Müslüman Kardeşler’in Yükselişi ve Düşüşü

Bir kez daha Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimîn) üzerine yapılmış bir çalışmaya dair notlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi sayın Muhammed Hüseyin Mercan’ın doktora çalışması nihayet İlem yayınları tarafından kitaplaştı ve meraklıların istifadesine sunuldu.

Bir kez daha Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimîn) üzerine yapılmış bir çalışmaya dair notlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi sayın Muhammed Hüseyin Mercan’ın doktora çalışması nihayet İlem yayınları tarafından kitaplaştı ve meraklıların istifadesine sunuldu. (Müslüman Kardeşlerin Yükselişi ve Düşüşü, Temmuz 2019, 305 sayfa).

Venharhaber’in bu sütununda daha önce yine Hasan el-Benna-İhvan konusunda yazılmış bir kitap çalışmasını (doktora tezi) tanıtmıştım. O kitap, bildiğim kadarıyla Türkiye’de Hasan el-Benna ve İhvan konusunda eleştirel ve akademik ilk çalışma özelliğini taşıyordu.¹ Her iki kitabın benzer/örtüşen yanları olduğu gibi, birbirinden farklı kılan hususiyetler de oldukça fazla. Mercan’ın çalışması İhvan’ın yükseliş ve düşüşünü kurumsallaşma kriterleri bakımından değerlendirmektedir. Kitabın alt başlığı da bu yönünü ifade etmektedir: İslamî Hareketlerde Siyasi Kurumsallaşma Sorunu.

Hasan el-Benna ve İhvan konusunun akademide doktora seviyesinde çalışılmasını şahsım adına çok önemsiyorum. Zira bizde maalesef bilhassa tarihe mal olmuş kişi ve kurumlara yaklaşım daha çok hamasi oluyor. Böyle olunca da kişi, kurum ya da olayların nesnel değerlendirilmesi pek mümkün olmuyor. Oysa, bizzat Hasan el-Benna ve İhvan örneği üzerinden söylemek gerekirse, Hasan el-Benna Müslüman bir şahsiyet, bir düşünür ve hareket adamı olarak bize, Müslümanlara ait bir meseledir. Benna ve teşkilatının adilane değerlendirilmesi İslami bilinçlenme ve hareket sürecine çok önemli katkılar sağlayacaktır. Fakat kendi meselemize yani bizzat ailemizin içine nasıl bakmamız gerektiğine dair ilmî bir usulümüz yoksa, her eleştiriyi Hasan el-Benna karşıtlığı ve oryantalizme alet olmak gibi algılar, böylece hakikatin üzerini örtücülerden oluruz; hatalarımızın düzeltilmesine yönelik de hiçbir adım atmadan, müzmin yanlışlarımızı sürdürmeye ‘mütevazi’ katkılar sunmaya devam ederiz. Hasan el-Benna ve İhvan konusunu, İslamî uyanış, İslamî düşünce ve harekete kattıkları yanında katmadıkları, hatta -varsa- eksilttikleri ile birlikte bilmek ödevimizdir.

Sözünü ettiğimiz kitaba gelince, Muhammed Hüseyin Mercan ‘Müslüman Kardeşlerin Yükselişi ve Düşüşü’nü üç ana bölümde işlemiş. Birinci bölümde siyasal kurumsallaşma parametreleri ve İslamî hareket konusunu ele almış. Teorik bilgilerden oluşan ve sıkıcı gibi algılanmaya müsait bu bölüm aslında bilakis öğretici. Çünkü hem kitabın ana temasını kavramak hem de genel olarak kurumsallaşmanın -hele de İslamî hareketler bağlamında- ehemmiyetini kavramak için bu bölümün değeri fazla. Bu bölümde birçok kurumsallaşma ölçütleri incelendikten sonra, İslamî hareketi değerlendirmede kullanılacak altı ölçüm parametresi belirlenmiş bulunmaktadır. Bunlar özerklik, örgütlenme düzeyi, uyum sağlama düzeyi, tutarlılık, değer aşılama düzeyi ve tolerans seviyesi olarak adlandırılmaktadır. Bu altı kriterden ilk beşi İslamî hareketin iç mekanizması üzerinden ölçüm maddeleri, sonuncusu ise İslamî hareketin içinde bulunduğu siyasal düzenin harekete sağladığı imkân üzerinden kurumsallaşma ölçüm maddesi olarak kodlanmış bulunmaktadır. Kitabın nihayetinde İhvan Teşkilatının bu altı maddeye göre kurumsallaşma karnesi çıkartılmaktadır.

