Hayrettin Karaman: Biraz da çare konuşsak

Samimi, dertli ve ehliyetli olan kim varsa bir araya gelip ortak akıl ve gerçeğin bilgisi ile mevcut şartlarda en uygun çareyi tartışmadıkça ve ortaya çıkan sonucu uygulamaya koymak için etkili faaliyet göstermedikçe olumlu bir sonuca ulaşmak mümkün değildir.

Yazarlar, eğitimciler, konuşmacılar, bilim adamları sınıfından birçok kişi son zamanlarda yoğun bir şekilde “battık, yittik, göçtük, ayağımızın altı kayıyor, şunu şunu kaybediyoruz” kabilinden yazılar yazıyor, konuşmalar yapıyorlar. Bunlardan bir kısmı sanki geçmiş zamanlarda benzeri olmamış gibi bugünün eksiklik ve aksaklıklarını abartılı bir şekilde sayıp döküyorlar, çare ve çözüm babında işe yarar, mevcut durum ve şartlarda uygulanabilir bir yol yöntem sunmuyorlar.

Nefis terbiyesinde bir “nefs-i levvame” kavramı vardır; kişi kusurunu bilmeli, onunla yüzleşmeli ama amaç ıslah-ı nefs olmalıdır; yani kusurun karşısındaki kemal, eksiğin karşısındaki tamam, kötünün karşısındaki iyi bilinecek ve ona yönelme hedeflenecek. Böyle olmaz da devamlı eksik kusur aranır, konuşulur, açığa vurulursa, ıslah yolu ve çaresi gösterilmezse kişi haline alışır, hali tabiileşir, kendini rahatsız etmez. “Nasıl olsa herkes böyle ve çaresi de yok” der yoluna devam eder.

Çare eğitim deniyor. Ayağımızı bastığımız zeminden hareketle kimin, kimi, nasıl eğiteceği söylenmezse bunu tekrar edip durmanın faydası yoktur.

Yetişmiş insanımız eksik deniyor. Yetişmiş insan tarif edilmezse, tarife uygun insanın nerede nasıl yetişeceği hayal zemininde değil hakikat-gerçeklik zemininde açıklanmazsa ve daha da önemlisi kurumlaşarak sözden fiile geçilmezse konuşmanın faydası yoktur.

İslam dünyasının perişanlığından söz ediyoruz. Bu perişanlığın önemli bir sebebi birliğin yerine tefrikanın hâkim olmasıdır. Tefrikayı olabildiğince ortadan kaldırmak için önce bir “İslam’da birlik” çerçevesi çizmek gerekiyor. Sonra bu çerçevede âlimlerin ve kanaat önderlerinin anlaşması gerekiyor; “kime Müslüman diyeceğiz, hangi farklılıklar dışlama sebebi olacak, çerçeveyi dar tutarak tefrikayı körükleyenlerle alakamız nasıl olacak, ümmetin birliğini istemeyen içimizdeki ve dışımızdaki düşmanlarla nasıl baş edeceğiz, işe nereden başlayacağız, teşebbüs heyeti kimler, hangi kurum ve kuruluşlar olacak…” sorularının cevaplarını mümkün olan en geniş istişare ile bulmamız gerekiyor. Bunları yapmayıp devamlı tefrikadan ve ümmetin perişanlığından dem vurmanın faydası yoktur, zararı da vardır.

“Gençlik elden gidiyor” deniyor.

“Peki ne yapmalı” sorusunun bugüne kadar beni tatmin eden bir cevabına rastlamadım. Benim okuyabildiğim yazarların çoğu ya “ümitsiz vak’a, ört ki ölem” sonucuna vardıracak tasvirlerle yetiniyorlar, ya hayal âleminde dolaşıyor, hedefle yön ilişkisi bulunmayan atışlar yapıyorlar, problemin nesnesi hakkında bilgi ve ilgileri bulunmadığı halde atıp tutuyorlar…

Samimi, dertli ve ehliyetli olan kim varsa bir araya gelip ortak akıl ve gerçeğin bilgisi ile mevcut şartlarda en uygun çareyi tartışmadıkça ve ortaya çıkan sonucu uygulamaya koymak için etkili faaliyet göstermedikçe olumlu bir sonuca ulaşmak mümkün değildir.

Bir de durumu abartmamak, bu sebeple ümitsizliğe düşmemek, “tamamı yapılamıyorsa yapılabileni yapmaktan geri durmamak” gerektiğini hatırlatmak istiyorum.

“…Sanki geçmiş zamanlarda benzeri olmamış gibi” demiştim ya:

Müslümanların tarihinde tefrika, “İslam’ın örnek çağı” dediğimiz Raşid Halifeler ve sahâbe devrinde başlamıştır. Emevîler ve Abbâsiler dönemlerinde ahlaksızlık, dini sapkınlık, Müslüman gruplar arasında savaş zaman zaman zirveye tırmanmıştır. Osmanlı’da gerileme Kanuni’den hemen sonra başlamıştır. Osmanlı sultanları arasında içki içenler, cinayetleri emredenler, ehliyetsiz oldukları halde saltanat sürenler… olmuştur. Daha eskisi hakkında da birçok şey söylenebilir ama yine Osmanlı’dan devam edelim: Eğer bu hanedanın hüküm sürdüğü devirde ülkenin halkı, sûfîleri, âlimleri, başkaca güç sahipleri ve kanaat önderleri vazifelerini kusursuz yapmış ve başarıya ulaşmış olsalardı ümmet bu hale düşer miydi?

Şimdi kusuru bunlarda arayacak yerde haşa dinde mi arayacağız!?

Demem o ki: Her devrin ve her devri yaşayan toplumun bazen bugünküne denk, bazen daha kötü halleri, problemleri, eksikleri, kusurları olmuştur. Ve bu devirlerde yaşayan kamil ve ehliyetli insanlar da ellerinden geleni yapmışlar, ama şartlar onların etkisini sınırlamıştır.

Bugün de yapılacak olan durumu abartmadan, yapılabilecekleri ertelemeden ve asla ümitsizliğe düşmeden hareket etmektir; evet boş ve ehliyetsiz konuşmaları bırakıp ortak akıl, doğru bilgi ve azimle işe koyulmaktır.

Gayret kuldan, tevfik ve sonuç Allah’tandır; bunu da unutmayalım.

Yeni Şafak/Hayrettin Karaman