Modernizme en ciddi itirazı Gandi Yaptı

Abdurrahman Arslan: “Biz Müslümanca dünyaya bakıyor olsaydık, dünya bizim zihnimizde belki bu kadar değerli olmazdı.”

Hâlihazırdaki Müslüman münevver modeline baktığımız zaman bunu iki kısımda değerlendirebiliyoruz. Birincisi Batı uygarlığının bir takım kavramlarını kullanmaktan ve kendine mal etmekten çekinmeyen münevver modeli. İkincisi de kavramlar konusunda ciddi hassasiyetleri olan ve Batı uygarlığının kavramlarını kullanmaktan hoşlanmayan münevver modeli. Aslında her iki münevver modelimizin de samimi olduğunu düşünmekle birlikte ikinci gruptakilerin sözüne itibar ettiğimi söyleyebilirim.

Biz Müslümanların, her görüşü dinlemek ve sonunda sözün en güzelini kabul etmek gibi bir misyonumuz olmalı. Nitekim Efendimiz aleyhis selatü ve selam’dan aldığımız perspektif budur. Fakat ne hikmetse bizler beğenmediğimiz görüşleri dinlemeye veya okumaya bile tahammül edemiyoruz. Bize bu konuda Muhammedî bir sabır lazım… Müşrikleri uzun uzun dinleyen ama onlara en ufak bir şekilde meyletmeyen Yüce Peygamber’in bu sünnetini ihya eden bir anlayış lazım…
Ama bundan daha da önce sevgi lazım, saygı lazım… Farklı görüşlerdeki Müslümanların cennette bir gün buluşacağına inanırsak ki cennet iman edenlerin yeridir, o zaman belki birbirimize biraz daha müsamahalı davranabiliriz. Mesela benim zihnimde mealcisiyle ilmihalcisi, tarikatçısıyla ona karşı çıkanı hepsi bir aradadır.
Biz ümmetin farklı renkleri olarak bizi münkere karşı güçten düşürecek tartışmalara girmemeliyiz. Allah muhafaza faydasız tartışmalardan kurtulmalıyız. Faydalı olan konularda da fikir alışverişi yapmalıyız. Mesela biz burada zaman zaman paradigmayı, bilimi yahut yerliliği tartışıyoruz. Bunu yapmaktaki amacımız Müslümanca düşünceye ulaşmaktan başka bir şey değil. Zira insanlık var oldukça ideal düşünceye ulaşma çabaları hep var olacaktır. Biz Müslüman kardeşler olarak ayrışmadan bu meseleleri güzel güzel konuşabilirsek amaç hasıl olacaktır.
Efendim, bendeniz henüz kırk yaşına bile gelmediğim için, düşüncelerim pek oturmamış olabilir. Onun için, bilime karşı olduğum için, “Müslüman paradigması” kavramını reddettiğim için ve “yerellik” kavramını da beğenmediğim için bana kızmayınız. Evet, bunlar benim inandığım görüşlerdir. Elbette ki her insan gibi benim de bir görüşüm var ve ben de birilerinden etkilenmekteyim.
Etkilendiğim şahsiyetler çok şükür ki eyyamcı dediğimiz günübirlik konular üzerinde duran yazar-çizerler değil. Mesela Abdurrahman Arslan Hoca benim etkilendiğim ve güvendiğim düşünürlerin ilk sıralarında yer alıyor.
“Şükrü Hüseyinoğlu ve Abdurrahman Arslan”
Geçtiğimiz günlerde Bahçelievler Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’nde yapılan “Batı paradigması ve Müslümanlar” konulu panelden önce de kendisi ile kısa bir fikir alışverişi yaptık. “Yerellik” meselesindeki fikirlerini sordum. Yıllar önce yazdığı “yerellik” kavramını eleştiren bir makalesinden bahsetti. Sonra elimdeki Hasan El Benna’nın Tasavvuf  ve Ahlak Eğitimi adlı kitabını incelemesi için ona uzattım. İslam davasına hizmet eden herkesi önemsememiz ve hayırla yâd etmemiz gerektiğini söyledi. Ve sıkı durun; dinin ihyasını gerçekleştiren âlimlerin çoğunun tasavvuftan beslendiğini söyledi.
 Sünnet kavramını merkeze aldı
Kur’an tilaveti ve mealinin okunmasının ardından panele geçildi. İlk konuşmacı Hüseyin Alan’ın konuşmasından sonra (ki daha önce bu konuşmayı haberleştirmiştik) Abdurrahman Arslan konuşmasına başladı. Her zamanki gibi yine “sünnet” kavramını konuşmasının merkezine aldı.
Günümüzde bir çokları Batı tipi hayat tarzından şikayet ediyordu ama çok az kimse bunun çaresinin “sünneti yaşamak” olduğunu söylüyordu. “Sünnet” kavramı, İslam’ın ilk gününden itibaren önemli bir kavramdı ama “yaşam tarzı” probleminin zirveye çıktığı bugünlerde bu kavramın biraz daha yüksek sesle hatırlatılması gerekiyordu. Abdurrahman Arlan bu hatırlatmayı şu cümlelerle yaptı: “Kültür kavramına karşı yeniden ‘sünnet’ kavramının ihya edilmesi lazım… Müslüman, gündelik hayatını tanzim ederken sünnete müracaat etmelidir. Beni sadece Peygamber’in sünneti bağlamaz, ashabının sünnetinin de beni bağladığını düşünüyorum.”
Kur’an’dan gelenek karşıtlığı çıkmaz
Çözüm olarak “sünnet” kavramını işaret eden Abdurrahman Arslan, sıkı bir gelenek savunucusu olmadığını ancak bu konuda insaflı olmak gerektiğini ifade ederek Kur’an’dan tek başına bir gelenek karşıtlığı çıkarmanın mümkün olmadığını söyledi. Müşriklerin Kur’an için “eskilerin masalları” demelerinden yola çıkarak müşriklerin geleneği küçük gören bir zihniyete sahip olduklarını hatırlatan Abdurrahman Arslan, müşriklerin “atalarının dini”ne sahip çıkma tavırlarının da Kur’an’da yerildiğini söyledi. Yani şu durumda Kur’an’ın geleneğe iki açıdan da baktığını tespit etmiş oldu.
Anne süt vermek zorundadır, bitti
 
