Haçlılara Karşı Müslümanların Siyasi Uyuşukluğuna Son Veren Hükümdar: Nureddin Zengi

Müslümanların makûs talihini yenip yozlaşmış idarecilerin düşman karşısındaki uyuşukluğuna son veren ünlü Türk hükümdarı Nureddin (Dinin hayırlısı) Zengi, 15 Mayıs 1174 yılında hayata gözlerini yumdu

Selçuklu Türklerinin Anadolu’da elde ettiği zaferler, Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı konumundaki Bizanslıların sarayında ciddi endişelere neden oluyordu.

Henüz 17 yaşındaki hükümdar Kılıçarslan, batı Ege’den Anadolu’nun güneydoğusuna uzanan bir bölgede hükümdarlığını tahkim etmişti.

Bizans sarayı, Papalığa gönderdiği mektuplarda; Türkler kutsal bir savaşla durdurulmazsa Avrupa’nın yakın geçmişte yaşadığı ‘Emevi’ travmasının bir yenisinin yaşanacağını bildiriyordu.

Papa II. Urbanus, Fransa’da Clermont Konsili’ni bir araya getirdi ve bu konsilin ardından Ortadoğu’da tüm dengeleri değiştirecek bir karar aldı.

Fransa’da bir araya gelen Clermont Konsili

Buna göre; Avrupa’daki tüm krallık ve prenslere haber gönderilerek Kudüs’ün Müslümanların elinden kurtarılmasını amaçlayan kutsal bir sefere davet etti. ,

Bu seferler tarihe ‘Haçlı Seferleri’ ismiyle geçecekti.

Pierre l’Ermite komutasında büyük bir ordunun meydana getirilmesi fazla uzun sürmedi.

Birinci Haçlı Seferi

Bu ordu kara yoluyla Balkanlar üzerinden İstanbul’a ulaştı. Bu dağınık ordu, İstanbul’a yaklaştıkça büyümüş ve sayıları on binlerle ifade edilemeyecek hale gelmişti.

Bizanslılar karayoluyla gelen bu büyük orduyu şehirde tutmayarak İznik civarında kurulan Pelekanon karargâhına sevk ediyordu.

Bu devasa ordudakilerin hiçbiri Anadolu coğrafyasını tanımıyordu ve askeri disipline sahip değildi.

Kılıçarslan’ın casusları da bu yönde rapor vermişti, Genç Sultan sayıca daha az bir orduya sahipti; ama süratle harekete geçerek denizdeki kum taneleri gibi Drakon Vadisi’ne yayılmış Haçlı ordusunu 21 Ekim 1096 senesinde köşeye sıkıştırdı.

Genç Sultan, Haçlıları neredeyse tamamen imha etmiş ve ilk karşılaşmasında büyük bir zafer elde etmişti.

İkinci Haçlı kafilesi İznik yolunu tuttuğunda Kılıçarslan, Malatya’yı zapt etmeye çalışıyordu, ilk zaferin verdiği rehavetle hareket eden genç Türk hükümdar büyük bir hata yapmıştı.

Muhasara altına alınan şehrine yöneldiğinde artık çok geçti. Haçlılar Selçuklular’ın başkentini kuşatmıştı.

Genç hükümdarın kalın zırhlı ve disiplinli bu orduyu mağlup etmesi söz konu dahi değildi.

Bizzat Kılıçarslan’ın da içinde bulunduğu birkaç teşebbüs başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Bunun üzerine Sultan, başkentini ve halkını geride bırakarak İç Anadolu’ya doğru çekilmeye başladı.

Bu mağlubiyet yalnızca Türklerin hâkimiyetinde bulunan Batı Ege’nin elden çıkmasına değil, tüm İslam âleminin bir ateş çemberine düşmesine neden olacaktı.

Bu mağlubiyetten sonra Haçlı ordusunun kuzey seferlerinde komutayı ele alan Baudoin, Urfa’ya yöneldi.

1097 yılında Urfa’yı tamamen kontrolü altına alan Haçlı ordusu daha sonra yönünü Antakya’ya çevirdi.

Kıyıya vuran dalgalar gibi, Haçlı ordusu Müslüman idarecilerin elindeki bölgelere sert bir şekilde vuruyor ve büyük zaferler elde ediyordu.

Antakya’yı elinde tutan hükümdar Yağıbasan, birkaç yüz süvarisiyle canını zor kurtarabilmiş ve şehri ciddi bir savunma gösteremeden terk etmişti.

