Lâ Dinilerin Galibiyetine Sevinmek Nifak Alâmetidir

İnsanlığa, hukuka ve Müslümanlara alan açmaya çalışan, ümmete dostluk elini uzatanları din, ümmet ve hilafet düşmanlarıyla aynı görmek, basiret körlüğü, firaset yokluğu değilse mankurtlaşmış olmanın alâmetidir. Sizi bilmem günahkâr dahi olsa bir Müslümanın kesip attığı bir tırnağını dahi dünya kâfirlerinin topuna değişmem!.

İmanın çocuğu olmayanlar, zamanın çocuğu oldular. Zamane dostları ayıpların casusluğunu yaptılar. Düşmanlarını sevindirmek için birbirlerine kumpaslar kurdular. Dinin dışında işler yapınca da tümden kudurdular. 

Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen dinlerinin mahkûmiyetine üzülmeyenler, din düşmanlarının galibiyetlerini alkışlamayı ibadet zannederler. İslâmi şuur konusunda Türkiye’de bir arpa boyu ilerlememişiz. Bunca kitap, dergi, vakıf, dernek çalışmalarına rağmen hâlâ dinimizi yürürlükten kaldıran din düşmanlarımıza umut olmaktan öteye geçememişiz. Ülkenizin gâvurları gâvurluklarını icra etme hususunda sizin varlığınızdan ilham alıyorlarsa, din ve dindarlık adına siz yok hükmündesiniz! 

Hilafetin ilgasından bu yana Türkiyeli Müslümanlar olarak cahili bir birikim ve küresel bir kuşatmayla karşı karşıyayız. Galiba bu kuşatmayı kırmaya ve dinimize dayalı bir tevhidi dünya kurmaya şuurumuz ve gücümüz yetmemektedir. Türk Aydınlarına yenik düşmüşüz. Batının planlarını, projelerini, fikirlerini kendi planları, projeleri ve fikirleri olarak sahiplenip savunanlara “Türk Aydınları” diyorlar.

İslâm’ın merkezi gücü (Ümmet Devleti ve hilafeti) yıkıldı. İslâm dünyası küçük devletçikler halinde parçalandı. Bu dönemler İslâm dünyasının bütünüyle mağlubiyet dönemleridir. İslâm dünyası diye bir güç yoktur nerdeyse. Dağıtılmış, savaş yorgunu, sindirilmiş, kimliğinden utanan bir dünya vardır. Bugün bile bu dünya var olmaya devam etmektedir. Peki, bugünün gerçeği nedir? Bugünün gerçeği İslâm ülkelerinde hâlâ batı efsununun, yönetimler ve aydınlar üzerindeki etkisi devam etmektedir. “Üstün değer” hâlâ Batı dünyasının değerleridir. İslâm’ın kuvveti, kendi diyarında ve kendi dünyasından oluşacaktır. Bunu Müslüman halklar biliyor, ancak yönetimler anlamamak için direniyor. Onun da sebebi, yönetimlerin çoğunluk itibariyle uluslararası güç odaklarıyla içli-dışlı olması, bir bakıma varlıklarını bu çevrelere bağlamasıdır. Emperyalist Batı, kendi ideolojisini, düşünce yapısını, plan ve projelerini İslâm Ümmeti’ne zerk ederek, onlardan devşirebildiği, mankurtlaştırdığı kişileri, kendi çıkarlarını sağlamak için kullanmıştır. İslâm dünyası bir gün Batı ile hesaplaşacak. Bu kaçınılmaz bir şey. Bunu, bir yandan İslâm dünyasının şu an içinde bulunduğu durumdan kurtulma mücadelesi zaruri kılıyor; diğer yandan da, İslâm mesajının gittikçe Batıyı daha çok etkilemesi vakıası gerektiriyor. Biri, İslâm dünyasının boynunun borcu; diğeri, Batı’nın kendini savunma düşüncesinin uzantısıdır.

