Batı Avrupa, Bizans ve Zimmîler olmak üzere üç kısma ayırmak mümkündür. İslâm hakimiyetinde yaşayan Zimmîler Müslümanlarla bir arada yaşadıkları için İslâm dinine yönelik eleştirel eserler kaleme alsalar da bunu mümkün olduğunca nezaket kuralları içinde yapmaya çalıştıkları görülmektedir. Bizanslı yazarlar ise uzun süredir devam eden siyasi ve dini rekabetin etkisiyle daha saldırgan bir yaklaşım sergilemişlerdir. İslâm toplumu içinde yaşayan Zimmîler gerek entelektüel rekabet gerekse bürokraside yer almalarının verdiği avantajla İslâm hakkında diğerlerine göre daha ayrıntılı bilgiler elde etme imkanı bulmuşlardır. Örneğin Anadolu’da yaşayan Ermeniler İslâm egemenliğine girmeden önce uzun yıllar Roma, Bizans, Pers ve Sasani hakimiyetinde yaşamışlar ve bu medeniyetler Ermeniler üzerinde derin etkiler bırakmışlardır. Daha sonra Ermeni coğrafyasına öncelikle Müslüman Araplar ardından da Türklerin hakim olduğu görülmektedir. Yani VII. yüzyılın sonlarından XX. yüzyıla kadar Ermeniler Müslümanlarla birlikte yaşamışlardır. Yaklaşık on üç asırlık bir birlikteliğe rağmen Ermenilerin İslâm dini hakkında bilgi edinme gereksinimlerinin çok geç denilebilecek yıllarda ortaya çıkmıştır. İslâm ve Hz. Peygamber sallahu aleyhi vesellem hakkında bilgi veren başlıca Ermeni kaynaklarının başında Sebeos ve Gevond gelmektedir. Onlardan sonra gelen Thomas Artsruni, Moses Dasxuranc’i, Anili Samuel, Anili Mixt’ar, Vardan, Genceli Krakos gibi yazarlara bakıldığında, aralarında bazı farklı bilgiler olmakla birlikte işledikleri konular ve İslâm’a yaklaşımları benzer şekildedir. Müslümanları yakından tanıdıkları için Ermeni tarihçilerin yazdıkları eserler, diğer Hıristiyan müellifleri de etkilemiştir. Bunların başında Yahya ed-Dimeşki (öl.754) ve Kindi (VIII. yüzyıl) gelmektedir.
Aslında ortaçağ Hıristiyan teologlarından bundan daha fazla şey beklemek de iyimserlik olur. Zira kurumsallaşmasını tamamlayan Hıristiyanlık, bırakın farklı bir dini, kendi içlerinde bile kilise doktrinlerine karşı düşünenleri sapkın ya da heretik ilan ederek yüz binlerce Hıristiyanı yok etmeyi Tanrı’nın isteği olarak yorumlamıştır. Ayrıca Müslümanların engellenemeyen siyasi ve entelektüel yükselişi karşısında Hıristiyan dünya sürekli kayıp vermektedir. İslâmlaşma ve toprak kaybı hızla devam ederken Hıristiyan din adamları da bu ortamda İslâm dinini kötülemeyi dini bir görev olarak görmüşlerdir. Herhangi bir insana yakıştırılamayacak ifadeleri, Hz. Peygamber sallahu aleyhi vesellem hakkında kullanabildiler. Bu süreçte ‘sahte peygamber’, ‘sapkın bir Hırisitiyan’, ‘deccal’ ve ‘saralı’ gibi ithamlar dile getirilmiştir. Bu söylemlerden beslenen Haçlı Seferleriyle Müslümanlar hem fikrî, hem de askerî açıdan baskı altına alınmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla pratik saldırıların şekillenmesi için teorik zemin hazırlayan oryantalistlerin çalışmaları daha anlamlı ve dikkate şayan hale gelmiştir.
İskoç tarihçi, oryantalist, Anglikan din adamı ve akademisyen William Montgomery Watt’a (14 Mart 1909 – 24 Ekim 2006) göre, Haçlı Seferleri’nin başladığı 1100’lü yıllarda Batı Avrupa’da İslâmiyet hakkında hemen hemen hiç doğru bilginin olmaması ve birçok yanlış anlayışın mevcut olması, İslam’a dönük bilimsel ilginin artmasını sağlamıştır. Ortaçağ Avrupa’sında görülen bu bilimsel ilginin amacı da Hristiyanlığı geliştirmek, Müslümanlığı zayıflatmak düşüncesidir. Aynı zamanda bu ilgi, oryantalizmin doğmasına etki eden dini faaliyetlerden biridir. Hem bilgi eksikliği ve zihniyet farklılığı, hem de kısa zaman içinde tarihte bir eşine daha rastlanmayacak büyüklükte fetihlerin gerçekleşmesi, Hristiyan Batının sadece Müslüman fâtihlere değil, onların hareket noktalarını besleyen dinlerine ve inançlarına da saldırıyı beraberinde getirmiştir.
