Mekke’ye Giden Yol – II

Ahmet Durmuş Muhammed Esed'in Mekke'ye Giden Yol II kitabının tanıttı.

Yaklaşık 28 yıl önce okuduğum ve tüm Müslümanların olduğu gibi, benim de şahsen çok beğendiğim, Mekke’ye Giden Yol adlı eserin ikinci (Muhammed Esed’in hayat hikâyesinin devamı) cildinin yazılacağını hiç beklemiyordum. Kitap 2018 baskısı olup İşaret yayınlarından çıkmış. Kitabı ilk gördüğümde, doğru söylemek gerekirse biraz heyecanlandım. Kitap yaklaşık 350 sayfadan oluşmakta. Kitabın 200 sayfası Muhammed Esed’e geriye kalan kısmı ise çok sevdiği eşi Pola Hamide Esed’e ait. Kitabı Türkçeye çeviren, Sinan Yapıcıdır. Kitabın Editörlüğünü yapan, Prof. Dr. Ömer Aydındır. Oldukça akıcı bir üsluba sahip olan bu çalışmayı meraklılarının bir çırpıda okuyacağını düşünüyorum. Bu kısa bilgilendirmeyi yaptıktan sonra, işaret yayınlarına ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Kitabın basımında çok küçük matbu hatalar olsa da çeviri gerçekten güzel olmuş.
1926 yılında İslam’ı kabul eden Muhammed Esed, Müslümanlar arasında zaman zaman övgüye, zaman zaman da yergiye sebep olan bir isim. Kendisinin Yahudi asıllı olması (veya bir batılı olması) Müslümanlar arasında çoğu zaman kuşkuyla karşılanmıştır. Bir anlamda haklı gibi görünen bu kuşkulu bakış karşısında ben de diyorum ki, kökeni Müslüman olup batılılaşan veya Yahudileşen (mantık olarak) Müslümanlara ne demeli? Kuşkulanmamız gereken Müslüman kılıklı o kadar çok insan var ki. Müslümanlar bugün yerlerde sürünüyorsa sonradan Müslüman olan Yahudilerden değil, tam aksine mantıkları, düşünceleri Yahudileşen Müslümanlar yüzünden olsa gerek. Hiç olmaz ise Muhammed Esed açıkça şunu söyleyebiliyor:
“İslam’ı kabul edişimden beri imam diye adlandırılan İslam’ın ilk âlimlerinin öğretilerine dayanmanın Hz. Muhammed’in mesajının kavranması için doğru bir yol olmadığı kanaatindeyim. Yapılması gereken şey, İslam’ın ilk kaynağına -Kur’an’a ve ashabı tarafından sonraki nesiller tarafından güvenilir hadislerden gelen Peygamber’in öğretilerine – doğrudan ve bağımsız bir şekilde ulaşmaktı.” Mesajı doğru kavramak için yıllarını veren Esed artık içimizden birisidir. O da tüm Müslümanlar gibi İslam’ın çocuğu. Derdi davası olan, aynı zamanda ölünceye kadar koşuşturan, İslam adına Müslümanlar adına kaygılanan bir şahsiyet. Ortaya koyduğu fikirleri, eserleri, oldukça net ve samimi. Kim olursa olsun Allah’ın bize bahşettiği, adına da İslam dediği bir dine katılması/iman etmesi, İslam’la şereflenmesi Muhammed Esed’e olduğu gibi tüm insanlara da serbesttir. Bu kişi dünyanın en azılı bir kâfiri de olabilir en mazlum bir inkârcısı da olabilir.
Burada şu ayrıntıyı belirtmekte yarar var, Muhammed Esed’i bütün yönleriyle beğendiğim her şeyiyle dört dörtlük bir insan anlamında bir iddiaya sahip değilim. Kitabı okuduğumda burası keşke böyle değil de şöyle olsaymış, şu insanla keşke görüşmeseymiş veya şu insandan bu yardımı kabul etmeseymiş dediğim yerler oldu. Mesela Mısır’a gittiğinde Seyit Kutup’la görüşmesini çok isterdim. Ama şunu biliyorum ki, Esed bir batılı, aldığı kültür yetiştiği ortam farklı, bu farklılık onu görmezden gelmemizi gerektirmediği gibi, onu aşırı şekilde yüceltmek de bizim işimiz olamaz. Onun Kur’an anlayışı, derin tefekkür ve edebi kişiliği gerçekten kayda değer niteliktedir. Örneğin Muhammed Esed’in Mekke’ye Giden Yol adlı kitabını okuyup beğenmeyen bir insana rastlamadım. Ali Şeriati’nin Hac kitabının sevilmesi gibi. Tabi ki çoğunluğun sevdiği her şey doğru anlamına da gelmez.
