Osmanlı Enderun mekteplerinde asılı olan serlevhada şöyle yazdığı söylenir:
“Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz!”
Hikâye bu ya, bir kartal, yuvasını tavuk kümesinin üzerindeki bir ağaca yapar.
Eskaza, kartalın yumurtalarından biri yuvadan düşer ve yuvarlana yuvarlana tavuk kümesine kadar gider.
Kuluçkaya yatan tavuğun biri de, kartal yumurtasını da altına alır, diğer yumurtalarıyla birlikte civciv çıkartır.
Kartal yavrusu, böylece tavuk yavrularıyla birlikte büyür.
Zamanla tavuk kümesinde kocaman bir kartal yavrusu…
Kim olduğunu, oradakilerden farklı özelliklerinin bulunduğunu bilemez, sorgulayamaz haliyle…
Günlerden bir gün, havada uçan bir kartalın dikkatini çeker hayvancağız.
Hemen yere inen koca kartal, ‘Sen buralarda ne geziniyorsun böyle?’ diye sorar.
Hikaye bu ya, ‘ergen’ kartal da cevap verir:
‘Burada, kardeşlerimle birlikte yaşıyorum.’
Yetişkin kartal, itiraz eder:
‘Sen bir kümes hayvanı değilsin.
Senin güçlü kanatların var.
Sen göklerde süzülmelisin.
Bütün yeryüzü ve gökyüzü senin alanındır.
Kendini bu kümese niçin hapsediyorsun?’
Bu ‘ikaz’ üzerine şöyle bir kendisine bakan kartal, önce kanatlarını yoklar.
Hakikaten farklıdır.
Güçlüdür.
Biraz çaba gösterir.
Uçabileceğini anlar.
Hemen yüksek bir yere çıkar.
Bir iki denemeden sonra kanatları kendisini taşımaya başlar.
Yükseklere doğru çıkıp, gökyüzünde süzülür.
Kartal asli vatanına, yeteneklerinden tam mânâsıyla istifade edebileceği ve gelecekteki evlâtlarını istifade ettirebileceği özgür alanına aittir artık.
Kabiliyetlerinin anavatanındadır.”
Hikâye bu.
Bilmem, “plandemi” ortamında kapalı tutulan okulların açıldığı bu güzel günde, bir şeyler anlatır mı?
Desem ki,
Müfredatımız, kartalı tavuk kümesine hapsetmeye ayarlıdır.
İnsanımızı, tarihinden, kimliğinden, değerlerinden büyük ölçüde kopuk bir şekilde, küresel sistemin birer ‘neferi’ olmaya hazırlamaktadır.
İşte…
Osmanlı Enderun mekteplerinde yazılı olduğu söylenen, “Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz!” cümlesi de, olması gerekene işaret etmektedir.
Bugün öğretmeninden, muallim ve muallimesine kadar birçok “eğitimci” karşılarına gelen öğrencinin kendilerine anlamsız gözlerle bakmasından şikayet etmektedir.
Çocuklarımızı teslim ettiğimiz öğretmenimiz, kendisini muallim ya da muallime olarak nitelendiremiyorsa ve teslim aldığı çocuklarımıza da “talebe” yani “talip eden” demiyor da, “öğrenci” diyorsa…
“Maarif”i ve “marifet”i bir kenara bırakmışsak…
Kendimizi, “Arif olan andırsıtant” sululuğunda boğmuşsak…
Bambaşka bir medeniyet ikliminin evlâtları olma iddiamızı tekzip edercesine, mevcudu “daha çok bina” ile devam ettirmekten başka çok da bir şey yapmamışsak.
Eğitimde “tektipçiliği” aşamamışsak…
“Fullbright” zihniyetini, bütün şubeleriyle kaldırıp atamamışsak…
Piyasadaki yatırımcı, “işe yarayacak eleman”, koca koca isimli okullardan süslü püslü diplomalar alan “üniversite mezunu” ise kendisine iş verecek bir yatırımcı arıyorsa…
Bir vakitlerin “Enver Usta” ya da “Hayat Akademisi” mezunlarının, o güzelim ustaların, kalfaların el becerilerini mumla arar hale gelmişsek…
Bırakın uzak tarihimizi, en yakın tarihimizin bile birçok kıymetinden habersiz nesiller yetiştiriyorsak…
“Necip Fazıl kimdir?” diye sorduğumuzda, en azından “Bir Şairdir” karşılığını almakta bile güçlük çekiyorsak…
Cemil Meriçleri, Nurettin Topçuları, Fuat Sezginleri, Ali Fuat Başgilleri “hiç duymamış” gençlerle, hatta yüksek lisans aşamasında olan gençlerle karşılaşıyorsak…
Hatta ve hatta, öğretmenlerle, gazetecilerle bile karşılaşıyorsak!..