Kitabın iki ve üçüncü bölümleri hacim olarak birbirlerine yakın olup, ikinci bölümde Müslüman Kardeşler’in kuruluşundan 3 Temmuz darbesine kadarki dönemi ele alınmaktadır. Bu bölüm doğal olarak, İslamî uyanışla ilgili çok kısa bir girizgahtan sonra, Hasan el-Benna’nın hayat hikayesiyle başlamaktadır. Ortaokul 3. sınıftayken bir grup arkadaşıyla Ahlak ve Edep Cemiyetini kurması, Benna’nın teşkilatçı yapısına dair ipucu vermektedir. Şazeliye tarikatının Hasefiye koluna bağlanması da Ortaokul döneminde başlayan bir etkiyle alakalıdır. İhvan’ı kurduğunda teşkilatın başkanı için isim olarak ‘Mürşid’ kelimesini seçmesinin, tarikat kültürüyle alakalı olabileceğine dikkat çekilmektedir. Teşkilat içerisinde kendisine, otoritesinin sorgulanmayacağı bir biçimde itaat edilmesi için mürşid kelimesi iyi bir tercihti.

Kitabın bu bölümünde Hasan el-Benna’nın hayatının sonuna kadar devam eden mürşidliği dönemindeki faaliyetlerinin, tutum ve davranışlarının bir özeti sunulmuş. Aslında ‘özeti’ yerine ‘özetin özeti’ demek de mümkün. Çünkü çok daha uzun olduğunu bildiğimiz bazı konular kısa geçilmiş gibidir. Bu arada hiç gündeme alınmayan konuların olduğunu söylememiz de mümkündür. Örnek verilecek olursa, Benna’nın Ahmet Sukkeri ile olan ilişkileri, kral Fuad ve Kral Faruk’la yani Mısır sarayı ile olan ilişkileri nispeten kısa tutulmuş. İhvan’ın yaptırdığı ilk caminin inşaatına Süveyş Kanalı yönetiminin yaptığı ileri sürülen beş yüz sterlinlik bağıştan hiç bahsedilmemektedir. Benna’nın, eniştesi Abdülhakim Abidin meselesi de geçiştirilmiştir.

İhvan teşkilatı (İlki 24 Mayıs 1937 tarihinde olmak üzere) Mısır Hükümetinden de yardımlar almıştır. Benna ve teşkilatın Mısır sarayı ve hükümetlerle ilişkisi genelde iyi olmuştur. Kral Fuad’a yönelik olarak “Dinin sınırlarının koruyucusu, İslam’ın ve Müslümanların desteği, Mısır’ın sayın fedakâr hükümdarına” gibi hitaplar cömertçe kullanılmıştır. Bu ifadeler İhvan’ın sarayın ve hükümetinin siyasetini onaylayan bir üsluba sahiptir. İzci teşkilatı 1937 yılında Kral Faruk’un taç giyme törenine faal bir şekilde katılmıştır. Şu sözü Benna’nın söylediği bildirilmektedir: “Kabul edilecek bir dua hakkım olsaydı bunu kesinlikle Sultan’dan [Kral Faruk] yana kullanırdım.” 1938 yılında Ahmet Sukkerî’nin Maarif Bakanlığı özel kalem müdürü olarak atanması gibi olaylar İhvan’ın sistemle olan münasebetlerine ışık tutan vakayı adiyedendir.