Avrupa, Haçlı seferleri sırasında İslâm medeniyetinin hayat tarzı, şehirleri, yolları, güvenlik sistemi, tarımı, bağ-bahçeleri, teknolojisi, bilimi ve idari yapısı gibi konularda ilk defa doğrudan müşahedeye dayalı bilgiye ulaşmıştır. Bu müşahededen sonra Doğu’nun üstün vasıflarıyla karşılaşan Batılılar, teknik olarak geri kalmışlıklarını dinî düzlemde tolore etmeye çalışmışlardır. Bu üstünlük kurma düşüncesi sebebiyle Avrupalıların İslâmiyet hakkındaki düşünceleri çarpıtılmış, İslâm imajının tahakkümünde kalmış, Müslümanlara karşı duyulan kin ve düşmanlık Haçlı seferleriyle doruğa ulaşmıştır.
Ancak Haçlı seferleri, İslâm kültürünün yok edilmesini bir sevap ve ‘Tanrı’nın hoşuna gidecek bir iş’ sayan fanatik gruplarca yöneltildiğinden olumlu ve kalıcı bir etki yapmaktan uzak kalmıştır. Haçlı seferlerin askerî ve siyasî yönden hezimetle sona ermesinden bu yana Batılılar, İslâmiyet’ten farklı şekillerde intikam alma fikrinden bir an olsun vazgeçmemiştir.
İLK ORYANTALİSTLERİN HZ. PEYGAMBER ALGISI
İslâmiyet’in dünyada yayılmasıyla birlikte çok sayıda Hıristiyan topluluk Müslümanların egemenliği altına girmiştir. Hıristiyanlar, Müslümanlarla ilk dini diyaloglarından itibaren İslâmiyet’i gerçek din, Hz. Muhammed’i de peygamber olarak kabul etmediler. Başta zımmî Hıristiyanlar olmak üzere Bizanslı müellifler de İslâmiyet’i Hıristiyanlığın sapık mezheplerinden biri, Hz. Peygamber sallahu aleyhi vesellemi yalancı, sahtekâr, deccalin habercisi, makam sevdalısı olarak tanıttılar. Kindi, Dımaşklı John, Theophanes ve Nicetas bunların başında gelmektedir. Anadolu’da yaşayan Süryani ve Ermeni tarihçiler de bu kaynakların etkisiyle aynı çizgiyi takip etmişlerdir.
Ermeni kaynaklarında daha çok rahip Bahira olayı üzerine bir Muhammed algısı kurulmuştur. Ermenilere göre Hz.Peygamber sallahu aleyhi vesellem din adına ne öğrendiyse öncelikle Bahira’dan sonra Yahudiler’den öğrenip uydurma bir din ortaya atmıştır. Bununla birlikte diğer Hıristiyan kaynaklarda olmayan Cerinthus adlı bir din adamının fikirleri de Hz. Muhammed’i etkilemiştir. Thomas Artsruni, Moses Dasxuranc’i, Ani’li Samuel, Anili Mixt’ar, Vardan, Genceli Krakos adlı ortaçağ Ermeni tarihçilerinde şekillenen Hz. Muhammed algısı; onu tanımaktan ziyade, görmek istediği gibi yorumlamak ya da tarihi yeniden kurgulamak olarak özetlenebilir.
Ortaçağ Hristiyan yazarları, yani ilk oryantalistler, Haçlı savaşlarında Müslümanları karalamak amacıyla İslâm dini ve onun peygamberi hakkında iftira ve kötülemeyi esas alan bir yaklaşım benimsemişlerdir. Hz. Muhammed sallahu aleyhi vesellemi Mekke’nin putlarından biri, bir kabilenin tanrısı, şeytanın cisimleşmiş şekli veya pek çok evlilik yapmış şehvet düşkünü biri olarak tanıtmışlardır. Yine onlara göre, eşi Hz. Hatice’nin de onunla evlenmeden önce şato, şehir ve köylere sahip bir baron gibi çok zengin olduğundan ve Hz. Peygamber sallahu aleyhi vesellemin onun yanında çalıştığından söz etmişlerdir.
Hatta İtalyan şair Dante Alighieri (1265-1321), İlahi Komedya (The Divine Comedy) adlı eserinde Hz. Peygamber sallahu aleyhi vesellemi ve Hz. Ali’yi cehennemin en alt tabakasında azap çekiyor halde tasvir etmiştir. Dolayısıyla oryantalistlerin İslâm konusundaki çalışmaları, onu anlamak için değil, gözden düşürmek için olmuştur.
Alman İranolog ve İslam-Tasavvuf araştırmacısı Annemarie Schimmel’e (d. 7 Nisan 1922 – ö. 26 Ocak 2003) göre, 18. yüzyıldan itibaren Hz. Muhammed sallahu aleyhi vesellem Batı’da ciddi olarak araştırılmaya başlanmış, her ne kadar kendisine “müşriklerin başı” sıfatı verilmişse de bazı aydınlanma düşünürleri onu akla dayanan bir dinin temsilcisi olarak görmüşlerdir.