Paradigmanın bir dünyaya bakış biçimi, bir açıklama modeli olduğunu söyleyen Abdurrahman Arslan, dünya tarihinde ilk defa bir paradigmanın dünyayı sarıp sarmaladığını, böyle bir şeyin dünyanın yazılı tarihinde olmuş bir şey olmadığını söyledi. Müslümanların Batı paradigması karşısında zaman zaman aşağılık kompleksine girdiğini söyleyen Arslan, “Ben Müslüman aydınların; ‘Kadının çocuğuna süt verme mecburiyeti yoktur’ deyip güya kadının haklarını savunduklarını bilirim. Oysa Allah bebek daha doğmadan annesinin göğsünde sütünü hazırlıyor. Nasıl süt vermek zorunda değilmiş. Bu, Batı karşısındaki aşağılık kompleksinin bir sonucu” dedi.
Medine’nin medeniyetle alakası yok
İnsan zihninin kavramlar üzerinden düşündüğünü ve konuştuğunu, geleceğini kavramlarla şekillendirdiğini söyleyen Arslan; “Eğer o kavramlar size ait değilse, veya size ait olduğu halde içeriği dönüştürülmüşse burada ciddi bir kimlik sorunu vardır” dedi. Buna örnek olarak “medeniyet” kavramını veren Arslan, bu konuda şunları söyledi:  “Medeniyet’ kavramı Medine’den türetilmiş ama onunla hiçbir alakası yok! Ama Müslüman zihin çok seviyor bunu. ‘Medine’ gibi çok sevdiği bir kavramı alıyor, ondan medeniyet yapıyor ve onun içine başkasına ait şeyleri dolduruyor. Deyim yerindeyse çuval kendisine ait ama içine doldurduklarının hiçbirisi kendisine ait değil. Onun içine başka şeyler dolduruyor ve onu kendine ait yapmak istiyor. Müslüman zihnin trajedisi bence bu… Kültür kavramı da aynı öyle… Biliyorsunuz ‘kültür’ kavramı bize Ziya Gökalp ile girmiş.”
 Emanetçi ilişki modelinden sahiplenici ilişki modeline geçtik!
Modernizmin bir inanç sistemi olduğunu söyleyen Abdurrahman Arslan; “Paradigma dünyayı açıklama modeliyse, dünyayı açıklama iddiası taşıyan her model aslında bir dindir” dedi. İnsanın inanç sistemi ile yaşama biçimi arasındaki o kopmaz ilişkinin koparıldığına dikkat çeken Arslan, Müslümanca düşünemeyişimizin temelinde bu sorunun yattığını söyledi. Müslüman zihninin dönüşümü konusunda şu çarpıcı ifadeleri kullandı: “Dünün Müslümanının zihnini örsle ezseydiniz hiçbir zaman şu cümleyi kurmayacaktı: ‘Efendim mini etekli de olsun, çarşaflı da olsun.’ Dünün Müslüman zihni böyle bir cümle kurmazdı. Müslümanlar bunu on beş yirmi yıl önce kendilerine ait bir buluşmuş gibi keşfettiler.”
Batı paradigmasının kapitalist temellerinden de bahseden Abdurrahman Arslan, sözlerine şöyle devam etti: “Elhamdülillah Müslümanız ama dünyaya Müslümanca bakmıyoruz. Biz Müslümanca dünyaya bakıyor olsaydık, dünya bizim zihnimizde belki bu kadar değerli olmazdı. Dünyadaki insanların nefisleri kapitalizm tarafından kışkırtılmıştır. Malla, çocukla olan ilişkimiz şimdi artık emanetçi bir ilişkiden sahiplenici bir ilişkiye dönüşmüştür. Kapitalizmin bizi yıkan en önemli darbesi budur.”
Yeni bir dindarlık çıktı
 