İhvan ve Benna için en fazla sorun oluşturan hadiselerden biri hiç kuşkusuz, ‘Gizli Aygıt’ olarak bilinen özel askerî birliğin kurulmasıdır. Herhalde başka hiçbir sorun, silahlı ve bombalı eylemler düzenleyen bu gizli örgüt kadar Benna’nın başını ağrıtmamıştır.

Benna ve İhvan seçimlere katılmak, partileşmek gibi hususlarda oldukça istekli görünmektedirler. Benna 17 arkadaşı ile birlikte 1942 seçimlerinde adaylıklarını ilan etmiş olmakla beraber, İngilizler ve Vefd Partisi hükümetinin birtakım tehditleri neticesinde adaylıktan vazgeçmişlerdir. Benna 1945 seçimlerinde İsmailiye bölgesinden yeniden aday olmuş ama seçilememiştir.

Mercan tarafından 1940’lı yıllarda Mısır hükümetlerinin İhvan’ı Vefd Partisi ve komünizme karşı etkin bir araç olarak gördükleri ifade edilmektedir. İhvan’ın resmî yayın organı Müslüman Kardeşler Gazetesi’nin yayınına 1946 Mayıs’ında izin verilmesi bu bakışın bir uzantısı olarak değerlendirilmektedir.

Müslüman Kardeşler’in gerçekten de bir ‘Yükseliş’i ve ‘Düşüş’ü söz konusudur. Teşkilatın siyasi ilişkileri, sistemle olan münasebetleri zikzaklarla dolu. İlkelerden ziyade sanki, o günkü sosyal-siyasi şartlar neyi gerektiriyorsa, ona göre vaziyet alınmıştır. Aslında bunun da kendine göre bir tür ‘ilke’ olduğu söylenebilir belki. İlişkilerdeki bu ikircikli tutumun saray ve hükümetler ayağı da aynı gelgitlere tabidir. Hasan el-Benna’nın şehit edilmesinden önceki son aylarda hükümetle İhvan arasındaki gerginlik hat safhaya çıkmıştır. 8 Aralık 1948’de Nukraşi Paşa hükümeti İhvan’ı tüm şubeleriyle birlikte kapatmış, tüm gayri menkulleri yasaklı hale getirilmiştir. Bu karardan 20 gün sonra Nukraşi Paşa’nın bir İhvan üyesi tarafından öldürülmesi, İhvan ve Benna’nın daha da kıskaca alınması neticesini doğurmuştur. Olaydan yaklaşık bir buçuk ay sonra ise (12 Şubat 1949) Hasan el-Benna Genç Müslümanlar Cemiyeti önünde araba içindeyken üç kişi tarafından açılan ateş sonucunda (hastanede, müdahale edilmediği için kan kaybından) şehid edilmiştir.

Benna’dan sonra genel mürşitlik makamına bir süre Salih el-Aşmavi vekalet ettikten sonra ilk seçim ancak 19 Ekim 1949 tarihinde yapılabilir ve Hasan İsmail el-Hudeybî genel mürşid seçilir. Hudeybî, o güne kadar kimsenin İhvan üyesi olduğunu dahi bilmediği ‘silik’ bir şahsiyet olmasına rağmen yirmi seneyi aşkın bir süre genel mürşid koltuğunda oturmuş, İhvan’ın birçok müzmin sorununa pragmatik çözümler üretmiş, neticede teşkilatı derleyip toparlamıştır. ‘Duât Lâ Kudât’ (Davetçileriz, Yargıç Değiliz!) başlığı Hudeybî’nin kitabı olmasının ötesinde, onun teşkilatı da ona göre şekillendirdiği fikrî yapısını, siyasi yaklaşımlarını, din anlayışını özetleyen bir slogandır. Kitap Hudeybî’nin kaleminden çıkmış olmakla birlikte, arka planında Ömer et-Tilmisanî, Mustafa Meşhur ve Abdülaziz Atiyye’nin, hatta Ezher’den bazı hocaların da katkıları vardır. Kitap esasında Yoldaki İşaretler’e bir reddiye olarak kaleme alınmıştır. İhvan’ın geneliyle Kutub çizgisinin farkını ortaya koyan bir belge olarak da kabul edilebilir.