Okuyucu kardeşlerimin hatırlayacağı üzere Muhammed Esed uzun yıllar Arabistan’da kalıp çoğu zaman çölleri ve beldeleri tabir caizse karış karış geziyor, geceleri çölde gökyüzünün o engin derinliklerinde derin tefekkürlere dalıyor. Çöl bedevilerinin yaşadığı hayatı yaşayıp, onların acılarını ve sevinçlerini paylaşıyor. Derdi İslam’ı ve Hz. Muhammed’i (as) daha iyi anlamak. Esed adeta bu coğrafya insanına ve kültürüne âşık oluyor. O kadar tutkuyla bağlanıyor ki dünyanın neresine gitse aklı fikri Suudi Arabistan’da. İbn Suud’u çok seven onun dillere destan cömertliğini her fırsatta dile getiren Esed, asla unutamayacağı hatıralarını geride bırakarak 1932 yılında Hindistan’a doğru yola koyuluyor. Ayrılırken Kral’ın “Ey oğlum tez zamanda yuvana dönmelisin buranın senin vatanın olduğunu unutma!” diye tembihlediği sözleri bir anda kulaklarında çınlıyor. Gemide Kral’ın sözlerini hatırlayan Esed şöyle diyor: “Birden boğazımda bir düğümlenme oldu. Kendi kendime çok kızdım neden vatanını bırakıp gidiyorsun diye?” Bu duygular içerisinde ikinci eşi Münire ve oğlu Talal ile birlikte yola koyuluyor.
Masallar ülkesi Hindistan’a varışının ikinci günü Pencab’ta etrafı dolaşırken kebap kokusu alan Esed yüksek bir tepeye çıktığında gördüğü manzara karşısında donup kalır. Bu bir Hindu’nun cenaze merasimiydi. “Bu benim Hindu diniyle ilk yüzleşmem” diyor. Birçok Müslüman’la ve Muhammed İkbal ile tanışan Esed, İkbal’in kişiliğinden oldukça etkilenir. Bir defasında kendi aralarında Hindistan, Pakistan ve Müslümanlar hakkındaki küçük bir tartışma sonucunda, İkbal Esed’i neden bir şeyler yapmıyorsun diye eleştirir. Hindistan Müslümanlarının Ehli hadis diye kendilerini tanıtmaları M. Esed’in hoşuna gider bundan sonra kendisini Ehli hadis diye tanıtan Esed, İkbal’in eleştirisinden de etkilenerek Sahih-i Buhari’yi tercüme etmeye ve onu yorumlamaya karar verir. Bu çalışması için Keşmir’i seçer.
Altın yıllar diye adlandırdığı 1934-1937 yılları arasında Buhari’yi çalışırken şunu söylüyor: “Hadislerin dili ile Kur’an’ın dili arasındaki farkla çarpıldım. Hadislerin dili Peygamber Hz. Muhammed’in ve Ashabı’nın içerisinde yetiştiği çöl atmosferinin saflığını ve keskinliğini yansıtırken, Kur’an Arapçası, her türlü zaman ve mekânın üstünde ve ötesinde tamamıyla kendine özgü garip bir ışıkla doluydu.” Güzel bir tespit daha yapan Esed, şöyle devam ediyor: “Kısacası iki ifade (Kur’an ile hadislere ait olan ifade) şekli birbirinden o kadar farklıdır ki, gerçek bir âlim, Hz. Peygamber’in sözünü, ne kadar ulvi olursa olsun, Kur’an’dan bir metinle asla karıştırmaz.” Muhammed İkbal’le zaman zaman görüşmeye devam eden Esed İkinci Dünya savaşının patlak vermesiyle altı yıl esir kampında ailesiyle beraber tutulur. Gerçekten zor yıllar geçiren Esed bir yandan da Buhari’yi tercüme çalışmalarını düşünür.
