İlmin İzzeti
Çok sayıda kitabı Türkçe’ye de çevrilen Suudi Arabistanlı din adamı ve vaiz Âid el Karnî, geçtiğimiz günlerde çıktığı bir televizyon programında söyledikleri nedeniyle, Arap basınında manşetlere tırmandı. “Rotana Halîciyye” adlı kanalda Ramazan vesilesiyle konuşan Karnî, ilk kez bir canlı yayında Katar, Türkiye ve Müslüman Kardeşler Teşkilâtı (İhvân) aleyhine yorumlarda bulundu. Suudi Arabistan’ın bu üçlü tarafından düzenlenen organize bir saldırıyla karşı karşıya bulunduğunu savunan Karnî, “Buradan bu gece ilân ediyorum: Ülkemiz ve halkımız hedef alınmaktadır” dedi. Karnî, program sunucusunun “Şimdiye kadar bu tür konulara böylesine net şekilde girmiyordunuz. Ne değişti?” sorusunu da “Kırmızı çizgilerimiz aşıldı. Üç kırmızı çizgimiz var ve bunlarda son derece hassasız: Mutedil İslâm, vatanımız ve Muhammed bin Selman’a ettiğimiz biat” şeklinde cevapladı. Sorunun, bu cevabın verilmesi için sorulduğu açıkça anlaşılıyordu.
“Rotana Halîciyye” televizyonunun, Muhammed bin Selman’ın Suudi Arabistan’da ipleri eline almasından sonra, 2017’nin kasım ayında “yolsuzluk soruşturması” bahanesiyle gözaltına alınan ve başkent Riyad’daki lüks bir otelde birkaç ay rehin tutulan Suudi milyarder Prens Velîd bin Talâl’a ait oluşu, Âid el Karnî’nin sözlerini daha da dikkat çekici hale getiriyordu. Nerede, neyi, nasıl söyleyeceğini son derece iyi bildiği anlaşılan Karnî, konuşmasında İhvân’a özel bir parantez açmayı da ihmal etmedi. İhvân’ın politik amaçlar peşinde koşan, bozguncu, Kur’ân ve Sünnet’e muhalif bir yapılanma olduğunu iddia eden Karnî’nin, bu sözlerine delil getirirken “seçime giriyorlar” vurgusunda bulunması, durduğu yerden bakılınca ‘nokta atışı’ idi.
Karnî sözü, 1990’larda bizzat içinde yer aldığı, Suudi toplumunda siyasî uyanış ve ıslahı hedefleyen “Sahve Hareketi”ne de getirdi daha sonra. Şu anda birçok aktif üyesi hapse atılmış olan ve idamla yargılanan Sahve’den kendisini ustaca ayrıştıran Karnî, “Suudi toplumundan, o dönemde verilen aşırı fetvalar ve yapılan yanlış yorumlar nedeniyle özür diliyorum” ifadelerini kullandı. Karnî, bu sözlerini de “Dinimiz barış, güven ve affetme dinidir. Hamd olsun, bunu âlimlerimizin kaleme aldığı eserlerde açıkça görebiliyoruz. Henüz 24-25 yaşında olduğum zamanki fikirlerimle şimdiki düşüncelerimi kıyaslamamak lazım. 40’tan fazla ülkeyi ziyaret ettim, binlerce kitap okudum. Ayrıca birçok düşünürle, âlimle ve hikmet ehli insanla tanıştım” diyerek gerekçelendirdi.
Şu anda durduğu yeri ifade ederken, Karnî’nin çizdiği çerçeve enteresandı: “Şimdi, Muhammed bin Selman tarafından savunulan ve dünyaya tanıtılan mutedil ve açık İslâm’ın taraftarıyım.”
Televizyon yayınının hemen ardından, Âid el Karnî, ciddi bir eleştiri tufanıyla karşı karşıya kaldı. Sosyal medya kullanıcıları ve siyasî yorumcular, Karnî’nin henüz birkaç sene önce İhvân’a ve kurucusu Hasan el Bennâ’ya övgüler yağdırdığı konuşmalarını paylaşmakta gecikmediler. Karnî gerçekten de, adeta bambaşka biriymişçesine, bugün söylediklerinin tamamen aksini söylüyordu. Üstelik, birkaç sene önceki sözleri de, en az bugünküler kadar iddialıydı.
***
Âid el Karnî, politik gelişmelere ve hükümdarın siyasî tercihlerine göre sürekli yön değiştiren, istikametini tâca ve tahta bakarak belirleyen “sultanların âlimleri” sınıfının klâsik bir temsilcisi. Arap dünyasında şu anda hâkim trend haline gelen “Siyasal İslâm’ı boğma” sürecinin de aktif bir katılımcısı. Karnî elbette yalnız değil. Ortadoğu ve Arap dünyasında, kendisi gibi, yönünü sadece sultanlara dönen ve rüzgâr gülü misali deveran eden binlerce örnek mevcut. Diğer binlerce “sakıncalı” âlim, vaiz ve davetçi hapislerde çürütülürken ve ölümle yüzleşirken…
Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başını çektiği “Siyasal İslâm’ı boğma” furyası siyasî, askerî, ilmî, enformatik, akademik, istihbarî ve sosyal yönleri bulunan devasa bir kampanya biçiminde ilerliyor. Âid el Karnî gibiler, bu kampanyanın ilim ayağında gönüllü vazife yapıyor. “İlmin izzeti” mefhumunun içini tamamen boşaltıp, bambaşka bir içerikle yeniden doldurarak…
***
Suud-Mısır-BAE troykasının “Siyasal İslâm’la savaşı”nda Türkiye, Erdoğan ve Osmanlı düşmanlığı bilhassa önemli bir yer tutuyor. Parayla etrafa saldırtılan sosyal medya trollerinden gazete manşetlerine, televizyon yayınlarından siyasî söylemlere, bu düşmanlık için hiçbir fırsat kaçırılmıyor. Belli bir yaşa ve tecrübeye sahip insanlara bu propagandanın direkt şekilde etki etmesi zor. Ancak yeni yetişmekte olan heyecanlı, genç ve tecrübesiz kuşaklar, bu söylemlerin tesiri altında kalıyor.
İslâm’ın tarihe ve coğrafyaya dair bütün iddiaları ve teklif ettiği alternatifler, “Siyasal İslâm” etiketiyle mahkum edilirken, “düşman” olarak sadece mevhum bir “İslâmcılar” grubunu belleyecek, vurdum duymaz, çevresinde olan bitene karşı alakasız, gidişata müdahale noktasında isteksiz ve donanımsız, kolay yönetilecek, koyun sürüsü misali halklar meydana getirmek… Temel strateji bu. Ortadoğu’da Osmanlı yönetiminin tamamen çözüldüğü 1920’lerden itibaren Batılı emperyalistlerin yaptığını, bu defa hükümetler ve yönetimler kendi vatandaşlarına yapıyor.
İçinden geçtiğimiz şu sürecin halk bazındaki sonuçlarını, önümüzdeki on yıllarda “İslâm dünyası” dediğimiz kitlenin insan kalitesine ve ufkuna bakınca daha net anlayabileceğiz.
Yeni Şafak / Taha Kılınç