Mekke’yi Fethetmek!

Mekke sahipsiz kaldı!..  Toparlanıp yürek pusulamızın kıblesini yeniden ayarlayabilirsek, Mekke, yeni fatihleriyle buluşup Amerikan tasallutundan kurtulur!

Biliyorsunuz, Resul-i Âlişan Efendimiz (sav) türlü işkence, zulüm ve ambargolardan sonra, nihayet doğup büyüdüğü Mekke’den de çıkarılmış, Medine’ye göçmek (Hicret) zorunda bırakılmıştı…

Yanında sadece Hz. Ebubekir vardı. Kalabalıklar Ebucehil’in safında yer almıştı.

Takipçilerinden kurtulmak için Sevr Mağarası’na saklandılar. Efendimiz’i yakalayacak olana Ebucehil’in vaat ettiği maddi menfaatle gözleri kararmış takipçiler mağaranın ağzına kadar gelmişti. Konuşmaları içeriden duyuluyordu.

Hz. Ebubekir endişelenmişti. Efendimiz sevgili yoldaşını bir âyetle teselli etti: “La tahzen innallahe meana!” (Mahzun olma, endişelenme, Allah bizimledir!)

Müşrikler Mekke’de bayram ediyor, Müslümanlar için her şeyin bittiğini, bir daha asla Mekke’ye dönemeyeceklerini sanıyorlardı.

Öyle olmadı. Resul-i Âlişan gidişinden sadece sekiz sene sonra geri döndü. Mekke’yi fethetti. Kovulduğu şehre bu kez “fatih”olarak dönerken, kalbinde en küçük bir “ben”izi dahi yoktu. 

Siyer kitaplarının tasvirinden anladığımız kadarıyla, Resul-i Ekrem Efendimiz, mübarek sakalı, “bindiği hayvanın yelesine değecek kadar” başını eğmiş, muzaffer bir komutan azametiyle değil, âdeta mazhar olduğu şereften mahcup bir vaziyette, “verilmezse alamazsın” havasında Mekke’ye girmişti.

Resul-i Alişan Efendimiz“beriki”ne (kendisi gibi inananlara ve yaşayanlara) sevgi-şefkat dolu, “öteki”ne (farklı yaşantıya) ise toleranslı ve alabildiğine müsamahakâr bir şahsiyetti…

Vaktiyle kendisini Mekke’den kovan insanları bir yere topladı. Normalde düşmanlarından intikam alması gerekiyordu. Çünkü ona her türlü zulüm ve baskıyı yapmışlardı…

Namaz kılarken başına çürük işkembe atmış, geçeceği yollara çukurlar açıp öldürmeye çalışmış, taşlamışlar, ambargo koymuşlar, nihayet doğduğu ve çok sevdiği Mekke’den çıkarmışlardı. Ama artık o devir tarihe karışmıştı. Yeni devir Müslümanların devriydi. 

Peygamberimizeski düşmanlarına sordu: “Şimdi size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?“

“Sen bağışlayan iyilik eden bir kardeşsin” dediler, “Biz sana zulmettik, ama sen bize zulmedemezsin. Kerem ve iyilik sahibi bir kardeşin oğlusun. Bize sadece iyilik yapacağına inanıyoruz.”

Efendimiz buyurdu ki, “Öyleyse gidin, hür ve serbestsiniz. Size bugün kınama yoktur.”

Buradan yola çıkan Büyük Selçuklu Sultanı Alpaslan, kendisini yok etmeye gelen Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i (Romanos Diogenes)yenip esir aldıktan sonra, karşısına alıp sordu: 

“Size şimdi ne yapacağımızı düşünüyorsunuz?” 

Diyojen, cezalandırılacağı yolunda görüş açıklayınca, Sultan Alpaslan, tıpkı Peygamberi gibi konuştu: “Sizi serbest bırakıyorum!”

Kendisini yok etmeye gelen düşmanının yanına muhafız verdi, cebine harçlık koydu ve ülkesine uğurladı (ama kendi vatandaşları tarafından öldürüldü, çünkü Batı kültüründe kaybedenin hayat hakkı yoktur: Altta kalanın canı çıkar.)

Tarihimizin içinde başka pek çok örnek var, ama yerimiz yok. Özetle diyeceğim şu ki, atalarımızın yüreği, Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in yüreğiyle bir bütündü: Aynı yürek ritminde buluşmuşlar, aynı vicdan kıblesine yönelmişlerdi…

Selçuklularla Osmanlıları büyüten sır budur. Bu sırdan kopunca, kendi varlığımızdan da koptuk: Mekke sahipsiz kaldı!.. 

Toparlanıp yürek pusulamızın kıblesini yeniden ayarlayabilirsek, Mekke, yeni fatihleriyle buluşup Amerikan tasallutundan kurtulur!

Yeni Akit / Yavuz Bahadıroğlu