Esir kampından döndüğünde Arafat isminde bir dergi çıkarır. Bu dergi Müslümanlar arasında büyük ilgi görür. Pakistan’ın bağımsızlığı konusunda çok heyecanlı olan Muhammed Esed yazılarıyla ciddi anlamda katkı sunar. Pakistan’ın bağımsızlığı ilan edildikten hemen sonra Hinduların kalkışması ve silahlı çatışmaların arasından kendi becerisiyle üç otobüs tedarik eden Esed zor şartlar altında diğer Müslümanlarla beraber Pakistan tarafına (Pencab) geçmeyi başarır. Ancak M.İkbal ve Ebu’l-A’la el Mevdudi gibi birçok âlimin öldürülmesinden endişe eder. Bundan sonra ikinci vatanı olan Pakistan için çalışacak olan Esed gerçekten çok ciddi hizmetlerde bulunur.
Hindistan Pakistan ayrışmasının hemen akabinde Keşmir’i kuşatan Pakistan askerlerinin Keşmir’in düşmesine ramak kala geri çekilmeleri yönünde emir veriliyor. Ne olduğunu anlamayan birçok insan bu geri çekilme işine anlam veremiyor. Esed hadiseyi anlamak için şuna dikkat çekiyor: “Sir Muhammed Zafrullah Han zamanın dış işleri bakanı, kendisi Ahmediye (Mirza Gulam Ahmed) tarikatının ateşli bir savunucusu. Gulam Ahmed’in adamları İngilizler tarafından sürekli üst makamlara getirilmişlerdi. Gulam Ahmed taraftarlarına her zaman Hükümete itaat etmeyi emrederdi. Ve kesinlikle Sir Muhammed Zafrullah Han hem hepsinin en etkili olanı, hem de en sadık olanıydı. Gerçekten hayatı boyunca İngilizlerden daha fazla İngiliz taraftarıydı.”
Tüm çalışmaları (Buhari’nin tercümesi) Hindular tarafından yok edilen Esed’in emekleri boşa gitmişti. Bundan sonraki işi bağımsız bir Pakistan İslam devletinde görev almaktı. Başbakan Liyakat Ali Han’dı ve Esed’i yanına çağırıp dış işlerinde görev yapmaya ikna eder. Muhammed Esed Müslüman Milletler birliğini kurmak için İslam ülkeleri arasında mekik dokumaya başlar. Mısır’da Sa’d Zağlul Paşa’dan aldığı cevap onu şoke eder. “Dinin zamanı geçti, genç arkadaşım! Zamanımız Milliyetçilik zamanıdır.” Bu onur kırıcı cevaptan sonra soluğu Türkiye’de alan Esed Hem Bayar hem de Menderes’le görüşür. Pakistan’ın çabalarını onaylayan Cumhurbaşkanı ve Başbakan, ülke şartlarını gerekçe göstererek mazeretlerini bildirdiler. Proje suya düşmüştü. Esed Pakistan’a döndüğünde Zafrullah Han tarafından dış işleriyle alakalı olarak Arjantin’e atanması teklifi yapılır. Esed bu teklifi protesto eder. Daha sonraki gelişmeler neticesinde 1951 Aralık ayının başlarında Birleşmiş Milletlere Maslahatgüzar olarak atanır. Bağımsız bir Pakistan İslam devleti için çok ciddi çabalar harcayan Esed bir taraftan da Arapçılık yapmakla suçlanıyordu. Bu yüzden kendisini ülke dışına göndermek en iyi seçenekti.  Hayatında yeni bir sayfa açılan Esed, İslam’ı yeni kabul etmiş olan batılı bir kadınla tanışır. Bu kadın ilk gördüğünde âşık olduğu ve 40 yıl beraber yaşayacağı Pola Hamide den başkası değildi. Pola’nın İslam’ı kabul ettiğini sonradan öğrenen Esed ‘benim için sürpriz oldu’ diyor. İkinci eş olmayı kabul etmeyen Münire (önceki eşi) Pakistan büyükelçiliğine Esed hakkında şikâyette bulunur ve sonuç olarak Esed’in görevine son verilir. Buna çok kızan Esed için artık boşanmaktan başka çare yoktur. Elimizdeki kitabın bundan sonraki kısmı Pola Hamide Esed’e ait.