Kudüs’ün yağmalanması

Haçlılar, Müslüman idarecilerin kendi aralarındaki çatışma ve karışıklıklardan yararlanarak, 3 yıl gibi kısa bir süre içerisinde, bugün Ortadoğu olarak bilinen coğrafyanın büyük bir kısmında hâkimiyet sağlamışlardı.

Artık kutsal hedefleri olan Kudüs üzerine yürümelerinin önünde herhangi bir engel bulunmamaktaydı.

Kudüs kenti Müslümanların ilk kıblesiydi ve Hazreti Ömer zamanında fethedilmişti.

Hazreti Ömer şehre hem Hıristiyan hem de Yahudi cemaatinin liderleri eşliğinde girmiş ve kentin manevi iklimine büyük saygı göstermişti.

Hazreti Ömer’in şehre girdiğinde yaptığı ilk iş diğer dinlerin kutsal mekânlarını gezmek olmuş, namaz vakti geldiğinde ise Hıristiyan cemaati lideri patriğe nerede namaz kılacağını sormuştu.

Patrik, hemen bulundukları mekanda kılabileceklerini söyleyince Hazreti Ömer, tebessümle bunun doğru olmayacağını belirtti.

Hazreti Ömer, kendisinden sonra gelecek Müslümanlar; “Ömer burada namaz kıldı diyerek buraya sahip çıkmak isterler” diyerek orada namaz kılmadı.

Bu naif davranışı desteklemek adına da Kudüs’e Hazreti Ömer Camisi’ni inşa etti ve diğer dinlerin ibadethanelerine dokunulmasının önüne geçti.

Haçlı ordusu, 15 Temmuz 1099 senesinde Kudüs’e girdiğinde ilk icraatlarından birisi Hazreti Ömer Camisi’ni tahrip etmek oldu ve bir diğer dinin mensupları yaklaşık bin Yahudi’yi ibadethaneleri havraya doldurularak yaktılar.

Haçlıların Kudüs’e girişi

Bu işgal sonrası Kudüs Krallığı ilan edildi ve Godefroi tahta oturdu.

Haçlılar, gücünü Müslümanların uyuşukluğu, kıskançlığı ve korkaklığından alıyordu.

İdareciler sanki toprakları hiç işgal edilmemiş gibi kayıtsız davranıyor, bir Müslüman emir ya da komutan güçlenecek gibi olursa hemen kuyusunu kazmaya girişiyorlardı.

Üstelik bu uğurda Frenklerle ittifak yapmaktan da çekinmiyorlardı.

Halk ise Haçlı ordusunun zulmü karşısında sinmiş görünüyordu. Bunun en önemli nedeni Haçlılar işgal ettikleri şehirlerde kendilerine mukabelede bulunan insanları korkunç şekilde katlediyordu.

Hatta Müslüman halkların kalbindeki Haçlı korkusunu artırmak için Tafurlar isimli yamyam birlikleri dahi kurulmuştu.

Avrupa’dan gelen bu Hıristiyan savaşçılar öldürdükleri Müslümanların etlerini çiğnemeleri ile ünlenmiş askerlerdi.

Bu korkunç vahşet Amin Maalouf’un “Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri” isimli incelemesinde şöyle geçiyor:

Batılı istilacılar, kurbanları olan kentin halkını yalnızca hayatta kalabilmek için mi yemişlerdir? Önderleri, ertesi yıl papaya gönderdiği resmi bir mektupta bunu iddia edecektir: Maara’da orduya korkunç bir kıtlık saldırdı ve onu Müslümanların cesetleriyle beslenme zorunluğuyla karşı karşıya bıraktı. Fakat bu çabucak söylenmiş bir söze benzemektedir. Çünkü Maara bölgesi halkı, bu uğursuz kış boyunca, açlığın açıklamaya yetmediği davranışlara tanık olmuştur.

Nitekim bu insanlar, Tafurlar denilen fanatikleşmiş Frenk çetelerinin kırsal alana yayılarak, Müslüman eti çiğnemek istediklerini bağırarak söylediklerini ve akşamları ateşin etrafında avlarını yemek üzere toplandıklarını görmüşlerdir.

Zorunluluğun doğurduğu bir yamyamlık mı? Fanatizmden gelen bir yamyamlık mı? Bütün bunlar gerçekdışı şeylere benzemektedir, ama tanıklıklar, hem tasvir ettikleri olaylar, hem de bu anlatıların üzerine çöken sapık havadan ötürü bunaltıcıdırlar.

Maara çarpışmasına bizzat katılmış olan Frenk kronikçisi Albert d’Aix’in bir cümlesi, bu konudaki dehşeti emsalsiz bir şekilde göstermektedir: Bizimkiler yalnızca öldürülmüş Türk ve Müslümanları değil, köpekleri de yemekten iğrenmiyorlardı!

