Kendimizi Aramaklar Yolculuğu 4

Dışarıda onca facia yaşanır da yine gözlerimiz kendini evine hapseder. Perdeleri çeker kulağımızı kaparız dış dünyaya. Pencerenin bize gösterdikleri boşuna mıdır?

Bu Yazı İktibas Dergisinin Ekim 2021 sayısında yayınlanmıştır.

Fotoğraf ve şiirler Mehmet Akif Coşkun

 

Pencereden pencereye konan bir kuş gibi akıp gidiyor ömrümüz.  

Oysa pencereler kapılardan farklıdır. Kapılar bizleri dışarıya karşı koruma görevini üstlenmiş muhafızlar gibidir. Oysa pencereler farklıdır. Dış dünya ile aramızda sadece bir cam vardır. Dış dünya adeta  gözlerimizin önüne çerçevelenmiştir. Dışarıda olan bitenin müşahidi olsak da, bizi dış dünyadan ayırmasıyla o dünyaya ait olmadığımızı ilan etmektedir. O dünyadan alıkoymaktadır bizi.  Pencere, bir kapı kadar korumayabilir. Hassastır, en ufak darbede tuzla buz olabilir. Fakat onlar, pencerenin ötesindekilere karşı bizim nerede durduğumuzu iliklerimize kadar hissettiren ulvi bir ayraç gibidir. Şunu hiç merak ediyor muyuz; pencerelerin gösterdiğini onlar olmadan gözlemliyor olsaydık ne değişirdi?

 

Penceremde bir leke 

 

soramazsın bir hatır

selamlar içiçe bir kabzada birikir

bir çay koyarsın kendine

kendi demlenir

o mahut sandalye o bildik kelepir

işte o pencere

o ruhsuz ve renksiz dünyaya ketlenir

Pencerenin lekeleri arasından güneşin parlaklığını seyrederiz. Lekeler her ne kadar görüşümüzü engelleseler de onların varlığıyla nefes alırız. Sokaktan geçen insanların telaşı, hüznü ve sevinci ile ünsiyet kurarken ama aynı zamanda o sokağın bir yolcusu da biz olduğumuz hatırımıza gelir, pencerenin lekelerine vurarak geçmişimizi mütalaa ederiz. Bu yüzden zaman zaman bile isteye pencerenin kirine merhametimizi de yansıtırız. Zihnimizi harekete geçiren ne ise o yoldaş olur bize.

Satır satır akıp giden ömrümüzü seyrederiz sonra. Pencere, odamızda yaşadığımız onca şeye şahitlik ederken biz pencerenin ardında, pencerenin bize gösterdiği kadarıyla yaşananlara şahit oluruz. Pencere bize şahit, biz pencerede şahit. Sokak bizim olsa da, yani o sokağın müdavimi olsak da,  pencerede durdukça garip bir yabancılık hissederiz. O sokağa eklemlenmiş evler, dükkanlar, sokağı bölen yollar ve insanlar. Hepsine ayrı ayrı yabancıyızdır sanki. Başı yukarıda pencerelere dikkat kesilen kaç kişi vardır? Biriyle dahi göz göze gelebilir miyiz?  Yabancılığımızı ortadan kaldıracak bir müdahele olur mu?

Ne çok beklentimiz var değil mi? Boşuna mı çıkarız sanki pencere önüne. Boşuna mı seyrederiz pencerenin bize gösterdiklerini. Pencere bize hep aynı sokağı gösterir, hep aynı manzara. Biz öyle miyiz? Her pencereye çıktığımızda farklı bir duygu içindeyizdir. Her zaman farklı bir dert ile kendimizi gösteririz camdan. Aklımızdan geçenleri sokağın havasına bırakırız da kimse farkında olmaz. Bundan şikayetçi olmayız fakat. Kapılara işlenilen derdimiz farkedilsin diyeydi. Oysa pencereye işlenilen derdimiz farkedilmesin diyedir. Her derdi işfa etmek insan ahlakına yakışmaz. Bu dengeyi işte biz kapılar ve pencereler arasında kurmaya gayret ederiz.

Pencere açık cam kırık dışarıda

fırtına kopar gamsızım

parmaklarımın arasında üç harf

nun-fe-kaf

çoğalmaya başlar sancısızım

Dışarıda onca facia yaşanır da yine gözlerimiz kendini evine hapseder. Perdeleri çeker kulağımızı kaparız dış dünyaya. Pencerenin bize gösterdikleri boşuna mıdır? Zihnimiz harekete geçirmeye olanak tanırken aynı zamanda o faciaya karşı harekete geçmemize de davet çıkarmaktadır. Ne oldu bize? Pencerenin bizi şahit tuttuklarına karşı kapımız neden hala kapalı? Derlerki gemi limanda emniyettedir, fakat gemi limanda durmak için yapılmamıştır. İnsan olmanın, olabilmenin gayesi de bu değil midir? Evimiz mezarımız olmamalı. Perdeler sık sık aralanmalı. Pencere ara ara açılmalı. Dışarıdaki olan bitene kayıtsız kalınmamalı. Odamız havalandırılmalı. Dışarının havası temiz olup olmamasının bir ehemmiyeti yok. Temiz hava girdikçe şükrümüz artar, kirli hava girdikçe rahatsızlığımız. İkisine de muhtacız. Bunu anlamalıyız.

Penceremde akşam aksi kitapların

Türlü türlü ışıklar iniyor gözlerime

Cam fanus içinde bir şehir beni bekler

Evimiz bizim sığınağımız olsa da bizi hayata bağlayan o pencerenin gördüğü ve de ötesi olan dış dünyadır. Sokaklarına karışmak, insanlarına karışmak kaçınılmaz olduğu gibi gereklidir de. Kendimizi aramaklar yolculuğumuz evimizden çıkmakla başlar. Yollar böler bizi, sokaklar böler bizi, keza insanlar. Onların arasında yol alırız. İşte bu hal ile yol alırken zaman zaman o sokağa mesken olanlara da dikkat kesilmeliyiz. Pencereden dış dünyaya şahit olan bizler, dış dünyanın hemgamesinde yol alırken, dışarıdan aceba nasıl görünüyoruz bir de onu gözlemlememiz gerekmez mi? Bu sefer şahit olunan biziz. Pencerede kendi dertlerini soluduğu havaya bırakırken bizim o kalabalıkta nasıl da telaş içinde yürüdüğümüzü fark eden yok mudur? Onun gözünde nasıl bir intiba bırakıyoruz aceba hiç düşündük mü?  Pencereden bizi izleyen kimse, hakkımızda gereksiz bir önyargıya sahip olmuş mudur? Bunu ancak kendimizden yola çıkarak anlayabiliriz.

Kara kışında pencerenin dışında içerdeki sıcaklığına duyulan özlem gibi

Dışarıda kendimizi aramaya çıktığımız bu yolculukta işte bu sebeplerden ötürü, dengemizi kaybetmeden kafamızı kaldırıp arada bir pencereleri okumayı bilmeliyiz. Ve hatta göz göze gelebilirsek bir selamı, bir tebessümü hiç olmadı onun zihninden tüm önyargıları ortadan kaldırabilecek hasbi bir bakışla, yahut bakışlarımızı kaçırmakla… Bakışları kaçırmakla pencerenin öte yüzünü okurken aynı zamanda o kalabalığın içinde kaybolmadığımızı da ilan etmiş oluruz. Pencereden bakan kimsenin bitmez tükenmez bir özlemle aradığı budur. Bunu kendimizden biliriz.