Günümüz Müslüman modelinin değiştiğini, yeni bir dindarlığın ortaya çıktığını, bunun da bin dört yüz senedir yaşadığımız Müslümanlıktan mahiyet itibari ile farklı bir Müslümanlık olduğunu söyleyen Abdurrahman Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Müslüman şu garantiden kurtulmalı: Ben Müslümanım, kitap değişmeyecek, benim Müslümanlığım da değişmeyecek. Kitabın değişmeyeceğinin garantisi var, doğru… Ama bizim Müslümanca kalacağımızın garantisi yok. Öyle bir şey olsaydı çok iyi olurdu… Ama yok.”
En köklü itirazı Gandi yaptı
Batı modernizmine en köklü itirazın  tarafından yapıldığını söyleyen Abdurrahman Arslan, bu konuda şunları söyledi: “Şu ana kadar Gandi’nin yaptığının dışında modernizme karşı hiçbir ciddi itiraz olmamıştır. Gandi bütünüyle Batı paradigmasını, Batı uygarlığını reddetmiştir. Çünkü ona göre Batı paradigması gelir de Hinduları modernleştirirse Hinduizm ortadan kalkardı. Onun için o Batının hiçbir şeyini istemedi. Ama Gandi’nin bu yönü hep kapatılır, öne çıkartılmaz, genel olarak; ‘O barışçı bir liderdi’ şeklinde angaje edilir.” Burada Abdurrahman Arslan, ondan başka ciddi itiraz yoktu dese de Mahmut Efendi Hazretleri’nin modernizme yaptığı itirazı da unutmamak gerekir diye düşünüyoruz. Hatta her ne kadar takipçileri modernizmin temsilciliğini üstlense de Bediüzzaman’ın da medeniyetten istifa ederek bir itirazda bulunduğunu söyleyebiliriz.
İslam akıl dini değildir
 