İhvan’ın El-Benna sonrası genel mürşidleri şu kişilerdir:

Hasan el-Hudeybî (1951-1973)
Ömer et-Tilmisanî (1973-1986)
Muhammed Hamid Ebu’n-Nasr (1986-1996)
Mustafa Meşhur (1996-2002)
Me’mun el-Hudeybî (2002-2004)
Muhammed Mehdi Akif (2004-2010)
Muhammed Bedii (2010-)

İhvan’ın başına dert olan olaylardan biri Hür Subaylar darbesidir. İçlerinde Cemal Abdünnâsır, Enver Sedat gibi isimlerin de bulunduğu ‘Hür Subaylar’ General Necip liderliğinde darbe ile yönetime el koymuşlardır. Hür subaylarla İhvan’ın ilişkisi 1944 yılında başlar. Bu ilişkinin gelişmesinde Gizli Aygıt’ın rolünden bahsedilmektedir. 1940 başlarında Benna’nın Enver Sedat’la ilk temasları kurduğu belirtilmektedir. 1944’ten 1948’e kadar yedi kişilik Hür Subaylar ekibiyle aralıksız toplantılar yapılmış. Bu toplantıların İhvan’ın lider kadrosu nezdinde Teşkilat’ın Mısır ordusu içerisinde ‘mevki edinmesi’ olarak algılandığı, ‘Hür Subaylar’ın ise başka hesaplarının olduğu muhakkaktır. Abdünnâsır’ın da aralarında bulunduğu yedi kişilik ‘Hür Subaylar’ 1946’nın ilk günlerinden birinin gecesinde Gizli Aygıt’a biat ederler. Önce İhvan’ın genel merkezine gidilir, oradan başka bir eve, oradan da cılız bir ışıkla aydınlatılmış gizli bir odaya geçilir, Kur’an ve tabanca üzerine ellerini koyarak Gizli Aygıtın lideri Abdurrahman Senedî’nin huzurunda biat ederler.

Geçmişten gelen bu ilişki nedeniyle olsa gerek ki, İhvan 23 Temmuz 1952’deki Hür Subaylar darbesine destek verir. Darbeciler yeni sistemin inşasında İhvan’ın desteğine ihtiyaç duymaktadırlar. 1953 Ocak ayında 50 kişilik anayasa komisyonuna İhvan’dan üç üye dahil edilir. Ayrıca aynı ay içerisinde Mısır’da tüm siyasi parti ve dernekler yasaklanırken İhvan’a ayrıcalık tanınır. Bu ayrıcalıklı tutum Hüseyin Mercan’ın tespitiyle, İhvan’ın Mısır siyasi sisteminde tanınmasının ötesinde, “emsali görülmemiş bir meşruiyet elde etmesini” sağlar. ‘Meşruiyet’ beratının başka bazı tezahürleri de vardır. Benna suikastının dördüncü yıl dönümü olan 12 Şubat 1953 tarihinde General Necip liderliğindeki Konsey ve Şura Heyeti üyeleri Benna’nın kabrini ziyaret ederler, Necip Benna’dan övgüyle söz eder. Aynı yılın sonunda (3 Aralık 1953) İhvan’ın genel merkezi tarafından tertiplenen Mevlid programına Necip de katılır ve bir konuşma yapar.

