Mısır’da bir grup asker, “Hür Subaylar Hareketi” çatısı altında toplanarak 23 Temmuz 1952’de Kral Faruk’u devirdikten sonra, ülke hızlı bir şekilde “devlet sosyalizmi” şeklinde tanımlana-bilecek bir yönetim sistemine geçti. Süveyş Kanalı’nı millîleştirerek içeride ve dışarıda büyük sükse yapan Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnâsır, Arap milliyetçiliğini de koltuğunun altına sıkıştırarak, orduyu Mısır’ın tek hâkimi haline getirdi: Bir yandan kamulaştırma faaliyetleriyle çok sayıda kuruma ve şirkete el konulurken, diğer yandan ülke ekonomisi ordu yönetiminin rahatça kontrol edebileceği doğrultuda biçimlendirildi. Abdunnâsır ve arkadaşları, kendilerini “her açıdan” Mısır’ın hamisi ve kurtarıcısı olarak görüyordu. Dolayısıyla, ordu sadece siyaset ve savunmayla ilgilenmemeli, ekonomik yönden de Mısırlılara “sahip” çıkmalı ve onları korumalıydı. Ordu böylece ülkedeki üretim, tüketim, ihracat ve ithalat kalemlerinin hepsi üzerinde sıkı bir hegemonya kurdu. Ancak en büyük problem, gittikçe değişen bir dünyada ekonomiyi yönetmenin zorlukları ve askerlerin bu noktadaki bilgisizliğiydi. Haliyle yolsuzlukların, kaynak israfının ve neticede de fakirliğin önüne geçilemedi.
1970’de Cemal Abdunnâsır’ın ölümünden sonra onun yerini alan Enver Sedat, Mısır’ın yönünü Sovyetler Birliği’nden ABD’ye çevirmeye karar verince, ekonomik alanda geniş çaplı bir liberalleşme programı başlattı. “İnfitâh” (Açılım) olarak bilinen bu süreçte Mısır’ın ABD ve Batı ile ilişkileri sıkılaştırıldı. Batılı şirketler Mısır’da yatırım için yarışmaya başladı. Ordunun ekonomideki rolü hâlâ birincil noktadaydı, ancak ülkede bir rekabet ortamı meydana gelmişti. Yine de tümüyle liberal bir ekonomik modelden söz edilemezdi, zira İnfitâh’tan nemalananlar Enver Sedat’ın yakın çevresindeki bir avuç kapitalist iş adamıydı ve ordu, bu kanaldan dolaylı biçimde istifade ediyordu.
Enver Sedat’ın 6 Ekim 1981’de kendi ordusundaki bir yüzbaşı tarafından öldürülmesinden sonra ipleri ele alan Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, 1990’ların başında -ABD ve IMF’in baskılarıyla- ekonomide liberalleşme politikalarına ağırlık vermek zorunda kaldığında, ordu kendi imtiyazlarını korumayı başardı. Ülkedeki bütün kritik sektörlerde askerin hâkimiyeti devam etti, ordunun yatırımlarında vergi muafiyetleri sürdü ve ilgili bütün harcamalar “devlet sırrı” kapsamında muhafaza altına alındı.
Geçtiğimiz 10 yılda ise Mısır ordusunun ülkedeki rolü, yakın tarihteki en baskın ve yoğun oranlarına ulaştı. Kendisi de ordu saflarından gelmiş eski bir general olan Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin üst üste imza attığı birçok kritik kararla, ordunun savunmanın yanı sıra siyaset, medya, dış politika ve elbette ekonomideki ağırlığı şimdiye kadar olmayan seviyelere çıktı. Makarnadan çimentoya, turizmden içme suyuna Mısır’ın her üretim ve tüketim kaleminde boy gösteren ordunun bütçesindeki “devlet sırrı” başlıkları fazlalaştı.
Fakat… Tüm bu gelişmelerle birlikte, eş zamanlı olarak Mısır’ın yakın tarihinin en derin ekonomik krizine sürüklenmesi, parasının sadece son bir yıl içinde üç kere devalüe edilmesi, fakirliğin ve hatta açlığın halkın tahammül sınırlarını zorlamaya başlaması, ordunun ekonomiyi yönetme biçimiyle alakalı ciddi tartışmaları da beraberinde getirecek gibi görünüyor.
Bu çerçevede, IMF ile Mısır hükümeti arasında geçtiğimiz aylarda imzalanan kredi anlaşmasının şartlarından biri “Ordunun ekonomideki rolünün azaltılması ve serbest rekabete müsaade edecek düzenlemelerin yapılması”ydı. Ülke içindeki dengeler düşünüldüğünde, Mısır’ın böyle bir şarta razı olmak durumunda kalması bile ekonomisinin içine düştüğü darboğazın derecesini göstermeye yetiyor. Ancak esas soru şu: Sisi yönetimi, IMF’e verdiği bu sözü tutabilecek ve ekonomiyi ordunun tasallutundan kurtarabilecek mi?
Gerçekçi olmak gerekirse, böylesine köklü bir değişim, ancak Mısır devlet yapısının baştan aşağı yeniden teşkilâtlandırılması, ordu-halk ilişkilerinin “modernize” edilmesi ve zihniyet anlamında derin bir dönüşümün sağlanmasıyla mümkün. Asker, böyle bir sürece ayak direyecektir. Zira, güç ve mensup sayısı bakımından dünyanın 14’üncü büyük ordusuna sahip bulunan Mısır’da, halk kitleleriyle ordu arasında kurulan çok boyutlu, organik ve fayda odaklı bağlar, askerin ekonomiden elini çekmesinin önündeki önemli bir engeli oluşturuyor. Bu nazik nokta, Mısır’da “sivil” bir demokrasinin neden tutunamadığının da cevabı ayrıca.
Taha Kılınç/Yeni Şafak