“Hanzala, benim imzam. Nereye gitsem, insanlar bana hep onu soruyor. Ben bu çocuğu Kuveyt’te dünyaya getirdim ve insanlara armağan ettim. Hanzala, insanlara hep kendi olarak kalma sözü vermiş bir çocuk. Ben onu pek de güzel olmayan bir çocuk şeklinde çizdim. Saçları, dikenlerini silah olarak kullanan bir kirpiyi andırıyor. Hanzala iyi beslenmiş, mutlu, rahat veya şımartılmış bir çocuk değil. O, mülteci kampındaki bütün çocuklar gibi yalınayak. Hanzala, aynı zamanda, beni yanlışlar yapmaktan koruyan bir sembol. Kaba bir çocuk olmasına rağmen, kokusu amber gibi. Elleri ise, bize dışarıdan sürekli dayatılan çözüm önerilerini reddettiğinin bir simgesi olarak, arkasında bağlı.
“Hanzala, 10 yaşında olarak doğdu ve her zaman da 10 yaşında kalacak. Tam da, benim vatanımı terk etmek durumunda kaldığım yaşta. Ne zaman vatanımıza dönebilirsek, Hanzala da o zaman normale dönecek ve büyümeye başlayacak. Tabiatın kanunları şu anda ona işlemiyor, çünkü o sıra dışı. Ama zaten, ufacık bir çocuğun vatansız kalması da tabiatın kanunlarına aykırı değil mi? Hanzala, çağın hiç ölmeyecek bir tanığı. Dünyaya aniden geldi ve onu hiç terk etmeyecek. Bu karakter, hayatta kalmak için doğdu. Ben de, öldükten sonra bile onun içinde yaşamaya devam edeceğim.”
Filistinli karikatürist Nâcî el Alî, kendisinin meydana getirdiği “Hanzala” karakterini böyle anlatmıştı. Hepimizin zihnine kazınan, hep arkası dönük ve yalınayak gördüğümüz, Filistin’le âdetâ özdeşleşen sevgili kardeşimiz Hanzala’yı…
***
Nâcî el Alî, 1938 yılında, Filistin’in kuzeyindeki Celîle bölgesinde yer alan Şecera köyünde dünyaya geldi. Siyonistlerin sürekli saldırılarına hedef olan köy, İsrail’in kuruluşuna giden süreçte silahlı çeteler tarafından tahliye edildi. Böylece, çocuk Nâcî ve âilesi, her şeylerini kaybetmiş mülteciler olarak Lübnan’a sığındı. Sayda yakınlarındaki Ayn el Hilve kampında başlayan bu yeni ve zorlu dönem, Nâcî’nin hayattaki bütün istikâmetini de belirleyecekti. Daha sonra, o günleri anlatırken, “Kampa geldiğimizde 10 yaşında bir çocuktum. Aç, sersemlemiş ve yalın ayaktık. Kamptaki hayat, katlanılabilecek gibi değildi. Her gün aşağılanıyorduk. Şahit olduğumuz şey de fakirlik ve çaresizlikten ibaretti” diyecekti.
Gençlik yıllarına kadar derme-çatma okullarda ve mülteciler için oluşturulan sınıflarda eğitim gören Nâcî el Alî, 19 yaşındayken, 1957’de çalışmak üzere Suudi Arabistan’a gitti. Mesleği de, sanatçı ruhlu bir çocuk için oldukça sıra dışıydı: Araba tamirciliği. Nitekim o şartlarda uzun süre kalmayacak, iki yıl sonra Lübnan’a dönerek, Beyrut Güzel Sanatlar Akademisi’nde çizim dersleri almaya başlayacaktı. Bu süreçte politik olarak tavrını da keskinleştiren Nâcî, 1961’deki 25 günlük gözaltı sırasında, karikatür çizimlerini yoğunlaştırdı. Tablo yerine, malzeme olarak ne bulursa onu kullanıyordu: Duvarlar, kâğıt mendiller, hatta arkadaşlarının pantolon dizleri…
1963’te, bu defa artık karikatürist ve editör olarak çalışmak üzere Kuveyt’e giden Nâcî el Alî, ismini çoktan duyurmaya başlamış aktivist bir çizerdi artık. Kuveyt yıllarında, kendi çocukluğundan ilham alarak geliştirdiği “Hanzala” karakteri ise, onu dünya çapında şöhrete kavuşturacaktı.
İsrail’in sınırlarını 3,5 kat büyüttüğü ve çevresindeki bütün Arap ülkelerine boyun eğdirdiği 1967’deki Altı Gün Savaşı, Nâcî el Alî’nin çizgi serüveninde yeni bir öfke ve sertleşme sürecine işaret ediyordu. Fırça darbeleri sadece Siyonistlere ve İsrail işgaline yönelik değildi artık, “beceriksiz ve hain” Arap liderler de hedefindeydi. Çizgileri kitleleri öylesine etkiliyordu ki, Arap basınındaki çeşitli gazetelerde yer alan çalışmaları on binlerce nüsha halinde ülke ülke dolaşıyordu.
Siyasî nedenlerle Arap dünyasında barınma umudu azalınca, Nâcî, 1980’lerin başında eşi ve dört çocuğuyla İngiltere’nin başkenti Londra’ya yerleşti. Çalışma şartları daha rahat olsa da, sürekli ölüm tehditlerinin hatırlattığı o kaçınılmaz akıbet, kendisini burada bulacaktı:
Nâcî el Alî, çalıştığı Kuveyt gazetesi Gabes’in ofisine giderken, 22 Temmuz 1987 günü uğradığı silahlı saldırıyla ağır yaralandı. Sağ şakağından vurulan Nâcî, kaldırıldığı hastanede beş hafta komada kaldıktan sonra, 29 Ağustos günü yaşama veda etti. Kendisini kimin veya kimlerin öldürdüğü hâlen sır. Olağan şüpheli ise, elbette İsrail gizli servisi.
Öldürüldükten sonra hakkında ayrıntılı bir dosya yayımlayan Japon gazetesi Asahi, “Nâcî el Ali, fosforik asit kullanarak çiziyordu” demişti. Kaleminden çıkan her bir karenin Siyonizm cephesinde meydana getirdiği tesire atıfla…
***
Dokuz yaşındaki büyük kızım Meryem’e, çok kıymetli Ayşe Soycan Hocam, üzerinde Hanzala çizimi olan şık bir çanta hediye etmiş. Onu vesile kılarak, Meryem’le Filistin’i ve İsrail işgalini epey konuştuk. Birlikte videolar izledik, Filistinlilerin yaşadıklarını gözümüzde canlandırmaya çalıştık. Onu daha önce Kudüs’e de götürmüş olduğum için, “Hani görmüştük ya” diyerek anlattığım şeyleri kavraması da kolay oldu.
Sohbetimizin bir yerinde, Meryem, Hanzala’nın neden bize hep sırtını döndüğünü sordu. Ben de “Günün birinde İsrail işgali bittiğinde ve Filistin özgürleştiğinde, işte o zaman Hanzala yüzünü dönecek” dedim. Bunun üzerine, sürpriz bir soru geldi: “Peki, Hanzala’yı çizen Nâcî el Alî öldürüldüyse, Filistin özgürleştiğinde, Hanzala’nın yüzünü bize kim döndürecek?”
Doğrusu, bu benim üzerinde hiç düşünmediğim bir soruydu. Hâlâ da cevabını bulabilmiş değilim. Sahi, Hanzala’nın yüzünü bize kim döndürecek?
Yeni Şafak / Taha Kılınç