Belirtilen tarihlerde Necip’le Hudeybî’nin arası alabildiğine ısınırken, yıldızı hızla parlamakta olan Abdünnâsır ile Hudeybî’nin arası da o oranda soğumaktadır. Bunun en belirgin sebebi şudur: Hudeybî, Gizli Aygıtın bir an önce lağvedilmesini isterken, Nâsır karşı çıkmaktadır. Bu durum Abdünnâsır’la Gizli Aygıtın lideri Senedî’yi birbirine yakınlaştırır. 1953 Kasım ayında Senedî ve Hür subaylara yakın bazı isimler İhvan’dan ihraç edilir. İhraçlar Abdünnâsır’ı rahatsız eder. 15 Ocak 1954’te Nâsır’ın bastırması neticesinde bazı İhvan üyeleri İngilizlerle gizli görüşmeler yaptıkları ithamıyla tutuklanır. Nâsır bir taraftan Necib’e karşı üstünlüğü ele geçirirken diğer taraftan da İhvan’ı çevreleme stratejisini gütmektedir. Aralık 1954’te, 26 Ekim günündeki Nâsır’a suikast teşebbüsü gerekçesiyle Hudeybî’nin de aralarında bulunduğu lider kadrosundan yedi kişi tutuklanır. Nâsır Gizli Aygıtı ve İhvan teşkilatını kontrol edemeyeceğini anladığı andan itibaren hareketi yasaklamak ve lider kadrosunu cezalandırmakta tereddüt etmez.

1950’li yıllarda sahnede Seyyid Kutub belirir. Kutub 1948’de Mısır Milli Eğitim bakanlığı tarafından lisansüstü çalışma için ABD’ne gönderilir. Benna suikastına ABD halkının verdiği sevinç içerikli tepki Kutub’da farklı etkiler doğurur ve doktorasını yarıda bırakarak ülkesine döner. Hudeybî tarafından Müslüman Kardeşler Gazetesi genel yayın yönetmenliğine atanır. Aslında Temmuz darbesinin öncesi ve sonrasında Kutub’un da Hür Subaylarla arası iyidir. Onlara kültür ve eğitim konularında danışmanlık yapar. Nâsır-Hudeybî gerginliğinde Kutub Hudeybî tarafına meylederek, Nâsır karşıtı kutupta yer almış olur. Nâsır suikastı davasında tutuklananlardan biri de Kutub olur. Zindanda Mevdudî’den yaptığı okumalar onda derin etkiler doğurur. Bu derin etkilerden biri ‘cahiliye’ hakkındadır.

Mercan’ın kitabında yer verdiği üzere, bazı yazarların Kutub’u haricilikle suçlamaları şaşırtıcı değildir çünkü -Hüseyin Mercan’ın kitabında yer almamış olsa da- zindandaki İhvan üyelerinin bile Kutub idama götürülürken “Cehenneme git Kutub” diye bağrıştıkları bilinmektedir. Kutub’un modern Haricilik, DEAŞ benzeri selefi cihadcı(!) grupların fikir babası gibi gösterilmesi, bugünkü küresel siyasetin de bir tutumudur. Kutub’un “Bugün biz, İslam’ın daha önce tanık olduğu türden bir cahiliyenin belki de daha sapkın bir cahiliyenin içindeyiz. Çevremizde her ne varsa cahilîdir: İnsanların arayışları, inançları, adetleri, gelenekleri, kültürel kaynakları, sanatları, edebiyatları, yasaları… Hatta çoğumuzun İslamî kültür, İslamî kaynak, İslamî düşünce, İslamî felsefe diye bildiği şeyler… Bunlar da bu cahiliyenin ürünüdür.” tespitlerini ‘aşırı genelleme’ ve ‘katı’ gibi sözcüklerle tartmak ve değerlendirmenin isabetli olmadığını düşünüyoruz. Kutub’un şehadetinden bugüne kadar geçen süre içerisinde şahit olduğumuz ve içinde yaşadığımız hayat, cahiliye kavramsallaştırmasının aşırı değil mutedil, katı değil gayet kıvamında bir değerlendirme olduğunu göstermektedir. Cahiliye, İslam’a ait her şeyi kendine benzetme, benzetemiyorsa yok etme kuralına göre işlemektedir.