Modern paradigmanın “akıl” kavramına yüklediği anlam ile Kur’an’ın “akıl” kavramına verdiği anlamın birbirinden farklı olduğunu söyleyen Abdurrrahman Arslan, bu konuda şunları söyledi: “İnsanoğlunun aklı kirlenmişse, o aklı, akıl ile temizleyemeyiz. Bizim tarihten öğrendiğimiz budur. Modern düşüncenin temel vasfı aklın akılla tamir edileceğine inanmasıdır. İslam bunun mümkün olmayacağını söyler. Akıl kirlenmişse onun akıl mahsulü olmayan bir bilgi tarafından temizlenmesi gerekir. Vahiy bunu temsil eder. Eğer zaten akıl akılla tamir edilebilseydi, peygambere ihtiyaç olmayacaktı.”
“İslam akıl dinidir” söylemine de değinen Arslan, bu konuda şunları söyledi: “İslam Allah’a hamdolsun ki akıl dini değil. Akıl inşa eden bir dindir. Çünkü akıl denilen şey inşa edilebilen bir varlıktır. Siz bir bilgisayarı çalıştırabilmek için onu formatlıyorsunuz, akıl da bir bakıma böyledir. Akıl da böyle formatlandığı şekilde düşünür. Onu vahiy ile formatlamışsanız başka türlü düşünür, modern düşünceyle formatlamışsanız başka türlü düşünür. Müslüman aklının formatı bozulduğu için evrene Müslümanca bakmıyor artık.”
Bu din sizi eğlendirmez arkadaşlar!
Abdurrahman Arslan Hoca konuşmanın bir yerinde bizdeki “itaat” ve “teslimiyet” kavramlarından bahsetti. Bu gibi kavramların bize ait güzel kavramlar olduğunu söyledi. Fakat modern paradigmanın etkisiyle bu kavramların Müslümanlar tarafından benimsenmediğini söyledi. Bunun gibi birçok konuda hassasiyetlerimizi yitirdiğimizi ve ciddiyetimizi kaybettiğimizi ifade etti.
Herkesin her şeyi dinden çıkartmaya çalıştığını, bunun da yanlış bir şey olduğunu söyleyen Arslan, sözlerine şöyle devam etti: “Arkadaşlar kusura bakmayın, bu din sizi eğlendirmez. Bu din dünyayı ciddiye almamızı istiyor. Dolayısıyla Batı kültürünün her şeyi eğlenceye ve ironiye dönüştüren yapısını İslam’da aramayın. İslam bazı şeylere hayır diyor, bunu kabul etmemiz lazım. İslam’dan her şeyi türetemeyiz. Bu İslam’ın yakasını bırakalım. Kendi nefsimizin isteklerini bu dinde bulamıyorsanız kendimizi dine göre ayarlayalım.” Dinden demokrasi ve liberalizm çıkartmaya çalışanların kulakları çınlasın!
 Biraz da haddimizi bilelim
Abdurrahman Arslan Hoca, değişim söyleminin de Batı paradigmasının bir ürünü olduğunu ifade ettikten sonra bu konuda şunları söyledi: “İslam değişime açık bir din değildir. Televizyondan sürekli değişim üzere kurulmuş bir din empoze ediliyor. Modern akıl her şeyi eleştirme yetkisini kendinde buluyor. Ama Müslüman akıl öyle değil. Her şeyi bilmemiz de şart değil. Biraz da haddimizi bilelim. Modern kültür her şey hakkında ileri geri konuşmamızı istiyor.”
Medrese iflas etmemiştir
Müslümanca bilginin nerede üretileceği meselesi üzerinde de duran Abdurrahman Arslan, bu konuda şunları söyledi: “Teoloji fakültelerinin Müslüman zihni deforme ettiğine inanıyorum. İki tane din dersi okutularak Müslümanca düşünülemez. Bu çok daha derinde olan bir problemdir. Aklımız modern bilgiyi temel alarak düşünmektedir. Peki, biz nasıl İslam’ın bilgisini bu akla temel yapacağız? Bu okullarla bu olmaz. Bu ancak İslam’ın ilim geleneğinin merkezi medresede olur. Medrese derken bir binayı kastetmiyorum. Bir bilginin usul dairesinde üretilmesini kastediyorum. Modern paradigmayla üretilen hiçbir bilgi İslam’ın bilgisi değildir ve olamayacaktır. Birbirimizi kandırmayalım, ilahiyatlarda, imam hatiplerde bu şekilde bilgi öğretilen yerlerdir. Bu kurumlarda İslam’ın bilgisi üretilemez, ama bunlarda dindar insanlar olabilir. Medrese de iflas etmiştir diyorlar. Geçelim bunları, bunlar hikâye… Medrese bir yerde iflas etmiş olabilir ama başka bir yerde canlılık mevcuttur.”
 
Fıkıh hayatın tümünü kuşatır
 
Aklın haddini bilmesi yerine “eleştirel düşünme”, “sorgulama” gibi ıvır zıvır şeylerin ilahiyat fakültelerinde nasıl yüceltildiğini bilen birisi olarak, Abdurrahman Arslan Hoca’nın bu kurumlarla ilgili söylediği sözlere ben de can u gönülden katılıyorum. Ancak bu sözlerden yola çıkarak Abdurrahman Arslan Hoca’nın imam hatip ve ilahiyatlardaki kıymetli hocalarımızı eleştirdiği anlaşılmasın. Hoca burada İslam’ın “ilim” dediği bilginin yani Müslümanca bilginin medresede üretileceğini söylüyor. El hak bu da doğrudur.
Medrese mantığını kavramış, fıkıh usulü mantığını kavramış âlim şahsiyetler bu kurumlarda da varsa, elbette onlar da Müslümanca ilim üretebilirler. Fıkıh usulü mantığını kavramayan akademisyenler ise Müslümanların paradigması falan gibi entelektüel gevezeliklerle uğraşıp dururlar. Son kez söyleyelim ki fıkıh kelime anlamı itibari ile “kavrayış” anlamına gelmekle birlikte hayatı ve dini bütünüyle kavramayı ifade ederken, ıstılahî anlamı itibariyle de hayatın tamamını kuşatan bir ilimdir. Başka bir ifade ile hayatın tamamını kuşatan ilim fıkıhtır. Ahlakın ve itikadın fıkıhtan ayrışması ise sonraki dönemlerde olan bir hadisedir.
Dünya Bizim/ Aydın BAŞAR