Bir şeyi yerli yerinde kullanmaya adalet denildiğini biliyoruz. Aksini yapmak zulümdür. Bazı duygu durumlarının eyleme geçmiş biçimleri buna en güzel örnektir. Söz gelimi kıskançlık. Yerli yerinde gösterilmezse karşıdaki kişiye zulüm olmuş olur. Eşini kıskanan kadın ya da erkek, şayet bu durum ölçüyü aşmamışsa duygusunda adalet üzeredir. Başkasının malını mülkünü, başarısını hatta iyiliğini kıskanıyorsa bir kişi işlediğinin zulüm olduğunun farkında olmasa da tek kelimeyle zalimdir. Kıskançlık eğitilebilir bir psikolojik durumdur oysa. Kendinde olmayanı başkasında gördüğünde “Ben de yoksa onda da olmasın” gibi bir hisse kapılmak yerine ondakinden Allah bana da versin demek daha sağlıklı olur.
Sağlıklı imrenme ve sahip olma arzusuna “gıpta” diyoruz. Bu kelimeye çoktandır hayatın içerisinde rastlayamıyoruz. Sanki gıpta kelimesi tedavülden kalktı ya da yer yarıldı da içine girdi gibi. Gıpta ortalıkta görünmediğine göre gıpta eden kişiye de rastlamak mümkün olmayacaktır elbette. Kıskançlık hastalığının panzehri diğerkâmlıktır. Bakın bu kelimeden de ne zamandır haber alınamıyor. Başkasını kendine tercih etmek anlamına gelen diğerkâmlık çok esaslı bir nefis terbiyesidir aslında. Sahip olma duygusunun vahşileşmesini engellemek ancak başkasının iyiliğini kendinden daha çok istemekle mümkündür. Kendi benini kutsayan kimsenin kişiliğini de yel alıp götürmüştür.
Bir kişinin sizi kıskandığını, en iyi dilinin susup bedeninin konuşmasından anlarsınız. Bakışları sağa sola kayar, aniden yere düşer, göz kontağı kurmaktan sakınır. İçten içe bütün benliğini saran bir yakalanma korkusu vardır. Bütün iyilik ve güzellikleri sadece kendine yakıştırıp, yine sadece kendi hakkı saydığından başkalarının başarısını kendine yönelik bir saldırı gibi görür. Kıskançlığın bir adım ötesi hasettir. Haset, bir tür hırs kanseridir. Hasetçi kişi elinden gelse başkasının güneşini engelleyip, yağmurunu kesmeye çalışır. Çünkü neşesinin ve saadetinin kaynağı başkalarının yıkımı, hüsranı ve üzüntüsüdür.
Kıskanç kişi, bir şekilde eline geçirdiğine inandığı ayrıcalığı doya doya yaşama peşindedir. Bir toplumda bütün hayran bakışlar ona yönelmelidir, zira bu onun hakkıdır. Bu kanaati itikat haline getirdiği için aksi bir durumla karşılaştığında yapamayacağı sinsilik ve fesatlık yoktur. Ne de olsa kıskançlar aynı fenalığı başkaları da kullanmasınlar diye düşmanlığı sinsice yapar ve sonucunu duvar arkasından keyifle izlerler. Kıskanç isminizi anmak istemez; şayet isminizi anarsa büyüyüp neşvünema bulacağınızın endişesini derinden yaşar. Bütün kaygısı ve korkusu sizin onu geçmenizdir.
Ben kıskanç insanları nedense hep böceğe benzetirim. Apansız bir tarafınızdan ısırıp yok olur. Siz ısırığınızla uğraşıp dururken ısıran kişiyi çoktan gözünüzden kaçırmış olursunuz. Kıskançlık, bir taksimat kavgasıdır. Öyle bir paylaşımdır ki bu bir taraf paylaşılan şeyin hepsinin kendisinin olduğunda ısrar etmektedir. Kendi sahip olduğu şeylerin çokluğuna ve güzelliğine sevinmekten ziyade başkalarının o şeylere sahip olmamalarının keyfini çıkarır.
Kıskançlık sahip çıkma duygusundan neşet ediyorsa bu adil bir duygulanım biçimidir. Koruyup gözetme gibi bir bağlılığın tezahürüdür. Eşlerin birbirlerine yaklaşımında görülen bu hissiyat çiftler arasında korunak teşkil eder. Fakat aynı sahip çıkma duygusu eşyaya, mala mülke ve gayrimenkule kadar uzanıyorsa durum son derece karmaşık bir hal almış demektir.
Bende mala mülke karşı kıskanma duygusu yerini şaşırmaya bırakmıştır. Bu kadar büyük büyük binalara sahip olan insanlar bu ağırlığın altından nasıl kalkıyorlar? Kendi kendime hep bu soruyu sorup böylesi servetlere, pahalı hasretlere sahip olmadığım için kendimi hep şanslı hissedip bu devasa varlığa sahip olanlara ise taşıyabilecek daha az mülkiyete sahip olabilmeleri için dua ederim. İnsan yoklukla ve azlıkla bir yere kadar baş edebilir; fakat varlıkla ve çoklukla baş etmek öyle sanıldığı kadar kolay değildir.
Bazı insanlar vardır çevrenizde, yolunda gitmeyen işlerinizi, bedbaht durumlarınızı durup durup size sormaktan müthiş zevk alırlar. Hiç yorulmadan defalarca kaybettiğiniz sınavınızı, yitirdiğiniz paranızı, icraya düşen evinizi ve işyerinizi sormaktan yorulmazlar. Ama kazandığınız imtihanları, yolunda giden işlerinizi, müstesna mutlu anlarınızı, takdir edilesi başarılarınızı ise duymazdan ve bilmezden gelmede üzerlerine yoktur. Kıskançlık, kıskanan kişinin elinden başka bir şey gelmeme durumudur. Şükredilesi bir şeydir bu aynı zamanda. Ya bir de elinden kıskandığı kişiye karşı bir şey gelmiş olsaydı kim bilir neler yapardı? Muhtemelen sahip olduklarıyla kendisinin dengesini bozan kişiyi ne yapar eder bu gezegenden uzaklaştırmak için, yok etmek dahil her çareye başvururdu.
Hüseyin Akın/Milli Gazete