1965 yılında Abdülfettah İsmail, Ali el-Aşmavi, Zeynep Gazali gibi isimler yeni bir yapılanma içine girerler. Kutub’dan da destek talep ederler ve aradıkları desteği alırlar. Kutub gençler için bir eğitim programı hazırlar. Doğal olarak Nâsır bu yapılanmadan haberdar olur ve Kutub için, 29 Ağustos 1966’da şehadetle neticelenecek olan zindan süreci tekrar başlar.

İhvan, ülke siyasetine dahil olma arzusuna nihayet Ocak 2012’de yapılan meclis seçimleriyle kavuşur. Hürriyet ve Adalet Partisi %47’lik oy oranıyla birinci parti olur. 16-17 Haziran 2012’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Muhammed Mursî, Hürriyet ve Adalet Partisi genel başkanı olarak cüz’î bir oy farkıyla Cumhurbaşkanı seçilir. 3 Temmuz 2013’te ise A. Sisi liderliğinde yapılan darbe ile iktidardan uzaklaştırılır.

Müslüman Kardeşler’in Yükseliş ve Düşüşü’nün üçüncü bölümünde kurumsallaşma ölçütleri bakımından İhvan değerlendirilmeye tabi tutulmaktadır. Buna göre özerklik ölçümü bakımından İhvan karar alma özerkliğini katı şekilde tesis etmiş bulunmakta lakin iç birimlerde tesis ettiği karar alma bağımsızlığını dış aktörlere karşı aynı derecede ortaya koyamadığı belirtilmektedir. Sonuç olarak İhvan yüksek düzeyde değil ama önemli ölçüde kurumsallaşmayı başarmış sayılmaktadır.

Örgütlenme düzeyi bakımından Yüksek düzeyde kurumsallaştığı teslim edilmekte, bu ölçümde sorun tespit edilmemektedir.

Uyum sağlama ölçümüne gelindiğinde teşkilat uzun ömürlü olmuşsa da, uyum sağlama parametresi bakımından yüksek düzeyde kurumsallaşma sağlayamamıştır.

Tutarlılık ölçümüne göre, Teşkilat bilhassa son yirmi yılda iç bütünlüğü çok sağlayamamış, bu alanda da tam kurumsallaşamamıştır.

Değer aşılama kriterine gelince, bu anlamda kurumsallaşmada tam not almaktadır. Mensupları kendilerinden ziyade kurumu öncelemektedirler; tüm önceliği İhvan’ın sürekliliğine vermektedirler.

Rejimin toleransına gelince, İhvan genelde tehdit olarak algılandığı için baskı ve kısıtlamalara maruz kalmıştır. Mısır rejimi teşkilatın partileşmesine sürekli engel çıkartmıştır.

Sonuç olarak İhvan-ı Müslimîn 1928 yılından beri Mısır’da varlığını sürdürmektedir. İhvan’ın 90 yıllık tarihinde ödediği bedeller bir yana, kurumsallaşmanın da ötesinde, İslamî inanç, hareket, ilkeler, sistemle ilişkisi, hedefleri v.b. açısından daha başka çalışmaların da yapılmasının gerekliliği ortadadır. Nebevî bir İslamî hareket başlatabilmemiz için, geçmişteki ve günümüzdeki İslamî hareketlerin tenkidci bir bakışla incelenmesi elzemdir.



¹Zehra Betül Güney, HASAN EL-BENNÂ’YI YENİDEN OKUMAK-Müslüman Kardeşler’de Söylem ve Eylem İlişkisi, Açılım Kitap, İstanbul, Şubat-2017.

 

 

 

Venhar Haber / M. Ali Durmuş