Müsamahakârlıktan Tahammülsüzlüğe
Biz eskiden hem birbirimize, hem de farklı inançlara ve milliyetlere mensup insanlara “nazar-ı müsamaha” (hoşgörü) ile yaklaşırdık. Kimse kimsenin inancına, ibadetine, kıyafetine “yan göz” bakmaz, “kem söz” etmezdi.
“Irkçılık” gibi, “Ötekine tahammülsüzlük” de “Batı hastalığı”ydı ve içimize “Batılılaşma süreci”nde girmişti. İçimizde büyüdü gelişti ve iş “kafatası ölçümü”ne kadar gitti: Acaba eski beyler ve tanınmış kişiler “katıksız Türk” müydü?
Bu işin eğitimini alması için Ayşe Afet (“Ayşe”yi hiç kullanmayan Prof. Dr. Afet İnan) Hanım, İsviçre’ye gönderiliyor.İsviçreli antropolog Prof. Dr. Eugène Pittard rehberliğinde Cenevre’de doktorasını yaparken, Türklerin “gerçek Türk” olup olmadıklarını (antropolojik özelliklerini) merak ediyor ve bu konuda Atatürk’ten yardım istiyor.
Atatürk de “Sıhhiye Vekâleti”ne (Sağlık Bakanlığı) bir talimat geçiyor: Buna göre eski mezarlar açılacak, kafatasları toplanıpistenen adrese gönderilecektir.
5 Ağustos 1935 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan “hükümet tebliği” hayli ilginçtir. Şöyle buyruluyor: “Eski Selçuklu, Danışmendli ve Osmanlı mezarları açılarak kafatasları toplanacak ve Antropoloji Müzesi’ne gönderilecektir…” (o tarihte böyle bir müze sadece tasavvur olarak vardır, sonra da kurulamamıştır).
Mülki âmirlere emir veriliyor ve vatan sathında bir “kafatası avcılığı” başlıyor! Başta bazı Selçuklu sultanları ile Anadolu beyleri olmak üzere, binlerce mezar açılıyor. İlk plânda 40.000, ikincisinde 60.000 olmak üzere toplam yüz bin (64 bin diyenler de var) civarında kafatası, mezarlarından çıkarılıp istenen kuruma gönderiliyor.
“Kafatası avcılığı”ndan meşhur mimarimiz Koca Sinan bile nasibini alıyor. O günlerde bazı Avrupa gazetelerinde Mimar Sinan’ın Türk olmadığına ilişkin birkaç yazı çıkması bahanesiyle 1 Ağustos 1935’te Türk Tarih Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kurumu) Asbaşkanı Prof. Afet İnan, aynı kurumun üyesi Hasan Cemil Çambel ve Antropolog Şevket Aziz Kansu ile birlikte Süleymaniye Külliyesi’ne gidip Sinan’ın mezarını kırıyorlar.
Konu, “Mimar Sinan türbesinde araştırma” başlığıyla o zamanki Akşam Gazetesi’ne haber oluyor: “Mimar Sinan türbesinde araştırma… Süleymaniye’de Mimar Sinan türbesinde yeni bir araştırmaya başlanmıştır.
“Araştırmada itfaiye de çalışmaktadır… Alâkadarlar çok ketum davranmakta ve yalnız tarihî tetkikat yapıldığını öne sürmektedirler… Bu araştırmanın zabıtayı mı, asarı atikayı (eski eserler) mı alâkadar ettiği belli değildir.”
Diğer gazetelerde de “Dâhi San’atkâr’ın kafası mezarından çıkarıldı” başlığıyla yer alıyor.
Sinan’ın kafatası bir yerlere götürülüp Almanya’dan ithal edilen âletlerle ölçülüyor. Kafatasının azami genişliği azami uzunluğuna bölünüp 100’le çarpılarak “kafatası endeksi” çıkarılıyor. “Dorikosefal” çıkarsa Avustralyalı, Günay Afrikalı ve Aborjinyerlilerine mensup sayılacak, “Mezosefal” çıkarsa ya Avrupalı veya Çinli sayılacak, “Apotomosefal” çıktığı takdirdeErmeni olduğuna karar verilecek, ancak “Brakisefal” çıkması halinde Sinan, “Türk” ilan edilecektir!
Sonunda Koca Sinan “Türk” ilân ediliyor. Peki, başka bir millete mensup olsaydı, eserleri yakılıp yıkılacak mıydı? Türkiye’ye 400 civarında şaheser armağan eden Sinan, kim olduğunu yeterince ispat etmemiş miydi?
Burada başka bir sorun da var: Türklerle birlikte Moğollar, Kızılderililer, İsviçreliler, Bavyeralı Almanlar, Fransa’nın orta bölümünde yaşayan topluluklar, Boşnaklar, Gürcüler ve bir kısım Ermeniler de “Brakisefal” kafalıdır. Şimdi ne olacak?
Kafatası kabrine iade edilmiyor. Unutulup gidiyor. Sinan o gün bugündür kabrinde kafatası olmadan ebediyeti yaşıyor. Hesaplaşma ise Mahşere kalıyor.
Akit / Yavuz Bahadıroğlu