Yüz-yüz elli yıldır Batı, İslâm dünyasında belirli bir operasyonun icracısı durumunda. İslâm dünyasının merkezi otoritesini yıkmış, onun bünyesinden minyatür devletçikler çıkarmış, onlara sistem şablonları sunmuş. Bunun anlamı, İslâm dünyasının, Batı stratejisine, daha açıkçası Batı çıkarlarına uygun şekilde dizayn edilmesi demek. Bunun sonuçları ne olmuş?

İslâm dünyası bütünlüğünü kaybetmiş. Ümmetten ulusa geçilmiş ve ulus devletçikler Müslüman kavimlerin hapishaneleri haline gelmişlerdir.

Müslüman ırklar, İslâm dışı sistemlerin avucunda, orijinal İslâmi kişiliklerini kaybetmişler.

İslâm dünyasının zenginlikleri Batı’nın sömürge alanı olmuş.

Müslüman ırkların onurları kırılmış, burunları sürtülmüş ve insanlığa verecek mesajı olmayan geri topluluklar derecesine indirgenmiş.

Bütün bunlar, birbirleriyle alakalı bir operasyonun sonucu. Ve İslâm dünyası açısından bir fasit daire halinde. İslâm dünyası bu fasit daireden kurtulmak zorunda. Ve eğer kurtulacaksa Batı ile er geç hesaplaşmak zorunda. Batı emperyalizmi; “İnsanları sosyokültürel kimliklerinden soyutlayıp ‘mankurt’ haline getirerek kendi çıkarları için kullanma” dır. Bizim kanaatimiz o ki zaman öyle bir hesaplaşmaya doğru akıyor. Çünkü İslâm dünyasında, böyle bir hazırlığın ışıltıları gönüllerde doğmaya başlamış bulunuyor. Başarısızlık bir gün sizi kuşattığında iman kaynaklı tek bir hamle bile sizin için kurtuluş sebebi olabilir.

Hilafetin ilgasından sonra gaflet uykusuna yatan Müslümanları yeniden uyandırmak ve şuurlandırmak gayreti içerisinde bulunan Müslümanların Kelime-i Tevhid’in başındaki “Lâ” yı gündemlerinden düşürmemeleri gerekmektedir. Allah’ın arzında kime ve neye “Lâ” dediklerini bilmeyen Müslümanların istikbal ve istiklalleri olmaz.

Hilafet-i şer’iyye’nin yokluğunda siyaset sahnesini çoğu zaman cahili sermaye şekillendirmektedir. Annelerine tecavüz edenlere baba diyenlerin çoğaldıkları bir ülkedeyiz. Mankurtlaşma zirve yapmış bulunmaktadır. İnsanlığa, hukuka ve Müslümanlara alan açmaya çalışan, ümmete dostluk elini uzatanları din, ümmet ve hilafet düşmanlarıyla aynı görmek, basiret körlüğü, firaset yokluğu değilse mankurtlaşmış olmanın alâmetidir. Sizi bilmem günahkâr dahi olsa bir Müslümanın kesip attığı bir tırnağını dahi dünya kâfirlerinin topuna değişmem!.

Hilafet-i şer’iyye’nin yokluğunda Cumhuriyet döneminde sosyolojik bir tespit olarak seçilenler hep zengin, seçtirenler ise hep fakir kalmıştır. Her dönemin yeni haramileri olmuştur.

Kıyamet şartları da yaşansa Müslümanın Müslümana ihtiyacı, insanın ekmeğe ve suya olan ihtiyacından daha fazladır. Bu hakikati idrak etmeyen Müslümanların bağrından çıkmış olan birtakım gericiler, Lâ dinilerin dönemsel ve mevsimsel zaferlerine, galibiyetlerine sevinmektedirler. Dinine ve din kardeşlerine sadakati olmayanlardan lâ dinileri alkışlamaktan başkası da beklenemez.

Akit / Mustafa Çelik