Hayat, Sadece Dünya’dan Mı ibarettir?

Hayatı sadece Dünya hayatından ibaret gören ve ahiret olgusuna mesafeli kimselerin; zekat vermedikleri (Fussilet 7) ve insanları Allah’ın yolundan alıkoyarak doğruyu eğri göstermek için gayret gösterdiklerini (Hûd 19) bize Kur’an anlatmaktadır.

وَقَالُٓوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثٖينَ

Derler ki: “Hayat ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha diriltilecek de değiliz.”

Enam Suresi 29. Ayet

Âhirete iman,  Usûl-u Selâse (üç esas) denilen ulûhiyyet, nübüvvet ve âhiret akidesinin son ayağını oluşturmuş, bütün ilâhî dinlerin değişmez yegâne ilkesi olmuştur. Mübarek Kur’an-ı Azîm-üş’şân’ın onlarca yerinde de “Allah’a ve ahirete iman”ın birlikte zikredilmesi, ahirete iman meselesinin önemini Mümin zihinlere nakşetmeye yetecek kifayettedir. Mushaf tertibiyle âhiret kelimesinin geçtiği ilk âyette “ve bil ahiratuhum yûginûn (yakinen iman)” ifâdesi yer almış;  Kur’an’ın hidayetine erip kurtuluşa erecek muttakilerin özellikleri arasında “âhirete yakînî iman” şartı aranmıştır.

Ayrıca ahirete iman etmek ile birlikte, kişinin zımnen iman etmiş olduğu başka gerçeklikler de ortaya çıkmaktadır. Ahirete iman eden kişi aynı zamanda; kıyamet gününe, din gününe/hesap gününe, cennet ve cehennem hayatının hak olduğuna, Allah’a verilecek bir hesabının olduğuna da iman etmiş sayılmaktadır. Bu mümin akidesidir. Müminlere hastır. Dolayısı ile ahiret inancı Müslümanlar için kesin bir kanaat, bir bilinç, bir şuurdur.  Yani, insan hayatına yön veren yerleşik bir idrâk etmedir. Müminler, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir (Bakara 46).

Bunun tersi de mümkündür ki, bu da kafirlerin ve müşriklerin vasıfları arasında zikredilebilir. Hayatı sadece Dünya hayatından ibaret gören ve ahiret olgusuna mesafeli kimselerin; zekat vermedikleri (Fussilet 7) ve  insanları Allah’ın yolundan alıkoyarak doğruyu eğri göstermek için gayret gösterdiklerini (Hûd 19) bize Kur’an anlatmaktadır.

İşte En’am suresi 29. ayet de, Allah Rasulü zamanında müşriklerin zihin kodlarını bizlere izah etmeye çalışan çok ufuk açıcı bir niteliğe sahiptir. Bu kimselerin hali ve âkıbetleri Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır: Öldükten sonra bize kavuşmayı ümit etmeyip dünya hayatına razı olan ve onunla yetinenler ve bizim âyetlerimizden gâfil olanlar yok mu, işte onların kazanmakta oldukları günahlar yüzünden varacakları yer, ateştir!” (Yûnus sûresi, 7-8)

Modern insanın söylemlerinde sık sık şahit olduğumuz “Bugün yiyelim içelim, bidaha mı gelecez bu dünyaya?”, “Yaşın gençken yaptın yaptın…”, “Bu günleriniz ele geçmez kızım, gezin tozun” türünden haddini fazlasıyla aşmış sözler, esasında kişinin zihin yapısını ele veren ipuçlarıdır. Maalesef her geçen gün içinde yaşadığımız toplum, seküler düşünmeye ve deist gibi yaşamaya daha fazla meylederek, materyalist bir tutumla -Dünya hayatından ne menfaat kopartırsa, yanına ancak bunun kar kalacağı- vehmine kapılmaktadır. Kendisine “Müslümanım”  diyenlerin, ısrarla ve özenle bu tayfadan itizal olması, Dünya hayatına hırslı talepkârlığı bir kenara bırakması ve “Allah’ım ben ahireti unutanlardan beriyim” demesi gerekmektedir. Ahireti düşünerek para kazanmak, ahireti düşünerek harcamak, ona göre susmak ve konuşmak, alışverişlerimizi, gezip tozmalarımızı, çocuk yetiştirmemizi ve akraba ilişkilerini ahiret odaklı yapmak sadece Müminlerin erdemleridir. Zira Kur’an’a göre Müşrikler dediler ki: “Hayat, sadece yaşadığımız şu dünya hayatıdır. Yaşarız ve ölürüz. Bizi helâk eden de yalnız zamandır.” Oysa onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktu; sadece tahminde bulunuyorlardı.(Casiye 24)

Dolayısı ile “Ahirete İman” meselesini soyutluktan kurtarıp somut bir zemine taşıyarak hayatımızın parçası kılabilmek gerekmektedir, hem de âcilen… Her canlının eninde sonunda tadacağı, inkar edenlerin dahi isteseler de, istemeseler de teslim olmak zorunda kaldıkları “ölüm” hakikati unutmadan adımlarımızı bu istikamette atmak; evlerimizde, işyerlerimizde, alışverişlerimizde, devlet sistemlerimizde…v.s. Rabbimizin bütün hükümlerini hakim kılma gayreti göstermek suretiyle buraları “kabir”lere dönüşmekten kurtarmak; Ba’s, Haşr, Cem, Kıyam, Mizan  vakıalarını hayatta iken diri diri yaşamak,  “amel defterleri” yani “kulluk karneleri”ni kendi ellerimizle doldurduğumuzun şuuruna varabilmek gerekmektedir. Hayatlarımızda ukbaya dair inancımızın bir yaptırımı bir karşılığı mutlaka olmalıdır. Aksi halde, bu konuda salt bir malumat sahibi olmanın bir hükmü yoktur. Eğer kendini islam ile tavsif edenler olarak, kitabı hayatın içinde okursak; bilinç, şuûr, teslimiyet ve idraklerimiz çoktan tavan yapar, bildiklerimiz bizi çekip çevirir, yaşadığımız toplum da vahiyle tanışıp kucaklaşır ve değişir. Gayret bizden, başarı Allah’tandır…