Yılmış, korkmuş ve sinmiş Müslüman halk, artık gökten inecek bir kurtarıcı bekliyordu; çünkü mevcut emir ve komutanların bunu yapamayacakları belliydi.

Makus talihi Türk bir hükümdar ve onun Kürt komutanı yıkıyor: İmameddin Zengi ve Şirkuh

Kudüs düştükten sonra Bağdat, Kahire, Konya başta olmak üzere hiçbir Müslüman başkenti güvende değildi.

Müslümanların makûs talihi bir Türkmen komutanı olan İmâdeddin Zengi’nin Musul Atabeyliği’ne geçmesiyle değişti.

Bu Türkmen komutan yüzlerce sarayı olmasına rağmen hiçbirinde uyumuyor, at sırtından inmiyordu.

En büyük hedefi Müslümanları, Haçlılara karşı birleştirerek 40 yılı aşmış Haçlı zulmüne son vermekti.

Bu amaçla Urfa’yı yeniden fethetti ve Antakya üzerine seferler başlattı.

Haçlılar kısa süreli şoku üzerinden attıktan sonra toparlandı ve Papa III. Eugenius’tan yeni bir Haçlı seferi için destek istedi.

Papalık bu çağrıya olumlu cevap vererek sayısı 70 binin üzerinden yeni bir orduyu İmameddin Zengi’yi yok etmek üzere bölgeye yönlendirdi.

Zengi’yi yok etmek için harekete geçen büyük Haçlı ordusu, hiç beklemediği bir düşmanı karşısında buldu.

Kılıçarslan’ın oğlu Sultan Mesud, babasının yenildiği Eskişehir’de, Haçlı ordusunu yakaladı ve babasının intikamını Haçlılardan aldı.

Savaş sona erdiğinde devasa Haçlı ordusundan geriye 5 bin civarında asker kalmıştı.

Willermus Tyrensis, “I. ve II. Haçlı Seferleri Vekayinâmesi” isimli eserinde Sultan Mesut’un zaferini şöyle anlatacaktı:

(…)Savaştan önce silah, güç ve sayı bakımından mukayese edilemez gibi güçlü görünen birliklerden ve büyük şövalyelerin kuvvetlerinden şimdi geriye kalanlarda önceki ihtişamından hiç eser yoktu. Birlikte olanların ifadesine göre 70 bin zırhlı atlıdan ve sayısız yayadan geriye onda biri bile kalmamıştı.

Sultan Mesut’un zaferi İmameddin Zengi’nin fetihlerini hızlandırdı. Kürt komutan Şirkuh ile beraber büyük zaferler peşi sıra geldi.

Şirkuh, kısa boyu ve sürekli öfkeli tabiatına rağmen Zengi’ye son derece bağlı bir komutandı.

Tarihe adını Sina çölünü bir avuç adamla aşıp Fatımi İmparatorluğuna son veren ve Mısır’ı zapt eden komutan olarak yazdırmıştı.

Bu seferde Şirkuh’un yanında Yusuf isminde genç yeğeni vardı. Bu genç çocuk ileride Selahaddin Yusuf olarak ünlenecek ve Kudüs’ü fethedecekti.

Nureddin Zengi tarih sahnesine çıkıyor

Nureddin Zengi babasının ölümünden sonra hükümdar oldu. İki yönlü bir düşman belirleyen Zengi hemen harekete geçti.

Bu iki düşmandan birisi Haçlılar iken diğeri de Bâtıni terör örgütleri eliyle bölgeyi tehlikeye atan Şiilerdi.

Haçlılarla savaştan başka bir strateji gözetmeyen Zengi, Şiilere karşı ise hem manevi hem de maddi bir savaş başlatmıştı.

Zengi, Şiilik düşüncesinin yayılmasını engellemek için Sünni inancını güçlendirip ve 40 kadar medreseyi inşa ile eğitim faaliyetlerini destekledi.

Bu Nizamülmülk’ün Nizamiye medreselerinden bu yana girişilen en büyük eğitim hareketiydi.

Yine halkın kalbine yerleşmiş Haçlı korkusunu söküp atmak için Zengi döneminde cuma hutbelerinde Kudüs’ün yeniden fethedilmesi işlenmiş, şairlere ise bu konuda şiirler yazdırılmıştı.

Bu hareket ile Nureddin Zengi, Müslüman emir ve komutanların kendisine karşı bir saldırıya ya da ittifaka girişmesinin meşru alt yapısını ortadan kaldırmıştı.