Hamide Esed’in verdiği bilgiye göre 1952 yılında eski eşi Münire binti Huseyn aş-Şammari’yi boşamıştır. Polonya asıllı Amerikalı Pola Hamide ile evlenmiştir. 1954 yılında Mekke’ye giden yolun basılması ve yaklaşık bir yıl sonra İslam’da devlet ve yönetim ilkeleri kitabını yazmak üzere Beyrut’a yerleşir. Daha sonra Kur’an’ın tercümesine başlamak için İsviçre’ye yerleşiyor. 1964 yılında çalışmalarının daha verimli olması için Tanca’ya taşınıyor. Kur’an tercümesinin tamamının bitirilip daha kitap yayınlanmadan Suudi Arabistan’da yasaklanır. 1970’li yıllarda kaderin garip cilvesine bakın ki çok sevdiği, vatanım dediği bir ülkede Pola Esed’in deyimiyle Engizisyondan dönüyor.
Düşünüyorum da yaklaşık 17 yıl süren bir çalışmanın sonucu bu olmamalıydı. Ama şu soruyu da sormadan geçemeyeceğim. Çok sevdikleri krallar, prensler, Zeki Yamani’ler ülkenin ileri gelen insanları neredeydi acaba? Pola Esed’in eleştirdiği konu dünyaca ünlü İslam Âlimlerinin Rabıtatu’l-Alemi’l İslam’ın tertiplediği bir konferansta bir araya gelişi. Bu kuruluşun amacı çalışmalara destek olmaktı. Olup biten tam tersiydi. Arap âlimleri üzerinde etkili olan Pakistan ekolünü suçlayan Pola Esed Mevdudi ve takipçilerine biraz haksızlık etmiş gibi geldi bana. Bir keresinde Pola Esed’in selamını almayan ve Esed ailesini liberal bulan Mevdudi bu ailenin fikirlerini ve yaşam biçimlerini çok beğenmiyordu diye düşünüyorum. Okuyucu kitabı okuduğunda kendisi buna karar verecek.
1978’de eski eşi Münire kanserden vefat eden Muhammed Esed 1980 yılında Kur’an Mesajı adlı çevirisini yayınlar. Bu arada kanser tedavisi gören Esed tam da iyileşme aşamasında iken 1982 yılında düşer kalça kemiği kırılır. İki defa ameliyat olan Esed, uzun bir tedavi sonucu sağlığına kavuşur. Bu arada çok sevdiği hatta vatandaşı olduğu Pakistan’dan ve yine çok beğendiği bir şahsiyet olan devlet başkanı Ziyau’l-Hak’tan bir davetiye alır. Bir an önce hazırlanıp uçmak için çaba gösteren Esed ailesi ne yazık ki, kötü bir haberle hayalleri yıkılır. Pakistan devlet başkanı bir uçak kazasında öldürülür. Bu arada İspanyada yaşayan Esed çifti yeni bir kaza ile sarsılır. İkinci kalçası da kırılan M. Esed Boston’da ameliyat edilir. Yaklaşık beş yıl önce Portekiz’den İspanya’ya (Mijas) göç ettiklerinde nereden bileceklerdi Esed’in bir gün buraya defnedileceğini. Hayatını İslam ülkelerinin birlikteliğine ve Kur’an’ın mesajının doğru anlaşılmasına vakfeden, bu uğurda gitmediği belde görüşmediği insan kalmayan Esed, 20 Şubat 1992 de vefat eder. Gırnata’da küçük bir Müslüman mezarlığına bir garip gibi defnedilir. Bundan sonraki hayatı hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan Pola Hamide’nin 2007 yılında vefat ettiği bilinmektedir.
Not: Kitabın tanıtımını yapmaktaki amacım, onun okuyucuyla buluşmasını sağlamak. Gerçekten yetenekli bir düşünürün, başarılı bir gezginin, güçlü edebi tasvirleriyle Müslümanların beğenisini kazanmış bir aydının, 350 sayfadan oluşan bir eserini üç beş sayfayla tanıtmanın zorluğunu sizler de takdir edersiniz. Benim maksadım sizleri ayrıntılarda boğmak değil, aksine bir merak uyandırıp kitabın okunmasını sağlamak. Selam ve dua ile.