Bundan yaklaşık 9 yıl önce, 1 Ekim 2009 günü Fransa basınında ilginç bir haber yer aldı. Haberde, Fransız yetkili makamlarının, Interpol kanalıyla üst düzey dört Faslı hakkında arama kararı çıkarttığından söz ediliyordu.
Yakalanarak Fransız adaletine teslim edilmesi istenen isimlerden biri emniyet genel müdürü, biri eski istihbarat şefi, biri gizli servis ajanı, sonuncusu da adam kaçırma işinde usta bir istihbarat elemanıydı. Konu, ilgililerin tahmin ettiği gibi, Faslı muhalif politikacı Mehdi bin Bereket’in 29 Ekim 1965 günü Paris’te ortadan kaybolmasıydı. Fransız adlî makamları, görünüşe bakılırsa, Bereket’in akıbetinden Fas’ı resmen sorumlu tutuyor, ancak bunu yaparken de operasyona Fransız istihbaratının iştirak ettiğini de zımnen kabullenmiş oluyordu. Herkesi şaşırtan bu gelişmenin ardından, ertesi gün, Paris Savcılığı kararın askıya alındığını duyurdu. Gerekçe, daha fazla detayın ortaya çıkmasının beklenmesi gerektiğiydi. Bu açıklama, Bereket’in ailesi başta olmak üzere, kimseyi tatmin etmeyecekti elbette.
1920’de Fas’ın başkenti Rabat’ta, bir bürokratın oğlu olarak dünyaya gelen Mehdi bin Bereket, gençlik yıllarından itibaren bağımsızlık hareketlerinin içinde yer aldı. Fas’ın bağımsızlığını kazandığı 1956’dan önce, Veliaht Prens Hasan’ın özel eğitmenliği görevini yürüttü. 1959’da sol çizgideki Ulusal Halk Kuvvetleri Birliği’ni kuran Mehdi bin Bereket, iki yıl sonra babası Kral Beşinci Muhammed’in yerine tahta çıkan eski öğrencisinin iktidarında, ummadığı bir baskıyla karşılaştı. Fas’ın yeni kralı İkinci Hasan, aralarındaki köklü hukuka rağmen, Mehdi bin Bereket’i kendisine hedef seçmişti. Ülkede daha fazla kalamayacağını anlayan Bereket, 1963’te İsviçre’ye iltica ederek Cenevre’ye yerleşti. Mehdi bin Bereket Fas’tan uzaklaşmış olsa da, özellikle sosyal adaleti ve insan haklarını öne çıkaran söylemlerinin Faslılar üzerindeki etkisi büyüktü.
Kral İkinci Hasan, sadece Avrupa’da değil “Üçüncü Dünya” ülkelerinde de destek arayan Mehdi bin Bereket’in kendi iktidarı ve tahtı için direkt şekilde tehlike oluşturduğunu düşünmeye başlamıştı. Bereket’in Che Guevara ve Malcolm X gibi simge isimlerle dostluğu, onu daha da “tehlikeli” hale getiriyordu. Kral, yaklaşık iki yıl boyunca tüm bu trafiği izledikten sonra, radikal bir karar aldı: Mehdi bin Bereket, yok edilecekti. Operasyonun kusursuz biçimde gerçekleştirilmesi için 1965’in mayıs ayında İsrail gizli servisi Mossad’la temasa geçen Kral, İsrailli yetkilileri ikna etmeyi başaramayınca, kendisine çok yakın İçişleri Bakanı Muhammed Ufkir’i Tel Aviv’e gönderdi. Kral’ın İsrail tarafına sunduğu teklif cazipti: Mehdi bin Bereket’in ortadan kaldırılması karşılığında, Fas’ın kapıları İsrail’e ardına kadar açılacaktı. Çeşitli müzakerelerin ve değerlendirmelerin ardından, operasyonun uygulanması için Paris seçildi. Fransız gizli servisinin duruma müdahil olmasının esas nedeni, Fas’ta iktidar değişiminin istenmemesiydi.
Kapalı kapılar ardında tüm bunlar olurken, Mehdi bin Bereket, Küba’nın başkenti Havana’da 1966 başında toplanacak uluslararası “devrimciler” kongresinin hazırlıklarıyla meşguldü. Alınan karara göre, operasyon, bu tarihten önce tamamlanmış olacaktı. Bu süreçte Mehdi bin Bereket, bir gün, Fas’taki durumla ilgili belgesel çekimi için kendisini Paris’e davet eden bir telefon aldı. Kendisine ulaşan kişi tanıdığı bir isim olunca, durumdan hiç şüphelenmeyen Bereket, 29 Ekim 1965 günü Paris’te kendisine randevu için verilen adrese gitti: Saint-Germain Bulvarı üzerindeki ünlü pastane Brasserie Lipp.
Tam pastanenin kapısından içeri girecekken, kaldırımın kenarına park etmiş bulunan plakasız bir otomobile davet edilen Mehdi bin Bereket’in son görüldüğü yer, orası oldu.
Sonradan ortaya çıkan ayrıntılara göre, Mehdi bin Bereket, Fas İçişleri Bakanı Muhammed Ufkir’in de bizzat hazır bulunduğu işkence dolu bir sorgudan sonra öldürülmüştü. Bugün bile henüz belli olmayan şey ise, cesedine ne yapıldığı. Birinci teori, Seine Nehri üzerindeki bir adaya gömüldüğü yönünde. İkinci teori, cesedinin parçalanıp Fas’a götürülerek asitte eritildiğini öngörüyor. Üçüncü teori, parçalara ayrılan vücudu çimentoyla karıştırılıp Paris’e gömüldükten sonra, kesilen başının bavul içinde Fas’a taşınıp Kral İkinci Hasan’a takdim edildiğine dair. Dördüncü seçenekte ise, cesedinin yakılıp küllerinin Seine Nehri’ne savrulduğu tahmini var. Fas ve Fransız yetkili makamları dosyanın üzerini hâlâ sımsıkı kapalı tuttuklarından, bunlardan hangisinin gerçek olduğunu henüz bilmiyoruz.
Mehdi bin Bereket olayında net olan belki de tek nokta, operasyonun İsrail-Fransız-Fas istihbarat örgütlerinin ortak çalışmasıyla gerçekleştirilmiş olması.
Aradan tam 53 yıl geçtikten sonra, bugün, yukarıdaki denklemde Mehdi bin Bereket’in yerine Cemal Kaşıkçı’yı, Kral İkinci Hasan’ın yerine Muhammed bin Selman’ı, Muhammed Ufkir’in yerine de Suud el Kahtanî’yi koyunca, ortaya çarpıcı bir tablo çıkıyor. Denklemin tek ‘aykırı’ bileşeni, hedef seçildiği artık açıkça anlaşılmış bulunan, olay yeri Türkiye.
İsrailli gazeteci Yossi Melman, Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinden kısa bir süre sonra attığı —ardından hemen sildiği— bir tweette, Suudi gazetecinin akıbetinde Mossad’ın parmağı olabileceğinden söz ederek, örnek olarak Mehdi bin Bereket suikastını göstermişti.
Tam buradan bakınca, şu soru kaçınılmaz hale geliyor: Acaba, yakın tarihteki kaç “faili meçhul” olayda benzer kirli ortaklıklar başrol oynadı?
Yeni Şafak / Taha Kılınç