Ve…
Konuya dair her konuşmamızda, “Eğitim alanındaki büyük sıkıntılarımızı aşamazsak, geleceğe güvenle bakamayız!” muhtevalı cümleler kuruyorsak…
Sürekli olarak “eğitim reformlarından” bahsediyorsak…
Hayallerimizi bile, “reform” gibi kaynağı ve işlevi belli bir kelimeyle izah etmek durumundaysak…
Mevcut müfredatımızın bir büyük ülkenin aydınlık geleceğini inşa etme noktasında çok yetersiz olduğunu, hatta “zararlı” olduğunu kahir ekseriyetle kabul ediyorsak…
‘Aptal karga gak dedi, uyanık tilki peyniri bir güzel yedi’ hikâyesi, hayat felsefesi olarak nesiller boyu anlatılırken…
Meselenin, ‘İltifatlara kanıp peynirini tilkiye kaptıran karga gibi olmamak lâzım ama yalanlarla karganın ağzındaki peyniri çalan tilki gibi olmaktan, harama bulaşmaktan da kaçınmalıyız!’ tarafı sanki kasıtlı olarak ihmal edilmişse…
“Helal lokma” bilinci, sürekli tekrarlarla minicik kalplere, beyinlere yerleştirilmemişse…
Bizim medeniyetimizin “güven medeniyeti” olduğu, Rehberimiz, Önderimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) düşmanının bile “emin” dediği bir “kul” olduğu iyice anlatılmamışsa…
“İyice flört etmeden sakın evlenme!” yollu telkinlerle büyütülmüş insanlar olarak, bugün de pek bir şeyin değişmediğini görüyorsak…
“İnsan insanın kurdudur!”
“Homo Hominu Lupus, insan insanı fırsatını bulduğunda lüplerus” tek dişi kalmış medeniyet felsefesini genç nesillere benimsetmek için elimizden geleni yapıyorsak…
Güven dağlarını kendi ellerimizle yıkıyorsak…
Merhamet medeniyeti, adalet medeniyeti, güven medeniyeti, irfan medeniyeti, iyilik medeniyetini…
Bizi biz yapan, Anadolu’yu Anadolu yapan güzellikleri nesillerimize aktaramıyorsak…
Ne aktarması, kendimizi “Özü, Sözü Bir İnsan” olarak yetiştirmeye gayret etmiyorsak…
Gençler bize baktığında,
Medeniyetimizin güzelliklerini göremiyorsa…
Okuldan gelen güzelim çocuklarımız, bizlere “muallim ya da muallimelerinin” verdiği güzel ahlâk misallerini pek anlatmıyorsa…
Çocuklarımız kuru bilginin, zihinleri felç eden ideolojik bilginin hamalları haline getiriliyorsa…
Ders ile “hayat” arasındaki bağlantı anlatılmıyor ya da anlatılamıyorsa…
Bırakın öğrencilerin, öğretmenlerin dahi ekseriyeti “pek okumuyor”sa…
Allah korusun, bizi bekleyen akıbet, bizim değil, düşmanlarımızın beklediği gibi olur.
Bu durumu değiştirmek mi?
Hayli vakit geçti, epeyce geç kaldık ama…
Yine de umulur!..
*
Ne diyelim…
Eğitim sezonu hayırlı, uğurlu olsun.
Bu yazıyı okuyan bir çocuk, bir genç varsa eğer…
Lütfen…
Kimseden bir şey beklemesin.
Başının çaresine baksın.
Kendisini yetiştirmeye baksın!
**********************
BİR KİTAP TAVSİYESİ
“Maarifimiz ve Geleceğimiz.”
Yazarı, Memiş Okuyucu.
Kitap Arası Yayınevi’nden çıkmış.
Bulabilirsiniz.
Okuyabilirsiniz.
Tavsiye ederim.
Muhtevası çok güzel.
Doyurucu.
Yazar, sömürgeci eğitim sistemini, genel maarifimizin durumunu, ‘kültürel yozlaşma ve erozyon’u çok güzel anlatıyor.
Çarpıcı tespitlere yer veriyor…
Eksikliklere, yanlışlıklara dikkat çekmekle kalmıyor, çözüm tekliflerini de sunuyor.
Ben bu yazımda istifade ettim.
Siz de edebilirsiniz.
Milat / Serdar Arseven