19. yüzyıldan itibaren Arapça kaynak eserler ilmi olarak incelenmeye başlanmıştır. Ancak o dönemde yazılan biyografilerin ön yargılarla dolu olması nedeniyle Hz. Peygamber sallahu aleyhi veselleme biçilen rol, asla bir müminin Hz. Peygamber’e bakışı gibi olmamıştır.
İslâm tarihi çalışmalarında umumiyetle Müslüman tarihçilerin bakışı ve Oryantalistlerin bakışı olmak üzere iki temel görüş söz konusudur. Oryantalistler tamamen Batılı kavramlara göre ve İslâm tarihini göz ardı eden bir tarih anlayışı meydana getirmişlerdir. Bu tek yönlü tavır, tarih ilminin Avrupa merkezli işlerlik kazanmasını amaç edinmiştir. Nitekim Oryantalistler bu amaçla kongreler tertip etmişlerdir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan süreçte oryantalizm, kolonicilik ve sömürgecilikle beraber yürütülmeye çalışılmıştır.
19. yüzyılın ortalarındaki emperyalist tutum Avrupa ülkelerinin Doğu’ya bakışlarına tesir etmiştir. Böyle olunca, sömürgeci siyasetçiler, maksatlarına hizmet etmeleri için bazı oryantalistlerden istifade etmişlerdir. Örneğin Hollandalı Snouck Hurgronje, Rus Barthold, Alman H. Becker gibi isimler bu tür oryantalistlerden olmuşladır. Keza Fransa ve İngiltere’de bir kısım oryantalistler Dışişleri Bakanlıklarında danışman olarak görev yapmışlardır.
Görünüşte dinî, arka planında ise emperyalizmin teorik düzlemden pratik düzleme çıkmasının bir aracı olan Haçlı savaşlarının uzantısı diyebileceğimiz sömürgecilik, Batılıların siyasi ve askeri anlamda istilâ ettikleri İslam ülkelerine her anlamda bir boyun eğdirme politikası olarak kullanılmıştır.
SON DÖNEM ORYANTALİSTLER
Ancak 20. yüzyılın bilhassa ikinci yarısından itibaren klasik oryantalistlerle yeni oryantalistler arasında metod ve üslup farklılıkları göze çarpmaktadır. İlk grup Hz. Peygamber’e alenî olarak hakaret etmeyi ve doğruları çarpıtarak anlatmayı patolojik bir tavır haline getirirken, ikinci grup ise, aynı Peygambere karşı daha ılımlı yaklaşımda bulunmaktadır; savundukları olumsuz yargıları rencide edici tarzda değil, bilimsellik düşünce adı altında Müslümanların rahatsız olmayacağı bir şekilde dile getirmektedirler. Bu durum, kuşkusuz oryantalist zihniyetin Müslümanlara karsı daha yakın durmalarından ya da onları incitmelerini insanlık değeri açısından doğru bulmadıklarından kaynaklanmamaktadır. Söz konusu yumuşamanın hedefi, doğrudan emperyalist amaçlarına yöneliktir.
Oryantalistler arasında gerçekten bilimsel arzularla Doğu kültür ve inançlarına yaklaşanlar olmakla beraber, objektif kriterlere göre yazan oryantalistler diğerlerine oranla hiç kuşkusuz çok azdır. İyi niyetli olanları da vardır. İsviçreli Roma Katolik ilahiyatçı din adamı Hans Küng, (d. Luzern – İsviçre, 19 Mart 1928 – ö. Tgenübin – Almanya, 06 Nisan 2021) Musevilik, Hristiyanlık ve İslam’ın; bu üç dinin aynı kökene sahip olduğunu söylemiştir. Bir ve aynı olan Tanrı’nın bu üç dinde aynı köklerde konuştuğunu ifade etmiştir.
Objektif kriterlere ve İslam Tarihinin temel eserlerine bağlı kalmaya çalışarak Hz. Peygamber’in hayatını yazan son dönem oryantalistlerinden biri de Karen Armstrong’dur. Batılı olmasına rağmen, Batı’nın geçmişten günümüze İslâm’a bakışını çok ince tahlillerle eleştirmesi, kendi kamuoyunun kabul edeceği şekilde mantıklı açıklamalar yapması ve Hz. Muhammed hakkında yazdığı eserlerde O’nu doğru yansıtmaya çalışmaktadır.
“Hz.Peygamber’in Muasırlarıyla Münasebetleri IV; Hristiyanlar ve Mecusilerle Münasebetler” başlıklı bu tartışmalı ilmi toplantıları izlerken çok mutlu oldum; düzenleyenlere, katkıda bulunanlara ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Haber 7 / Mustafa Yürekli