Bosna’da güncel işsizlik oranları %40’lar düzeyinde. Hatta bazı dostlarım, gerçek rakamın %50’ye dayandığını anlatmıştı. Bu işsizliğin sebebini sorduğumda aldığım cevapsa çok netti: “Üretim olmayınca iş de yok.”
Türkiye İstatistik Kurumu, Türkiye’de ocak ayında gerçekleşen işsizlik oranını 14,7 olarak açıklayınca o cümle geldi aklıma: “Üretim olmayınca iş de yok.”
Türkiye’nin yıllara göre işsizlik rakamlarına baktığımızda bu 14,7’nin nasıl korkunç bir rakam olduğunu daha iyi görebiliyoruz. 90’lı yıllar boyunca 10’lu rakamların altında kalan işsizlik, 2000-2010 arasında ise 10’lu rakamların hemen etrafında seyretmiş. Bir tek 2009 yılında 14’ü görmüş.
2010 sonrasında da durum aşağı yukarı aynı. 2017’yi 10.9 oranı ile kapatmışız mesela.
2019’u ise böyle giderse 13’ler düzeyinde kapatacağız gibi duruyor.
Asıl can sıkıcı rakam ise genç nüfus işsizlik oranı. Ocak ayında 6,8 puan artışla yüzde 26’7’ye erişmiş genç işsiz oranımız.
Ekonomist değilim. Dolar alsam dolar düşer, altın alsam altın düşer. Dolayısıyla ekonomist olmadığım gibi ekonomiden anlamadığım da benim açımdan acıklı bir gerçektir. Fakat sosyolojiden birazcık çakarım. Ve sosyoloji bu istatistikler üzerinden bana diyor ki “aman dikkat, ha patladım, ha patlayacağım.”
“İş hayatına katılacak 10 gençten 3’ünün iş bulamadığı/bulamayacağı bir yere nasıl geldik?” sorusu ekonomistlerin, çok parlak planlamacılarımızın falan cevaplayacağı sorulardır.
Ben yine de aklımın erdiğini söyleyeyim. 81 il’e açılan 81 üniversite ile genç işsizlik oranını bir bakıma “kabul edilebilir rakamlarda tutma” projesi görülüyor ki sonuna gelmiş durumdadır. Bu üniversiteler mezun vermeye başlayınca genç nüfusun istihdamı sorunu olanca ağırlığıyla geri geldi. Üstelik bu sefer elimizde üniversite bitirmiş bir genç işsizler ordusu var. 100 küsur bin ilahiyat öğrencisini, 100 küsur bin iletişim öğrencisini, bilmem kaç bin Türk Edebiyatı öğrencisini ne yapacağımız büyük bir muamma. Çünkü görülüyor ki bu öğrenciler okullarına alınırken mezun olduklarında nerede iş bulacaklarına dair bir planlama yapılmamış, yapılamamış. Üstelik “branş dışı istihdam” konusunda da elde bir plan yok rakamlardan anladığımız kadarıyla.
Bunca plansızlığın üzerine bir de ekonomik kriz devreye girince 26,7 rakamına gelip çatmış bulunuyoruz.
Hadi pratik bir yerden konuşalım. Devletimiz, küçük-büyük işletmelerin gelirlerinin %25’ine doğrudan ortak vergiler üzerinden. Ve devletimiz şunu çok iyi biliyor ki söz konusu “şirket içi vergi düzenlemesi” olduğunda büyük işletmeler fevkalade avantajlı durumda. Yani şu: Küçük işletmeler kazancının hatırı sayılır kısmını, büyük işletmeler ise pek azını devletimize vergi olarak ödüyor. Eh, hal böyle olunca en küçük ekonomik sarsıntıda elde kalan çözüm şu oluyor küçük işletmeler açısından: İşçi çıkaralım, çalışan düzenlemesi yapalım…
“Az kazanandan az vergi, çok kazanandan çok vergi” sistemi senelerdir konuşulur Türkiye’de. İşte en son ekonomik tedbirler paketinde de yer aldı. Uygulanacak mı peki? Elbette uygulanmayacak.
“Bunun çok çeşitli nedenleri var” diyor ekonomist arkadaşlarım. Bunun çok çeşitli nedenleri vardır elbette de 10 gencimizden 3’üne iş bulamıyoruz, onu ne yapacağız?
Belki de “büyüme” işini bunca fetiş haline getirmeyip büyüme rakamlarını azıcık stabil hale getirmenin vakti gelmiştir. Belki de üretimi, ama yüksek çıktılı üretimi gerçekten destekleyecek hakiki bir ekonomi modelini konuşmanın vakti gelmiştir. Belki de “planlama nedir, nasıl yapılır” konulu bir dersin vakti gelmiştir.
Ama diyorum ya, ben ekonomiden anlamam.
Yeni Şafak – İsmail Kılıçarslan