Bu siyaset kısa sürede karşılık bulmuş; Dımaşık ve Mısır tamamen Zengi’nin kontrolüne geçmişti.

Mısır’da Fatimilerin tamamen ortadan kaldırılması Haşaşiyunlar benzeri terör örgütlerinin Sünni İslam beldelerinde bir daha hayat bulamamasını sağlamıştı.

Nureddin; savaşın, entrikanın ve hilenin kol gezdiği bu savaş coğrafyasında insani erdemleri önceleyerek Müslüman ahalinin sevgisini kazanmıştı.

İbnel-Esir, onun nitelikleri şöyle yazacaktı:

Geçmiş zaman hükümdarlarının hayat hikâyelerini okudum ve bunların arasında, ilk halifeler hariç, Nureddin kadar erdemli ve adil olanına rastlamadım.

Yine İbnel-Esir, onun devlet adamlığını şöyle anlatacaktı:

Nureddin’in karısı, bir keresinde ihtiyaçlarını karşılayacak kadar parası olmadığından yakınıyordu. (Nureddin), Hıms’ta sahip olduğu ve yılda yaklaşık yirmi dinar getiren üç dükkânını ona bıraktı. Fakat kadın bunu da yeterli bulmayınca, ona şöyle karşılık verdi: Başka hiçbir şeyim yok. Elimdeki bütün paralar, benim Müslümanların hazinedarı olmamdandır ve senin yüzünden onlara ihanet etmeye ve kendimi cehennem ateşine atmaya niyetim yok.

Emirler ve komutanların her türlü fenalığı işlediği, Frenklerle ittifaklar kurup Müslümanları öldürmekten çekinmediği bir ortamda, Zengi’nin dürüstlüğü İslam aleminde büyük bir heyecan dalgası yarattı.

Kudüs’ü fethetmek en büyük arzusu olan Zengi, bu hayaline kavuşamayacaktı; ama komutanlarından Selahaddin Eyyubi bu zaferi elde edecekti ve hükümdarının Kudüs’ü fethettikten sonra Mescidi Aksa’ya koymak üzere yaptırdığı minberi Halep’ten Kudüs’e getirerek Zengi’nin anısına saygısını sunacaktı.

Zengi’nin en büyük zaferi ise Müslümanların elinde bulunsa da Haçlılarla ittifak kurarak Müslümanlara karşı seferler yapan Şam’ın yozlaşmış idaresine son vermek oldu.

Öyle ki Zengi’nin Şam seferine halk herhangi bir müdahalede bulunmayarak hükümdarları Abak yerine Zengi’nin yanında saf tutmuştu.

Şamlı tarihçiler bu tabloyu şöyle yazmışlardı:

Surların üstünde, ne asker, ne kent halkından kimse vardı, yalnızca bir kuleyi savunmakla görevlendirilen bir avuç Türk vardı. Nureddin’in askerlerinden biri, Yahudi bir kadının kendisine ip sarkıttığı bir burca doğru ilerledi. Bu ipten yararlanarak tırmandı, kimse fark etmeden surun tepesine ulaştı ve arkasından gelen birkaç arkadaşı bir sancak açıp sura diktiler ve “ya mansur” (ey zafer kazanan) diye bağırmaya başladılar.

Şam’daki birlikler ve halk, Nureddin’e, adaletine ve iyi ününe duydukları sempatiden ötürü direnmekten vazgeçtiler. Bir kazmacı, kazmasıyla Doğu kapısına (Bab-ı Şarki) koştu ve kilidi kırdı. Askerler buradan içeri girdiler ve hiç direnmeyle karşılaşmadan ana caddelere dağıldılar. Thomas kapısı da (bab- Tuma) askerlere açıldı. Nihayet Melik Nureddin, maiyetiyle birlikte, hepsi de açlık ve kâfir Frenkler tarafından kuşatılma kaygısını takıntı haline getirmiş olan halkın ve askerlerin büyük sevinç gösterileri içinde şehre girdi.

Müslümanların makûs talihini yenip yozlaşmış idarecilerin düşman karşısındaki uyuşukluğuna son veren ünlü Türk hükümdarı Nureddin (Dinin hayırlısı) Zengi, 15 Mayıs 1174 yılında hayata gözlerini yumdu.

Dımaşk, Mısır, Şam gibi İslam bölgeleri onun döneminde kurtarılarak Haçlı işgali zayıflatıldı.

Zengi’nin mirasını devralarak Kudüs’ü fethedecek kişi ise Ünlü Kürt komutan Şirkuh’un yeğeni Yusuf yani Selahaddin Eyyubi olacaktı.

Independent Türkçe / Mehmed Mazlum Çelik